Bugün zalimi değil mazlumu cezalandıran bu düzen ve onun sürekliliğiyle ayakta kalan uluslararası toplum, inandığını iddia ettiği değerleri bir kenara bırakarak İsrail barbarlığının yanında saf tutmaktadır. Bu koşullar altında uluslararası toplum, ABD'nin sözde barış planı sayesinde belki kısa süreli bir rahatlama sağlayabilir; ancak ikircikli tutumunu sürdürdüğü, halkların artan taleplerine yanıt vermediği ve savunduğu değerleri, kendi üyelerinden biri olan İsrail'in saldırganlığının önüne koymadığı sürece mevcut düzeni sürdürmesi mümkün görünmemektedir.
Doç. Dr. Abdulgani Bozkurt/ Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
Gazze'ye yönelik gerçekleştirilen soykırımın ikinci yılına yaklaşılırken, uluslararası toplumun hiçbir aktörü İsrail'in saldırganlığını durdurmayı başaramamıştır. Bu süreçte Başkan Trump, "sözde" barış planı olarak nitelendirilen bir girişim ortaya koymuş ve söz konusu plan, başta Batılı devletler olmak üzere İslam dünyasındaki bazı aktörlerden de destek görmüştür. Plan çerçevesinde, soykırım uygulayan ve sivilleri hedef alan İsrail herhangi bir yaptırıma tabi tutulmazken; soykırıma maruz kalan Gazze halkı ve Hamas, savaşın ağır yükü altında yalnız bırakılmıştır. Trump'ın açıkladığı barış planının nihai sonucu tartışılmaya devam ederken, bu çalışmada İsrail'in yıkılma sürecinin başladığı tezi farklı bir bakış açısıyla ele alınacaktır. Düne kadar Batı Şeria ve Gazze'nin tamamını ilhak edeceğini açıklayan işgal rejiminin, söz konusu planla bu iddialarından geri adım atması, yalnızca Gazze'de stratejik hedeflerine ulaşamadığını değil, aynı zamanda güçsüzlüğünü ve yıkılış sürecinin başladığını da göstermektedir.
Uluslararası toplum kim ve neden harekete geçemedi?
İsrail saldırganlığı ve arkasındaki sarsılmaz ABD desteği karşısında irade ortaya koyamayan tüm aktörler, çareyi devamlı uluslararası toplumu harekete geçirmeye davet etmekte bulmuştur/bulmaktadır. Peki herkesin harekete geçmeye davet ettiği ve fakat tüm çağrılara rağmen bir türlü harekete geçemeyen bu uluslararası toplum kimdir, kimlerden oluşmaktadır? Kavram ilk duyulduğunda zihinlerde, dünyada bağımsız ve egemen şekilde varlık gösteren tüm devletlerin dahil olduğu bir sistemi akla getirmektedir. Ancak uluslararası toplumun, BM'ye üye olan 193 ülkenin tamamından oluştuğunu söylemek mümkün değildir.
Uluslararası toplum (international society) kavramına en fazla açıklık getiren ve kavramı geliştiren İngiliz Okulu'dur (English School). Hedley Bull, Martin Wight ve Adam Watson gibi önemli isimlerin büyük katkılarıyla inşa edilen İngiliz Okulu'na göre uluslararası toplum, ortak kurallar, değerler, normlar ve kurumlar çerçevesinde bir araya gelen devletlerden oluşmaktadır. Realizmde anarşi ve güç mücadelesi fikri; liberalizmde işbirliği ve barış vurgusu hakimken İngiliz Okulu teorisinde ortak çıkarlar ve değerlerle bir araya gelen ve şekillenen "toplum" öne çıkmaktadır.
