Vaatlere değil sonuca bakacağız

Faruk Önalan / Yazar
11.11.2022

İsveç'in, Türkiye'nin meşru talepleri karşısındaki tavrı bir önceki hükümete göre şüphesiz daha olumlu görülmekte, ancak daha önce sütten ağzı yanan (Yunanistan meselesi) Ankara, yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih etmektedir. Bu yüzden de sözlere ya da vaatlere değil, sonuç odaklı eylemlere bakacaktır.


Vaatlere değil sonuca bakacağız

Son yıllarda ardı ardına gerçekleşen, Suriye iç savaşı, Ukrayna krizi, Koronavirüs salgını gibi olaylar tüm dünyayı etkisi altına almış, derin siyasi ve ekonomik krizlere yol açmıştır. Küresel yönetim sisteminin, yeni baştan dizayn edildiği bu yeni dönemde Türkiye diğer ülkelere göre pozitif olarak ayrışmaktadır.

Kriz dönemleri beraberinde önemli fırsatları da getirmektedir –ki bu süreçte Ankara yapmış olduğu hamlelerle yaşanmakta olan mevcut durumu fırsata çevirme avantajını yakalamıştır. Rusya-Ukrayna savaşını da bu kapsamda değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Yeni kriz, güvenlik kaygıları daha da artan başta İskandinav ülkeleri olmak üzere Avrupa'da da büyük bir tedirginliğe yol açmıştır. NATO'nun koruma kalkanı İsveç ve Finlandiya için vazgeçilmez bir seçenek olarak ortaya çıkmıştır. İki İskandinav ülkesinin NATO'ya katılma talebinin onay sürecindeki kilit ülke hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur. Ankara, –ulusal güvenliğini tesis etmek amacıyla- icra ettiği sınır ötesi operasyonlar ya da terör soruşturmaları kapsamında haklarında yakalama kararı olan ve iadesi istenen isimler ile ilgili İsveç ve Finlandiya'yı her zaman karşısında bulmuştur. NATO üyeliği karşısında, Ankara'nın da masaya şartlarını koyması olması gereken durumdur.

Türkiye'deki muhalefetin söylemi düşündürücü

Bu noktada, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında siyaset yapan muhalefet partilerinin bazı üst düzey yöneticilerinin söz konusu taleplerin "koşulsuz" olarak kabul edilmesini istemesi ayrıca düşündürücüdür. Ankara'nın taviz vermeden, sağlam duruşu ile Türkiye – İsveç – Finlandiya arasında üçlü muhtıra haziran ayı sonunda imzalanmıştı. Mutabakata göre İsveç ve Finlandiya, Avrupa İade Sözleşmesi'yle uyumlu biçimde, Türkiye tarafından sağlanan bilgi, delil ve istihbaratı dikkate alarak, terör zanlılarına dair sınır dışı veya iade taleplerini ivedilikle ve bütün boyutlarıyla işleme koyacaklarına ve Türkiye ile iade ve güvenlik iş birliğini geliştirmek için gerekli düzenlemeleri yapacaklarına dair taahhütte bulunmuşlardır. Ayrıca PKK terör örgütünün, uzantıları, iltisaklı kuruluşları ve paravan örgütlerinin para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerini yasaklayacaklarını ve bu doğrultuda soruşturma yürüteceklerini beyan etmişlerdir. Fakat Başbakan Andersson döneminde İsveç Hükümeti, mutabakata bağlı olduklarını sık sık vurgulamasına rağmen somut adımlar atmamıştır. Yakın zamanda gerçekleştirilen seçimler sonrası göreve başlayan Başbakan Ulf Kristersson ve Dışişleri Bakanı Tobias Bilström, NATO üyeliği çerçevesinde Türkiye'nin taleplerinin karşılanacağı noktasında olumlu açıklamalar yapmıştır. İsveç medyasında sorulan sert sorular karşısında, -Ankara'nın hassasiyetlerini özümseyerek- dikkatli bir dil kullanmaya riayet ettikleri gözlerden kaçmamaktadır.

