Üniversite kamp mı, kampüs mü?

Dr. BEKİR S. GÜR / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
29.12.2012

Şöyle bir haber düşünelim: “Kemal Kılıçdaroğlu, Erciyes Üniversitesi’ne yaptığı ziyarette bir grup öğrenci tarafından protesto edildi ve kampüse girişi engellendi.” Ya da şöyle: “Devlet Bahçeli’nin Dicle Üniversitesi’nde yapacağı konuşma öğrencilerin olay çıkarması dolayısıyla iptal oldu.” Veyahut şöyle: “Selahattin Demirtaş’ın Aksaray Üniversitesine yaptığı ziyareti protesto eden öğrenciler, konuşmayı dinlemeye gelen kişilere taş ve sopalarla saldırdılar.” Acaba bu olaylara nasıl tepki verirdik veyahut bu olaylara nasıl vermek gereklidir?


Üniversite kamp mı, kampüs mü?

Öncelikle şunu açıkça söyleyelim: Son günlerde, ODTÜ olayları dolayısıyla tartışılan konuların çoğu, olayın kendisiyle hiçbir şekilde ilgili değildir. Konunun, öteden beri iktidarın otoriterleşmesi ve hoşgörüsüzlüğü tartışmalarına bir malzeme olarak sunulması, bu tespitimize en büyük delildir. Dolayısıyla Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın ODTÜ ziyareti dolayısıyla gelişen olayları sağlıklı bir şekilde değerlendirmek istiyorsak, üniversite kavramının kendisine içkin bazı ilkelerden hareket etmemiz gereklidir. Bu çerçevede, yukarıda sıraladığımız hayali haberler dolayısıyla yapılacak değerlendirmeler ile Başbakan’ın ziyareti dolayısıyla çıkan olaylara dönük yapacağımız değerlendirmeler aynı olmalıdır. Bir üniversitede öğrencilerin protesto yapması, akademik özgürlüklerin ne olduğu ve ne olmadığına ilişkin bir konudur ve bu şekilde değerlendirilmelidir.

‘Evrensel kampüs’ standartı

Modern üniversiteyi diğer kurumlardan ayıran en temel hususiyetlerden biri, akademik özgürlük ilkesidir. Akademik özgürlük, yaygın kanaatin aksine, sadece öğretim üyelerinin istedikleri görüşleri açıklama özgürlüğüyle sınırlı değil, aynı zamanda öğrencilerin istediklerini öğrenme özgürlüğünü kapsamaktadır. Bu çerçevede üniversiteler, en aykırı fikirlerin dahi rahatlıkla ifade edilebildiği mekânlar olmuşlardır. Üniversitenin bu hususiyeti üzerinde geniş bir uzlaşı olduğunu söylemek de mümkün. Peki, akademik özgürlük, öğrencinin ya da öğretim üyesinin her davranışının hoş görülmesi gerektiği anlamına gelir mi? Kampüslerde protesto nasıl olmalıdır? Columbia ya da Oxford gibi üniversitelerde ne gibi davranışlar hoş görülmez?

Dünyada köklü üniversitelerin gelenek ve pratiklerine bakıldığı zaman, özellikle bir kısıtlayıcı tutum dikkat çekmektedir. Bu kısıt, yine akademik özgürlük ilkesine dayalıdır: Üniversiteler, kampüse gelen konuşmacıları zorla konuşturmamaya çalışanlara müsamaha etmemelidir. Çünkü zor kullanma, başkasının kendini ifade etme özgürlüğü ve bir başkasının dinleme özgürlüğünü kısıtlamaktır. Princeton Üniversitesi eski rektörü William G. Bowen, 2010 yılında yayımlanan Çıkarılan Dersler: Bir Üniversite Rektörünün Anıları başlıklı kitabında kampüslerde akademik özgürlüklerin nasıl anlaşılması gerektiğini şu sözlerle ifade etmektedir: “Hiçbir üniversite ya da kolej, başkalarının hakkına tecavüz ya da kurumun esas misyonunu tehdit eden davranışları hoş görmez.”

Bazı öğrencilerin aktif ve bir takım politik tutumlara sahip olup görüşlerini ifade etmeleri ya da bazı kişileri protesto etmeleri, üniversite gençliğinden beklenebilecek son derece sağlıklı bir durumdur. Ne var ki, yukarıda özetlenen, akademik özgürlüğe ilişkin çerçeveden bakıldığı zaman, ODTÜ’de yaşanan olayların, birçok açıdan akademik özgürlükleri ihlal olduğu açıkça görülmektedir.

“Burası ODTÜ, burada herkes protesto edilir” şeklinde bir savunmadan hareketle her türlü protesto haklı görülürse, o zaman her türlü görüşün ifade edilebildiği bir kampüsten değil, olsa olsa bir kamptan bahsedebiliriz.

