Ürdün'de darbe girişimi... Yeni bir Hariri vakası mı?

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
10.04.2021

Ürdün'de darbe girişimi iddiasıyla gözaltına alınan isimler arasında Besim İbrahim Avadallah ve Şerif Hasan bin Zeyid'in yer alması bu girişimin arkasında Suudilerin yer aldığına dair en güçlü işaret olarak yorumlandı. Hariri gibi Suudi vatandaşı olan her iki ismin, özellikle de Avdallah'ın uzun yıllardır Muhammed bin Selman ile yakın teması, NEOM projesinde ve ARAMCO'nun özelleştirilmesinde üstlendiği rol dikkat çekici.


Ürdün'de darbe girişimi... Yeni bir Hariri vakası mı?

Geçen hafta ajanslar Orta Doğu'nun en istikrarlı ülkesi olan Ürdün'de bir darbe girişimini haberleştirdiler. İddiaya göre 1999 yılında ölen Kral Hüseyin'in oğlu ve eski Ürdün Veliaht Prensi Hamza, kendisine yakın bir grup üst düzey yetkili ve bazı kabilelerin de desteğiyle Ürdün Kralı Abdullah'ı devirmeye yönelik bir darbe girişiminin ortasında yakalandı. Girişimi önceden fark eden Ürdün güvenlik güçleri Hamza'nın ev hapsine gönderildiğini ve 20 civarında üst düzey yetkilinin de tutuklandığını açıkladı.

Son dönemde farklılaşan Ürdün dış politikası, darbe girişiminin zamanlaması ve darbe suçlaması ile tutuklanan bazı isimlerin Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile olan iltisakı, Riyad'ın bu darbe girişimindeki rolüne dair kuşkuları artırdı. Muhammed bin Selman'ın Lübnan iç siyasetine müdahale için Mayıs 2018 tarihinde dönemin Lübnan başbakanı Saad Hariri'yi günlerce Riyad'da rehin tutup istifaya zorlamış olması bu kuşkuları haklı çıkarmakta. Bu dönemde Muhammed bin Selman Hariri'nin İran ve İran destekli Hizbullah örgütü ile olan sıkı bağlarından ciddi bir rahatsızlık duymaktaydı.

İşlevsel bir çöl mandası

Siyasi sınırları büyük ölçüde Syks-Picot anlaşmasıyla çizilmiş olan Ürdün, hem Suriye ve Lübnan'daki Fransız mandasının güneye sarkarak Süveyş Kanalı ve Kızıldeniz'deki İngiliz varlığına bir tehlike teşkil etmemesi için hem de radikal Araplar (Filistin, Suriye ve Lübnan) ile ılımlı Araplar (Suudi Arabistan) arasına bir tampon işlevi görmesi için İngilizler tarafından kurulmuştu. Irak ile bir sınır bağlantısı da kurularak bu şekilde Musul ve Kerkük'ün zengin petrol rezervlerinin uluslararası piyasalara taşınmasında Fransız mandasındaki Suriye'ye alternatif bir güzergâh sağlanmıştı.

1924 yılında Abdülaziz bin Suud'a bağlı askerler Haşimilerin yönetimindeki Hicaz bölgesini (Mekke ve Medine) ele geçirdiklerinde tarih boyunca devam eden Haşimi-Suudi rekabeti yeni bir aşamaya taşınmış oldu. Çünkü bu tarihten sonra I. Dünya Savaşı sürecinde Osmanlı'ya isyan karşılığında İngilizlerin Haşimilere vaat ettiği topraklar önemli ölçüde İbn Suud ailesinin denetimine girmişti. Bugün Ürdün'de devam eden Haşimi yönetimi uzun yıllar Hicaz üzerinde hak iddia etmiş ve bu bölgeyi yeniden ele geçirmek için bölgede meskûn kabileleri Suudi yönetimine karşı isyana teşvik etmişti. Ancak her iki rejimin de statükocu yapısı, içeriden ve dışarıdan benzer meydan okumalarla karşı karşıya kalması ve Soğuk Savaş döneminde Sovyetler karşısında Batı bloğunda yer alması aralarındaki rekabetin hafiflemesiyle ve işbirliği alanlarının çoğalmasıyla sonuçlandı.

Bugün Suudi Arabistan yönetimi Manama ile birlikte Amman'ı, krallığın savunmasının dış halkası olarak görmekte. Aynı zamanda Riyad yönetimi Amman ile kurduğu yakın ilişki sayesinde Filistin meselesine de müdahil olabilmekte. Çünkü Ürdün hem Doğu Kudüs üzerinde yasal haklara sahip hem de nüfusunun büyük bir kısmı Filistinlilerden oluşuyor. Ürdün'ün jeopolitik konumu itibariyle Filistin meselesinde ve İsrail'in güvenliğindeki önemi Batı nezdinde de ülkeyi değerli hale getiriyor. Hatta ülke başta ABD olmak üzere çok sayıda Batılı ülkeden diplomatik, askeri ve ekonomik avantajlar elde ediyor. Hâlihazırda Ürdün İsrail'den sonra ABD'nin kişi başına en çok yardım ettiği ülke konumunu İsrail'in güvenliği bakımından oynadığı bu önemli role borçludur.