Oylama 16 Kasım'da

Oluşan olumlu hava çerçevesinde İsveç Başbakanı Kristersson, geçtiğimiz günlerde Ankara'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ziyaret etti. Amaç, yeni İsveç hükümetinin NATO'ya üye olabilmek adına Ankara'nın taleplerini karşılamada ne kadar ciddi olduğunu göstermekti. Görüşme kapsamında muhtıraya bağlılığını dile getiren İsveç Başbakanı, terör örgütleri ve uzantıları ile kesinlikle diyaloğa girmeyeceklerini vurgulamıştır. Ayrıca "Türkiye - İsveç Parlamentolar Arası Dostluk Grubu" kurulması için çalışma başlatıldığını da açıklamıştır. Bunun yanında İsveç parlamentosu, Türkiye'den gelen talep doğrultusunda "terörle mücadele" yasalarını güçlendirmeyi mümkün kılacak bir anayasa değişikliğini 16 Kasım günü oylayacak. Bu değişiklikle terör örgütüne katılımların durdurulması amaçlanmaktadır. Zira Başbakan Kristersson, İsveç'in terör tehdidine karşı Türkiye'ye verilen tüm yükümlülükleri yerine getireceğini açıkça belirtmiştir.

İsveç medyasının tavrı

İsveç Dışişleri Bakanı Bilström'ün PKK/YPG ile alakalı sorulan bir soruya, "Bu örgütler ile AB'nin terör listesinde yer alan PKK arasında çok yakın bir bağ var, bu Türkiye ile aramızdaki ilişkilere iyi gelmeyecek. Bence Stockholm'ün bu örgütle arasında bir mesafe olması önemli. Türkiye ile ilişkilerimize zarar verenlerle ilgili birtakım şüpheler ve sorunlar olduğunu düşünüyoruz" cevabı oldukça dikkat çekicidir. Başbakan Kristersson kendisini eleştirenlere; alınan kararların ya da kanun değişikliklerinin İsveç topraklarında terörizm için para toplayan veya destekleyen tüm faaliyetlerle ilgili olduğunu açıklayıp, İsveç'in teröre her şekilde karşı çıkan bir yer olması gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır.

Türkiye karşıtı kara propaganda

Başta İsveç medyası, PKK ve FETÖ destekçisi siyasilerden gelen ağır eleştiriler her geçen gün dozajını artırmaktadır. PKK yanlısı eski milletvekili Amina Kakabaveh, yeni hükümete çok sert şekilde vurmaktadır. Bir önceki hükümetin yaptığı anlaşmanın yeni hükümet tarafından daha da ileri götürülmesini "garip ve korkunç" olarak niteleyen Kakabaveh, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tam olarak istediği her şeyi yaptığını dile getiriyor. "İsveç'i bırakmayacak ve hep daha fazlasını isteyecek. İsveç'in tamamen çıplak olmasını istiyor, en zayıf noktalarımızı ve baskı altında olduğumuzu biliyor. Şu anda İsveçli olmaktan ve İsveç hükümetinin Erdoğan'ın önünde diz çökmesinden utanıyorum. İsveç küçük bir ülke olmasına rağmen dünyada söz sahibiydi ama artık ne sözümüz ne de onurumuz kaldı." Finlandiya Dışişleri Komitesi üyelerinden Eva Biaudet (SPF) de İsveç'in kararlarına tepki gösteren isimlerden biri. "Görünüşe göre Erdoğan istediğini alıyor. İsveç şantaja boyun eğiyor gibi görünüyor. Türkiye'nin, İsveç ve Finlandiya'dan bu tür taleplerde bulunmasında bir sakınca yok gibi görünüyor." Muhalif kesim ve basından gelen bu çıkışlara rağmen halkın önemli bir kısmı, güvenliklerini tehdit eden terör örgütleri mensuplarının İsveç'te varlığını sürdürmesinden fazlasıyla rahatsızlık duymaktadırlar.