Öncelikle, bazı öğrencilerin “biz gerekirse zor kullanarak istediğimizi konuşturmayız” tavrı, gelişmiş ülkelerdeki kampüslerin hiçbirinde hoş görülmeyecek bir davranıştır. Bu tavrın muhatabı ister bir Başbakan olsun ister bir yazar ya da sıradan bir vatandaş olsun, bu tür bir tavır, en açıkça şekilde kınanır ve gerekli disiplin işlemleri yapılır.

Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, öğrenciler, ileride çocuklarına ya da torunlarına anlatacak “hey gidi günler! Biz bir keresinde yüzlerce polisi karşımıza aldık, Başbakan’ı konuşturmadık” gibi anılar bırakmak isteyebilir. Gençlerin bu isteklerini zor kullanarak yapmaya çalışmaları yanlış olmasına rağmen gençler bu yanlışlığın yeterince farkında olmayabilir. Asıl tuhaf olan şey, kimi öğretim üyelerinin gençlerin bu tür davranışlarını hoş görmeleri ve onları cesaretlendirmeleridir. Bu tuhaflık, hocaların da zihin dünyalarında yanlış bir akademik özgürlük ve kampüs fikri olduğunu göstermektedir. Öğretim üyelerinin sorumluluğu, hiçbir baskıya başvurmaksızın, kendi araştırma sonuçlarını öğrencileriyle paylaşmaktır. Öğretim üyeleri, öğrencilere karşı sorumluluklarını yerine getirmeli ve normal akademik hayatı sekteye uğratmamaya özen göstermelidir. Üniversitelerin iktidara mesafeli olmaları son derece normal olduğu gibi, iktidar karşıtı bir odak olmaya da mesafeli olmaları gereklidir. Her ne sebeple olursa olsun, üniversite kampüslerinin aşırı politize olmasından kaçınmak gereklidir.

Protesto hakkının kullanımı

Sesi en çok çıkan ve örgütlü hareket eden 200 öğrencinin her türlü davranışı, akademik özgürlük bahanesiyle hoş görülecekse, sessiz 20 bin öğrencinin akademik özgürlüğü ne olacak? Madem, üniversite kendisini sadece bu 200 kişi üzerinden tanımlıyor, o halde geri kalan bütün öğrenciler yancı mı oluyor? Böyle bir ortamda, söz konusu 200 kişiden farklı düşünen bir kişi kendini nasıl ifade edebilir? “Burası ODTÜ, burada herkes protesto edilir” şeklinde bir savunmadan hareketle her türlü protesto haklı görülürse, o zaman her türlü görüşün ifade edilebildiği bir kampüsten değil, olsa olsa bir kamptan bahsedebiliriz. Dolayısıyla, kampüsü tek bir ideolojik ya da başka türlü bir kampla sınırlandırmak, evrensel anlamda ve her türlü görüşün barındığı bir kampüsün inkârı anlamına gelmektedir. Sadece protestocu bir grubun davranışından hareketle, kampüsteki normal akademik hayatı felç etmek, Jacques Barzun’un 1968 olaylarını tarif ederken kullandığı güzel tabirle “öğrenci despotizmi” anlamına gelmektedir.

Üniversite, topluma ve devlete karşı özel bir pozisyondadır. Üniversiteler, devlet ve toplum baskısı olmaksızın özgürce hakikati arasınlar diye özerktirler. Üniversiteler bu rollerini oynadığı sürece, toplum ve devlet tarafından desteklenirler. Üniversiteler tam da hakikati özgürce arayabildiği ölçüde, toplumun taleplerine ve devletin ihtiyaçlarına da cevaplar üretirler.

Üniversitenin topluma sorumluluğu

Bundan dolayı, öğretim üyelerinin hakikat arayışı ile üniversitenin topluma ve devlete karşı kurumsal işlevleri birbirini destekler; üniversiteler özgür ortamlarda kalkınmaya destek olurlar. Üniversiteler şayet toplum tarafından kendilerine bağışlanan özel pozisyonlarını sürdürmek istiyorlarsa, hakikat arayışında toplumun gerisinde değil, ilerisinde olmalıdırlar. Doğrudan söylemek gerekirse, üniversiteye verilen özel konum, bir hak değil, toplum tarafından bağışlanan bir ayrıcalıktır. Dolayısıyla kimsenin bu ayrıcalığı tüketmeye hakkı yoktur.

Son olarak, ilkesel olarak şunları netleştirelim: Kampüslerde her türlü barışçıl protesto meşrudur; üniversite, kampüste başkalarının akademik özgürlüğünü sınırlandıran davranışlara asla müsamaha göstermemelidir; bir kampüste polise ihtiyaç bırakılmamalıdır.

[email protected]