BAE-Suudi ekseni

Uzun yıllar Ürdün-Suudi ilişkilerinde ortak tehdit ve çıkar algılarının zorladığı işbirliği zemini, Trump yönetiminin "Yüzyılın Barışı" projesi ve 2020 yılında başlayan Körfez-İsrail yakınlaşmasıyla ciddi bir yara almaya başladı. Çünkü her iki gelişme de Ürdün'ün varlık sebebi, hem Arap hem de Batı dünyasında kendisine atfedilen değerin temel kaynağı olan İsrail'in güvenliğindeki ve Filistin meselesindeki önemini zayıflatacak sonuçlar doğurdu. Suudilerin her iki girişime de destek veriyor olması Amman'da, Ürdün'ün stratejik konumunu zayıflatmaya yönelik bir çaba olarak yorumlandı ve derin bir hayal kırıklığına yol açtı.

Yeni Arap bloku

Son dönemde Ürdün dış politikasının Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)-Suudi ekseninden uzaklaştığı, yeni denge arayışlarına girdiğine şahit olmaktayız. Burada Ürdün-Irak-Mısır üçlüsünün son dönemde üst düzey temaslar ile BAE-Suudi eksenine alternatif yeni bir Arap bloğu oluşturma girişiminden bahsedebiliriz. Her üç ülkenin de son dönemde BAE-Suudi ekseninin izlediği politikalardan duyduğu rahatsızlık bu yakınlaşmanın temel sebebi olarak okunabilir. Mısır, Ürdün ve Irak'ın Filistin meselesinden dışlanması, Mısır'ın Kızıldeniz ve Süveyş üzerindeki stratejik avantajlarını zayıflatmaya dönük projeler, İsrail ile Körfez arasında doğrudan bağlantıların oluşturularak Ürdün'ün stratejik konumun zayıflatılması ve Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te Ürdün'ün uluslararası anlaşmalarla sahip olduğu hakların BAE'le verilmek istenmesi bu rahatsızlığın en önemli sebepleri olarak sayılabilir. Aynı zamanda yaklaşan Filistin seçimleri ve Ürdün'ün seçim sonuçlarını etkileme kabiliyeti de bölge siyasetinin kritik bir gündemi olarak ön plana çıkıyor. Bundan önceki seçim 2006 yılında yapılmış Körfez ülkelerinin el-Fetih'i desteklemeye yönelik tüm çabalarına rağmen seçimi HAMAS kazanmıştı.

Suudi savunmasının dış halkası olarak kabul edilen Amman'ın BAE-Suudi çizgisinden uzaklaşma girişimleri Riyad'da ciddi bir rahatsızlığa yol açmışa benziyor. Darbe girişimi iddiasıyla gözaltına alınan isimler arasında Besim İbrahim Avadallah ve Şerif Hasan bin Zeyid'in yer alması bu girişimin arkasında Suudilerin yer aldığına dair en güçlü işaret olarak yorumlandı. Hariri gibi Suudi vatandaşı olan her iki ismin, özellikle de Avdallah'ın uzun yıllardır Muhammed bin Selman ile yakın teması, NEOM projesinde ve ARAMCO'nun özelleştirilmesinde üstlendiği rol Muhammed bin Selman'ın tıpkı Hariri ailesi üzerinden Lübnan iç siyasetine yaptığı müdahale gibi Ürdün iç işlerine de karışması olarak yorumlandı. Darbe girişiminin başarısız olmasıyla Avdallah ve Zeyd'in tutuklanması Riyad'da derin bir endişe kaynağı haline geldi ki tutuklamaları müteakiben Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan acele ile Amman'a uçarak her iki ismin de serbest bırakılması için Ürdün makamlarına baskı yaptı. Faysal bin Ferhan'ın, Avdallah ve Zeyd'i almadan Riyad'a dönmeyeceği şeklinde tehdit de içeren söylemleri- ki Suudiler bu haberleri yalanladılar- Riyad'ın her iki ismin Suudilerin darbe girişimine olan desteğine dair açıklamalar yapmasından duyduğu endişeyi yansıtıyor.

BAE-Suudi ekseni uzun yıllardır başta Levant bölgesi olmak üzere çok geniş bir alanda nüfuz elde etmek ve bölgede kendi çıkarlarına uygun bir politik düzen kurmak için çalışıyor. Çoğu zaman çek defterine dayanan bir dış politika ile Lübnan, Filistin, Ürdün ve Mısır gibi bölgenin önemli ülkelerini kendi politik ajandalarına uygun bir dış politika izlemeye zorluyorlar. İran ve Türkiye gibi rakip aktörlerin Levant bölgesinde varlık göstermesi BAE-Suudi ekseninin en büyük korkusu durumuna geldi. Sayılan ülkelerin büyük ekonomik sıkıntılar yaşıyor olması BAE-Suudi ekseninin finansal araçlarla bölge siyasetini dizayn etmesi için uygun atmosfere yol açmakta. Aynı zamanda Ürdün'de bozulan hanedan içi uyum, ülkenin gerek Suriye gerekse de Filistin meselesinde artan maliyeti ve azalan dış yardımlar ülkede ciddi bir kırılganlığa neden olmakta. Şu bir gerçek ki bölgede kırılganlıklar arttıkça BAE-Suudi ekseni yeni dizayn projeleri için fırsatlar ortaya çıkmaya devam edecektir. Ürdün'de yaşanan darbe girişiminden sonra gözler Filistin seçimlerinde ve seçim sonrası yaşanacak gelişmelerde olacaktır.

@DrNecmettinAcar