İngiliz Okulu'nun en temel eserlerinden The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics'te (1977) Hedley Bull, anarşik yapının ortadan kaldırılmasının ancak düzen (order) ile mümkün olabileceğini, buna ilaveten, düzenin korunması için de belli başlı unsurların devam ettirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Buna göre düzen, toplum üyelerinin (devletlerin) hayatta kalmasına bağlıdır. O halde toplum bir bütünse bütünü oluşturan parçaların yara almaması, sendelememesi ve yıkılmaması elzemdir. Aksi takdirde düzen bozulmaya başlar ve beraberinde anarşi ortaya çıkar.
Günümüz uluslararası toplumun aktörleri
Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere uluslararası toplum dendiğinde akla ortak çıkar ve daha da önemlisi müşterek değerlere önem veren devletler gelmektedir. Başka bir ifade ile uluslararası toplum dendiği zaman akla liberal değerler etrafında kümelenmiş Batılı devletlerin gelmesi gerektiği söylenmelidir. Buna göre, uluslararası toplum, demokrasi, insan hakları, uluslararası hukuk, insancıl hukuk, soykırımın engellenmesi gibi kavramların da dahil olduğu değerler manzumesini amentüsü kabul etmiş devletlerin bir araya geldiği yapının adıdır. Uluslararası toplum kavramının sınırları çizildiğinde bu kümenin içerisine Çin, Rusya, Suudi Arabistan ve/veya Ürdün gibi demokrasi ile yönetilmeyen devletlerin girmediği aşikardır. Çünkü mezkur devletler için yukarıda zikredilen ve liberal dünyaya ait olan değerlerin taşıdıkları manalar göreceli ve tartışmalıdır. İşte bu nedenle uluslararası toplum, Gazze'deki soykırımı sonlandırmak için göreve ve harekete çağırıldığında Rusya ve Çin gibi devletlerin harekete geçmesi beklenmez.
Batı'nın İkircikli Tavrı ve Uluslararası Toplumun Çöküşü
Zamanında Afganistan'da teröre, Irak'ta kitle imha silahlarına karşı harekete geçen aktör uluslararası toplumdan başkası değildi. Bu ve bunun gibi örneklere bakıldığında demokrasiyi tehdit, insan haklarını ihlal eden, barışı ve düzeni bozan aktörlere karşı başlatılan tüm operasyonlarda, bu değerleri amentüsü olarak kabul eden uluslararası toplumun varlığı görülmektedir. Çünkü uluslararası toplumun en temel ahlaki kurallar üzerine bina edilen ve insanı mukaddes kabul eden bir yapı olarak insan ve toplum ahlakı ile bağdaşmayan ve dahası alt-sistemik ve sistemik düzeyde düzeni bozmaya çalışan aktörlere karşı sessiz ve eylemsiz kalması mümkün değildir. Ancak bu defa, Batı ve tüm dünya, İsrail'in Gazze'ye yönelik gerçekleştirdiği soykırımda, yukarıda çerçevesi çizilen amentüyü derinden sarsan aktörün uluslararası toplumun bir parçası olduğu gerçeği ile yüzleşmek zorunda kaldı.
İkinci Dünya Savaşından sonra mezkur toplumun birer parçası olan Fransa ve İngiltere gibi aktörlerin de soykırıma varan suçlara karıştığı doğrudur; ancak tarihte ilk defa bir soykırım iki yıl boyunca anbean canlı yayınla tüm dünya tarafından izlenmektedir. İşte bundan dolayı Müslüman toplumlar ölüm sessizliğine bürünürken tüm Batı -haklar nezdinde- ayağa kalktı ve hükümetlerini adım atmaya ve aksiyon almaya dönük zorlayıcı protesto gösterilerine imza attı. Batı halkları nezdinde uluslararası toplumun bir parçası olan İsrail, on yıllardır iman ettikleri ne kadar değer varsa hepsini anlamsız kıldı. İsrail'in saldırganlığından daha kötü olan ise yine aynı toplumun birer parçası olan Batılı devletlerin çoğunun tarihin bu en büyük soykırımına sessiz kalmasıydı. Tüm bu manzara karşısında Batıda yaşayan vicdan sahibi insanlar adeta şizofrenik bir ruh haline büründü; onlarca yıldır inandıkları değerlerin aslında ne kadar da "seçici" olduğunu idrak ettiler.
