Ütopyadan distopyaya

Celal Tahir / Yazar
29.04.2017

Dünyadaki bozuluş, bir tür sahte cennet arayışı ile tetiklenen bir süreçtir. İdeolojiler rehberliğindeki hareketlerin müdahaleleri de aynı neticeyi vermektedir. İşte bu süreç başladıktan sonra dünyanın gerçekliği distopyalar istikametinde dönüşmeye başlamaktadır. Çünkü aslî prensiplerle bağı zayıflamış dünya, kaos girdabının çekim alanındadır.


Ütopyadan distopyaya

Thomas More’un eseri olan Ütopya daha sonra başka yazarların da benzer eserler vermesiyle bu türün genel adı olur. Ve sadece edebiyatın bir dalını değil, bir düşünme disiplinini ifade eden kavram halini alır. Ütopya; modernite ile beraber öte-dünya inancının reddi veya reddi olmasa da ciddi ölçüde zayıflaması neticesinde bir yeryüzü cenneti hayalini özleminin ifadesidir. Bir başka açıdan da Eski Yunan’da, Perslerde, Hindularda mevcut olan devirler öğretisi ile irtibatlıdır. Bu yönüyle ütopya, bir altın çağ özlemini ifade eder. Buna göre altın çağ bir tür cennet halinin yeryüzünde yaşan-masıdır. Burada insanlar arasında mutsuzluk, umutsuzluk, savaş, kötülük, sakatlık, noksanlık vs. gibi öğeler neredeyse yok gibidir. İnsanlar mükem-mel, iyi, günahsız, kusursuz, noksansız gibidir. Ütopyalar bu özlemi dile getiren yapıtlar olarak okunabilir, ideolojiler de altın çağa giden yolları göste-ren kılavuzlar ve aynı zamanda ütopyalardır. Bu kadim anlayışlardan hareketle, seküler bir cennet hayaliyle bir yazın türü olarak ütopya ortaya çıkar. Modern ideolojik davaların vaadleri ve ütopyalar insanda zaten içkin olarak var olan cennet özleminin tersyüz edilmiş muhtelif tezahürleri ve ifadeleridir. Ütopya bir açıdan da Yahudi metafiziğine bağlanabilir; yeryüzü cenneti inancı, insanlık evriminin sonuna yani kıyamete doğru gökyü-zünün kapılarının açılacağı ve gökyüzü Kudüs’ünün, yani yeryüzü cennetinin görüneceği şeklindeki inançtır. Çünkü o, yeryüzü Kudüs’ünün gökyü-zündeki arketipidir. Kudüs ve adına Ortadoğu denilen Batı-Asya İslam coğrafyasında bir asırdır kopan fırtınanın arka-planının izahı da budur.

Ütopyalar gerçekleşmeyince ve gerçekleşmeyeceği anlaşılınca yerini, negatif ütopyalar, distopyalar alır. Gerçekten de dünya böyle bir hale doğru gitmektedir. Oluş ve bozuluş evreninin bozulma/ifsad evresinde olduğumuz bütün yaşadıklarımızla sabittir: Tarım, toprak, hava, su vb. bozulmalar, arızi bir durum değildir. Karakter itibariyle bu uygarlığın bozucu-yıkıcı bir yapısı vardır. Ütopyaların gerçeklikten uzak olması ve gerçekleşememesi, buna mukabil distopyaların gerçekleşecek gibi gözükmesinin birkaç sebebi vardır. İçinde yaşadığımız âlem değişimler, oluş ve bozuluş âlemidir; bir tür cennet özlemi olan, sahte cennet gibi olan ütopyaların bu dünyada gerçekleşemeyecek olmasının en önemli ve temel sebebi budur. Çünkü cennet hali açıkça bu âlemin üzerinde ve dışındadır.

Cennet mi, cehennem mi?

Ve bunun ile beraber eskiden beri bir takım insanların ve cemiyetlerin üzerinde durduğu ölümsüzlüğün de içinde bulunduğumuz âlemde tahakkuk etmesi mümkün değildir. Çünkü içinde yaşadığımız âlemin bizatihi kendisi ölümlüdür.

İçinde yaşadığımız âlem, ilahî-aslî prensipler üzerine bina olunmuştur. Bu âleme müdahale edilmeden ütopyaları gerçekleştirmeye dönük düzenlemeler yapılması mümkün değildir.  Bu müdahaleler gerçekleşirken, ilahî-aslî prensiplere göre bina olunan dünya fesada uğrar. Ki, modern dünya bir yanıyla bu müdahalelerin gerçekleşme sürecidir. Yani dünyadaki bozuluş süreci, bir tür sahte cennet arayışı ile tetiklenen bir süreçtir. İdeolojiler rehberliğindeki hareketlerin müdahaleleri de aynı neticeyi vermektedir. İşte bu süreç başladıktan sonra dünyanın gerçekliği distopyalar istikametinde dönüşmeye başlamaktadır. Çünkü aslî prensiplerle bağı zayıflamış dünya, kaos girdabının çekim alanındadır. Tüm bunlar ütopya ile harekete geçen modern insanın doğrudan distopyaları gerçekleştirmesinin ana hatlarıdır.

