Ulus’tan Millet’e geri dönerken; umut, ateş ve duman

Ahmet Özcan/Yazar
29.03.2014

Yüz yıldır ateşler salıyorlar üzerimize, yüz yıldır sis bombaları atıp dumanlar içinde yolumuzu, yönümüzü, kimliğimizi şaşırmamızı arzuluyorlar. Türk diye, Kürt diye, Filistinli, Boşnak, Arnavut, Çeçen diye çoğu zaman bizden devşirdikleri zalim kullarından yarattıkları cellatlarla saldırıyorlar.


Ulus’tan Millet’e geri dönerken; umut, ateş ve duman

Kani diherikin /Karwan diçün /Tişt nema li dü /Hevi ar ü dü /Ü baye gerok

(Çeşmeler akıyor /Kervan gidiyor /Geride bir şey kalmadı /Umut, ateş ve duman /Ve gezgin bir rüzgar) Xoşnaw Tîllî

1993 yılında bir sabah vakti Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’ne bağlı Ormaniçi Köyü’ne askerler tarafından ateş açıldığında 3 yaşındaki Abide iki kardeşiyle birlikte evlerinin üst katında uyuyordu. Silah seslerini duyan anne Mevlüde Ekin uyanmış, çocuklarına alt kata gelmesini söylüyordu. O sırada üst kattaki pencereden odaya düşen bomba patladı, Abide yaralandı. Annesi Abide’yi bağırsakları dışarıya çıkmış halde komşusunun evine götürdü. Orada komşusuyla beraber bir kumaş parçasıyla Abide’nin yarasını sarmaya çalıştı. Bir müddet sonra silah sesleri durdu, askerler evleri boşaltıp köy halkını meydanda topladı. Abide de annesinin kucağında meydandaydı. Annesi korktuğu için askerlere çocuğun yaralı olduğunu söylemedi. 

‘Bunu niçin yaptınız?’

Köyün erkekleri yere yatırılmış dövülüyordu. Askerler tarafından köydeki evler yakıldı, hayvanlar öldürüldü. Günbatımına kadar köy meydanında kaldılar sonra köyün erkekleriyle beraber Abide’nin ablası Halime abisi Abdullah askerler tarafından elleri bağlanarak götürüldü. Abide o geceyi annesiyle birlikte köyün camiinde geçirdi. Askerler ertesi gün tekrar geldiler, kalan katırları öldürdüler. Köyün etrafı askerler tarafından sarılmış olduğu için Abide’yi hastaneye götürmek mümkün olmadı. Annesi, askerlere Abide’nin yarasını göstererek ‘Bunu niye yaptınız?’ diye sordu. Askerler cevap vermedi. İki gün sonra Abide camide öldü, ertesi gün gömüldü.”(Tuğba Tekerek, Savaşın öldürdüğü çocuklar’)

Batı Şeria’da bir Filistin mülteci kampında 80 yaşındaki Ayşe nine 1948’den bugüne yaşadıklarını birbirine karıştırarak çok doğal olaylar veya masalmış gibi anlatırken yukarıdaki olayı hatırlamıştım. 1990’lı yıllar boyunca bir yandan doğuda süren kirli savaşın kurbanları, bir yandan Bosna, Çeçenistan, Filistin, Cezayir, Karabağ, Doğu Türkistan... Nereye bakacağımızı, neye üzüleceğimizi şaşırmıştık. Okul kapılarında kovulan aşağılanan başörtülülerin acısı en azından kansız olduğu için adeta teselli ödülü gibiydi. Ölen, öldürülen, zulmedilen her yerde bizdik ve büyük bir topyekun saldırı karşısında doğru yerde durup, ayrım yapmadan bütün zalimlerin karşısında bütün mazlumların yanında yer almanın asil bir erdem olduğunu çok sonraları anladık. 

Mazlumların sesi

Çünkü mazlumların adına konuşan, savaşanların çoğu, zalimler gibi sadece kendi mazlumiyetlerinin bencilliğiyle diğer kardeşlerine gözlerini kapatıp, ortak acılarımızı bile bölüyorlardı. Bu, zalimlerin zulmü kadar can yakıcıydı ve o zamanlar çokta kavrayabildiğimiz bir şey değildi. Ümmetin bölünmüşlüğü acılarda bile nüksediyordu. Oysa mazlumların Kimi, Kürt, kimi Arap, kimi Boşnak, kimi Türk, kimi Çeçen, kimi Azeriydi, ama hepsi bizdik ve hepsi özünde aynı düşmanlar tarafından farklı sebep ve coğrafyalarda katlediliyordu. Biz hepsini görüyorduk ama bazıları sadece kendileriyle ilgiliydiler. 