İsrail'in Eurovizyon ve UEFA'dan men edilmesi ve uluslararası toplumun çöküşü
İşgal devletinin uyguladığı vahşet karşısından elbette uluslararası toplumun üyelerinin tamamı sessiz kalmadı. İspanya, İrlanda, İskoçya gibi devletler açıkça Filistin yanında saf tutarak İsrail rejimini karşılarına aldılar. Buna ilaveten birçok Batılı aktör, Filistin'i devlet olarak kabul eden yasa değişikliklerine imza attı. Gelinen noktada, işgal rejimi Filistinlilerin sesini kısmak isterken Filistin'in sesi tüm küreye yayıldı. İsrail ise tarihinde hiç olmadığı kadar yalnızlaştı. Öyle ki işgal rejiminin başbakanı Netanyahu son ABD ziyaretine, tutuklanma korkusuyla Avrupa üzerinden değil de yolunu uzatmak mecburiyetinde kalarak deniz üzerinden gitmek zorunda kaldı.
İsrail saldırganlığı sınır tanımaz şekilde devam ederken yakın zaman önce İsrail'in iyiden iyiye yalnızlaşmasına yol açan iki mühim gelişme daha yaşandı: İşgal rejiminin Eurovizyon şarkı yarışmasından ve UEFA'dan menedilmesi ihtimali. Gazze'yi dert edinen insanların bir kısmı için futbol, şarkı gibi alanlar bir anlam ifade etmeyebilir. Oysa ne futbol futboldan ne de sanat sanattan ibarettir. Çünkü dünyada küresel çapta her organizasyonun arkasında ideolojik/siyasi bir akıl bulunmaktadır. Bu bağlamda İsrail'in bu iki organizasyondan menedilmesi kuşkusuz önemli siyasi sonuçlar doğuracaktır. Mukayese yapılması bakımından yakın zaman önce Rusya'nın Ukrayna savaşı sebebiyle bu organizasyonlardan menedildiğini de hatırlatmakta yarar vardır. Ancak İsrail ile Rsuya'nın Eurovizyon ile UEFA'dan menedilmesinin sonuçları bir değildir. Çünkü bu devletlerden biri uluslararası toplumun bir parçası değilken diğeri parçasıdır. Tarihte belki de ilk defa uluslararası toplumun bir parçası, bizatihi bu toplumun kendisi tarafından tecrit edilmekle karşı karşıyadır. Etrafında yeterince düşmanla çevrili İsrail'in Batı tarafından tecrit edilmesinin, işgal rejiminin ölüm fermanı ile aynı anlama geldiğini söylemek abartı olmayacaktır. Rusya gibi bir aktörün Batı'dan doğacak boşluğu doldurabileceği birçok seçenek varken İsrail'in bu boşluğu doldurabileceği seçenek mevcut değildir.
Tüm bu anlatı dikkate alındığında, Trump'ın ortaya koyduğu "sözde" barış planının, sahada kazanamayan ve mensubu olduğu toplumda dahi giderek yalnızlaşan İsrail'i müzakere masasında galip çıkarma çabasından ibaret olduğu açıktır. Bugün zalimi değil mazlumu cezalandıran bu düzen ve onun sürekliliğiyle ayakta kalan uluslararası toplum, inandığını iddia ettiği değerleri bir kenara bırakarak İsrail barbarlığının yanında saf tutmaktadır. Bu koşullar altında uluslararası toplum, ABD'nin sözde barış planı sayesinde belki kısa süreli bir rahatlama sağlayabilir; ancak ikircikli tutumunu sürdürdüğü, halkların artan taleplerine yanıt vermediği ve savunduğu değerleri, kendi üyelerinden biri olan İsrail'in saldırganlığının önüne koymadığı sürece mevcut düzeni sürdürmesi mümkün görünmemektedir.