Ortada yaşananlar aslı olmayan suretler gibidir. Çünkü asli-ilahi prensiplerden epey kopmuş ve uzaklaşmış kişi, olay, olgu ve süreçler aynı zamanda fikirler, düşünceler, sanat ve fikir ürünleri ortadadır. Özgürlük namına birçok sanat akımının ortaya koyduğu ürünler ve yine özgür düşünce namına ideolojik cenderelerin içine hapsolmuş zihinlerin ortaya koyduğu garip hatta bazen doğrudan sapkın fikirler ve garip siyasi, kültürel, toplumsal akımların, olguların ve yapıların ortaya çıkışı da bu bağlamda anlam kazanmaktadır. Organ nakli, genetik bilimi ve yapay zekâ yoluyla tüm bunların bileşimi, karışımı ile bir tür yapay zeki varlık veya insan ‘yaratma’ proje, çaba ve süreçleri de insan, hayvan ve bitki genetiğine müdahale de bu bağlamdadır ve bu süreçte anlam kazanmaktadır. Bu bilimsel çalışmalar bir üst prensip tarafından yönlendirilmelidir. Bu üst prensip de açıktır ki manevi prensipler olmalıdır. Bu olmadığı takdirde, bazı bilimsel çalışmaların sonuçları itibariyle insanlığın hayrına olmayacağı açıktır: Garip mahlûklar, acayip bitkiler ortaya çıkabilir.

Modern dünyanın aklı

Homo-Deus ise bir tür üst insan, tanrısal insandır. Bu günlerde –kitapla- gündemdedir. Burada nano teknoloji, hücrenin oluşumuna dair bir takım verilerin ortaya çıkması, yapay-dijital zekâ ve genetik biliminin yardımıyla bir üst insan türünün, bir nevi tanrısal insan modelinin inşa edileceği öngörülmektedir. Demek ki bu, modernitenin ilk evresinden farklıdır. İlk evre ağırlıklı olarak ifsad evresidir.  Bu ikinci evre ise ilahlık gösterilerine tanıklık edilecek olan, varlığı tanımlama everesidir. Bu durumda cennet haline ulaşılamamış; lakin insanlığın asli metafizik prensiplerle bağı zayıfladığı için bu defa dünya altı, insan altı bir alana yani cehennemi hâle doğru düşüş/dönüşüm başlamıştır ve devam etmektedir. Diğer yandan dünyanın egemen zümreleri ve elitleri ortaya çıkacak işe yarayan ürünleri ve neticeleri de öncelikle ve çoğunlukla sadece kendileri için düşünmektedir. Dolayısıyla dünya bir azınlık elit için yapay bir cennet haline dönüştürülmeye çalıştırılmaktadır. Ancak bu adı üzerinde yapay bir cennettir bir nevi cennetin taklidi gibidir ve fakat kendisi değildir. İnsanlığın geri kalan ve çoğunluğu ise bu yapay cennetten de mahrum olacaktır. Onlar için dünya bir cehenneme dönüşecektir. Bu sinemada da kendini gösterir. Hollywood’un özellikle 70’lerdeki Logan’nın Kaçışı,  80’lerdeki Mad Max ile başlayan Terminatör, Yeni Cennet, Matrix ve daha başka birçok film ile devam eden bu distopya serisi filmleri de ayrıca dikkate değerdir. Modern dünyanın aklı artık insanlığa sahte dahi olsa bir cennet vaadinde bulunamamaktadır. Bunun yerine insanlığın karanlık geleceği insanlığa tasvir edilmektedir. Sanki dünyamız, cehennem âlemini andıran bir hâle, koşar adım yaklaşmaktadır. Bu sebepten de dünya kontrol altına alınmaya özen gösterecektir ve hatta bugünden de buna gayret edilmektedir. Zaten üç asırdır insanlık ideolojilerin oluşturduğu matrix evreninde yaşamaktadır. Kendisi ve dünya hakkında doğru bir algı ve kavrayıştan uzaklaşmış/uzaklaştırılmıştır. İdeolojilerin bu rolüne sanal âlemin oluşturacağı matrix evreni eklenecektir/eklenmektedir. İşte bu; hakiki distopyanın kendisidir.

[email protected]