Biz ‘Fırat kıyısında bir kuzuyu kurt kapsa, Allah bunun hesabını benden sorar’ imanıyla hareket ediyorduk. Her şeyin ümmetin ortak yenilmişliğinden kaynaklana inanıyorduk. Bütün yenilgilerimiz, bu büyük yenilginin bir sonucuydu.

Millet’in asil zaferi

O yıllarda ümmet şuuruyla sergilediğimiz bu erdemli refleksin, aslında bir kurtuluş ilacı olduğunu idrak etmemiz çok sonraları oldu. Türklere, Kürtlere, Araplara, Boşnaklara, Arnavutlara, Çerkezlere, Azerilere tek bir millet olarak bakan şuur düzeyi, her birini ayrı bir halk, millet, ulus olarak görenlerin karşısında aynı asalet ve erdemle duruyor, bu cihanşümul idrakle davranıyordu. Ölen bizdik, öldüren onlar ve ne ırk, ne coğrafya ne de meşrepler bu açık gerçek karşısında hiçbir şey ifade etmiyordu. Ümmet şuuru milliyetleri, millet şuuru ise batılıların uydurduğu ulus ve etnos gibi ilkel güdüleri geri plana atıyor, evrensel ve tarihsel bir davanın asabiyesi bütün diğer aidiyetleri önemsizleştiriyordu. Bu nedenle hiçbir zulme ortak olmadık, hiçbir zalimi arkalamadık. Kemalist TC, Siyonist İsrail, Sünni Saddam, Nusayri Esed, Sırp Çentik, Rus, Çinli, İngiliz, Amerikan... bütün zalimler bizim için aynı pagan dinin mensupları ve aynı şeytanın çocuklarıydı, bütün mazlumlarda aynı Ademin evlatları. Bu Müslüman irade, aynı kararlılık ve istikametle, Kürt barışını, Suriye direnişini, Tunus ve Mısır devrimini yürütürken, aynı ümmet ve millet şuurunun nöbetini tutuyor şimdi. Bu İsyan ahlakı, cephelerde, politikada yenilsek de gerçekte kazandığımız en büyük zaferdi. Çünkü her yerde kardeşlerimizin maruz kaldığı büyük acılara karşı aynı adalet ve merhametle atan Müslüman yürekler sayesinde şimdi bir Boşnak anne Suriye’deki kardeşine yardım topluyor, bir Filistinli amca “barış süreci inşallah sorunsuz yürüyor değil mi?’ diye soruyor, bir Mısırlı genç Çeçen mültecilerin kampına gidip belgesel çekiyor, Bir Arnavut yazar Doğu Türkistanlı mazlumlar için şiir yazıyor, bir Kürt esnaf Kosova’daki yetimler için servetinin yarısını bağışlıyor. Biz düşmanın çok güçlü olduğunu biliyoruz. Hiçbir insani değer, ahlak ve vicdana sahip olmadığını da... Bir gece ansızın evimize gelip gencecik çocuklarımızı, genç, yaşlı, kadın ayırt etmeden insanlarımıza her tür işkence ve zulmü uygulayacak kadar alçak olduğunu da... Ama onlar gibi zalim olmadığımız için çoğu zaman dua ve gözyaşlarımız dışında bir şey yapamayacak kadar güçsüz olduğumuzun da farkındayız. Düşman işte bizim bu asıl gücümüzü, yani biz duygumuzu bir türlü çözemiyor. Dağıtıp parçaladığı ümmetimizin, uluslara, etnoslara, mezheplere bölerek bir birine kırdırmaya çalıştığı milletimizin bütünlüğünü yeniden sağlayan o büyük iradeye karşı hiçbir şeytanlığı işe yaramıyor. Sıradan, yoksul, mazlum yüz binler, milyonlar, kendiliğinden harekete geçiyor, görünmez ağlarla haberleşiyor, yardımlaşıyor, dualaşıyor. Ve düşman, işte buna hiçbir şey yapamıyor. Ve şimdi bu sebeple yeniden ayağa kalkarken beyni milliyetçilikle, batıcılıkla, solculukla, sağcılıkla kirlenmiş, devşirilmiş zavallı insanlar topluluğu Haşhaşi koalisyonu çukurunda Erdoğan’ı İngilizler adına köşke çıkarmama operasyonuna asker yazılıp adi birer çapulcu olarak tarihe geçiyor. Asıl zafer bu sağlıklı ayrışmadır. Ümmetimizi, milletimizi etnik veya Batılı ideolojilerin saçma sapan demagojileriyle bölen fitneler tarihe karışıyor ve artık derin, tarihsel ve hakiki bölünmeler yaşanıyor. 