Türkiye görüşmelerde özellikle iki nokta üzerinde durmaktadır. İsveç medyasına konuşan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da Ankara'nın bakış açısını, net bir şekilde izah etmiştir. Birinci husus; Türk Savunma sanayisine yönelik her türlü kısıtların kaldırılması, ikinci husus ise; terör örgütlerinin finansman, propaganda ve militan devşirme faaliyetlerini İsveç'te sürdürmelerinden duyulan rahatsızlıktır. Bunun yanında Altun, haklı olarak, İsveç medyasında giderek artan Türkiye karşıtı haberlere de dikkat çekmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı konuşmasında, iadesi istenen bir isimden özellikle bahsetmesi önemli bir çıkış olmuştur. O isim FETÖ'ye bağlı oluşumlardan eski Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş'tir. Hem 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü hem de 7 Şubat 2012'de MİT'e yönelik kalkışmanın işaret sinyalini veren isimlerden biridir. Darbe girişimden bir hafta önce yaptığı, "İyi bir çıkış yok artık! "Kötü", daha kötü", "en kötü" çıkış var! "Kötü" olan darbe diyeyim, gerisini siz tahmin edin" ve 7 Şubat teşebbüsünden tam bir ay önce yaptığı "Müsteşar Hakan Fidan sonra da hükümet mercileri enine boyuna sorgulamalı" paylaşımları hala hafızalardaki yerini korumaktadır. Ayrıca firar ettikleri İsviçre'de sözde "düşünce kuruluşu" adı altında faaliyete geçirdikleri "Nordic", "Stockholm Center" gibi yapılanmalar üzerinden -ürettikleri- montaj belgeler ile Türkiye karşıtı kara propaganda faaliyetleri yürütmeye devam etmektedirler.

İsveç'in, Türkiye'nin meşru talepleri karşısındaki tavrı bir önceki hükümete göre şüphesiz daha olumlu görülmekte ancak daha önce sütten ağzı yanan (Yunanistan meselesi) Ankara, yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih etmektedir. Bu yüzden de sözlere ya da vaatlere değil, sonuç odaklı eylemlere bakacaktır. Ay sonunda muhtemelen İsveç ile bir görüşme daha gerçekleşecektir. Ankara bu defa, Stockholm'ün masaya somut verilerle oturmasını beklemektedir. Son olarak buraya nasıl geldiğimizi daha doğrusu sunulan haklı şartları nasıl kabul etmek zorunda kaldıklarını bilmemiz gerekir. 15 Temmuz darbe kalkışması aslında bir milattır. O günden sonra Türkiye strateji değişikliğine giderek tehditleri kaynağında bertaraf etme yoluna gitmiştir. Tüm karşı durmalara, çatlak seslere karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararlı duruşuyla önemli kazanımlar sağlanmıştır. Fırat Kalkanı Harekâtı ile başlayıp Pençe-Kilit Harekâtı ile devam eden sınır ötesi operasyonları, Libya'da ve Karabağ'da karşı cephelerdeki yoğun ittifaklara rağmen savaşın gidişatının değiştirilmesi neticesinde şanlı zaferler elde edilmesi, gerçekleştirilen nokta operasyonlar, enerji krizinde dünyayı kıskandıracak akıllı hamleler, Rusya-Ukrayna krizindeki etkin dış politika anlayışı, Kafkasya'da, Balkanlarda, Ortadoğu'da, Körfez'de, Orta Asya'da, Afrika'da vd. bölgelerdeki güçlü pozisyon, oturulan her masada Ankara'nın devre dışı bırakılamayacağını ispatlamıştır. Eğer dünün güçsüz Türkiye'si olsaydı, bugün hem İsveç hem de Finlandiya'nın hiçbir şart öne sürülmeden ittifaka kabul edilmesinin kaçınılmaz olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Bugünün dünyasında, eğer sahada güçlüysen masada söz sahibi olursun. Nihayetinde Türkiye'nin getirmek istediği küresel sistem, güçlünün haklı olduğu değil; haklının güçlü olduğu bir düzendir. "Türkiye Yüzyılı" olgusunun temelleri de bu güç üzerinden yükselecektir.

[email protected]