Söz tükenmedi umut yaşıyor

Siyonist İsrail rejimi, geçen hafta Nablus’ta 4 cesedi ailelerine teslim etti. 14 yıl önce intifada sırasında gözaltına aldığı 12-13 yaşlarında çocukların cesetleriydi. Ceset derken, birer kemik yığınından ibaret torbalardı bunlar. Nablus halkı görkemli bir cenaze töreniyle zalimlere bir kez daha lanet ederek şehitlerini gömdü. Srebrenitsa’da katledilen Boşnakların kemikleri her yıl toplanıp dna testiyle eşleştirilerek kimliği tespit edilenler ailelerine veriliyor. Doğuda faili meçhul zalimliğin kurbanlarının kemikleri yeni yeni toprağın altından çıkartılıp kimlik tespitiyle birer mezara kavuşuyor. Farkındayız, daha çok kemiklerimiz, özellikle o masum çocuklarımızın kemikleri hala bir yerlerde gömülü duruyor. Acılarımız ise hep taptaze. Ve Suriye örneğinden biliyoruz ki, daha çok kemik toplayacağız. Biz bu dünyanın ebedi olmadığını, gelip geçici olduğunu ve Allah’ın her daim her yerde her şeyi gören ve bilen olduğunu da biliyoruz. Hiçbir şeyin yapanın yanına kalmayacağı o büyük hesaplaşmaya olan imanımız bizi acılara karşı dayanıklı kılıyor. Ama düşman, biz duygumuzu çözemiyor. Kurdurduğu zalim ulus devletlerin ve sözde bunlarla savaştığını iddia eden en az onlar kadar zalim ve ırkçı materyalist örgütlerin işledikleri suçların hesabını sormamızı engelleyemiyor. En önemlisi, yaratmaya çalıştıkları ‘onyıldaonbeşmilyonimtiyazlı’ devşirmeden oluşan çapulcu ‘ulus’un darmadağın edilip gerçek milletimizin kendi kaderine el koyması karşısında hiçbir şey yapamıyor. Fitne, terör, medya tezviratıyla sadece kendi kullarını kandırabiliyor. Yüz yıldır ateşler salıyorlar üzerimize, yüz yıldır sis bombaları atıp dumanlar içinde yolumuzu, yönümüzü, kimliğimizi şaşırmamızı arzuluyorlar. En zayıf en masum yanımızı, çocuklarımızı katledip irademizi felç etmeye çalışıyorlar. Türk diye, Kürt diye, Filistinli, Boşnak, Arnavut, Çeçen diye çoğu zaman bizden devşirdikleri zalim kullarından yarattıkları cellatlarla saldırıyorlar. Ama bir türlü ‘Biz’i yenemiyorlar.

Şırnak’ta 3 yaşındaki Abide’yi katleden cellatların ırkçı faşist düzeni yıkılırken, son bir umutla onlara destek için sokaklara dökülen Haşhaşi münafıkların ve Kemalist çapulcuların kirli, kanlı, alçak saldırganlığı karşısında dik duran, asla boyun eğmeyen, en küçük bir tereddüt geçirmeden safını seçen millet, Kemalizmi de arkasındaki Batılı güçleri de yenmiştir. Geçmiş olsun.Sözümüz tükenmedi, umudumuz baki. Gezgin bir rüzgar, bizi o günlere götürecek. Artık düşman ve işbirlikçileri düşünsün.

[email protected]