Vakit dayanışma vakti

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
10.02.2023

Bugün yapılması gerekenler olabildiğince yapılıp yaralar sarılmaya çalışılıyor. Elbette bu durumun telafi edilebilecek ve edilemeyecek boyutları var. Geleceğe dair planların tüm zararı ortadan kaldırması mümkün görünmese de yapmamız gereken bu zararları telafi edilebilir boyutlara çekebilmektir.


Vakit dayanışma vakti

6 Şubat uzun yıllar silinmeyecek tarifsiz bir acı ile başladı. Takvimler farklı gösterse de binlerce can orada kaldı ve geride kalanlar için de bunun üstesinden gelebilmek kolay olmayacak. Hayatını kaybeden canlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum. Elbette bu millet her tür imkanını seferber ederek devleti ile birlikte elinden geleni yapmakta ve yapacaktır.

Üzerinde yaşadığımız coğrafya üç kıtanın kesişim noktasında yer alıyor. Bunun avantajları ile dezavantajları bu coğrafyanın kaderini belirliyor. İbn-i Haldun'nun "coğrafya kaderdir" tespiti bir okuma ve buna dair ölçü ile standart belirlemeyi zorunlu kılıyor. Her coğrafyanın özellikle mimari ve kültürel farklılığı, temelinde o coğrafyanın belirlediği kaderle, ölçülerle uyumlu olmalıdır. 20. Yüzyıla kadar her coğrafyada bu uyum ön planda iken son yüzyıl dünyanın her tarafında Batı tipi bir mimari ile evden çok blok olarak adlandırılan yerlerde bir şehirleşme tipi yaygın hale gelmiş bulunuyor. "Dağ dağ üstüne olur da ev ev üstüne olmaz." diye bir atasözümüz var. Atasözleri ile vurgulanan lafzi anlamdan çok bu anlamın metafor olarak kullanılarak gönderme yapılan içeriktir. Ancak deyimlerden farklı olarak atasözleri lafzi anlamın somutluğuna dayanarak bir mecaz anlam üretir. Dolayısı ile atasözlerinin lafzi anlamı da doğru olarak kabul edilip bu doğruyla pekiştirilen ve ona benzetilen mecazi bir anlam kurulur. Bu cümlede, her ne kadar aynı evde iki ailenin yaşamasının sakıncası ifade edilse de bu durum bir evin üstüne başka bir ev kurmanın tehlikesi üzerinden örneklendirilerek vurgulanmıştır.

Ev üstüne ev meselesi

Anlaşılan o ki bu cümleye yüklenen mecaz anlamdan önce, ev üstüne ev yapmanın bu coğrafyanın kaderi ile uyuşmadığı doğru olarak okunmuş ve aynı evde birden çok ailenin yaşamasının uygunsuzluğu bu örneklem seçilerek ifade bulmuş görünüyor. Cumhurbaşkanımızın da sık sık vurguladığı yatay mimari vurgusu özellikle bu coğrafyanın kaderi ile uyumlu olan bir husus ve her geçen gün bunun ne kadar öncelikli bir mesele olduğu anlıyoruz. Bu açıdan uzun yıllar bu bilinçten uzaklaşılarak şekillenmiş şehirlerimizin bu doğrultuda imarına acilen ihtiyaç var. Elbette bu husus o kadar kolay olmayacaktır. Ancak yaşanan son durum bunu her şeye rağmen aşarak sadece imar etmek değil aynı zamanda şehirlerimizi mamur kılmamızın gerekliliğini hatırlatıyor. Bir yerin mamur kılınması, o yerin orada yaşayan insanların ihtiyaçlarının dikkate alınarak öncelikle güven içinde yaşayacakları şekilde imar edilmesini ifade eder. Dolayısı ile mamur kılma amacına matuf bir imar sistemi her yerleşim biriminin temel meselesidir. Aksi takdirde kendimizi güvende hissedeceğimiz evlerimiz, güvenliğin tehdidi haline gelir.

Doğa ile uyum

Batı biliminin temelleri, doğa ve kadere savaş açmak algısına dayanır. Elbette bu durum Batı'nın pagan dönemi dahil, oradan tevarüs ederek kurguladıkları inanç sistemleri göz önüne alındığında anlaşılabilir görünüyor. Çünkü kilise öğretileriyle somutlaşan buyruklara itaatin kader olarak algılanmasına dayalı, aklın, iradenin ve insan eylemlerinin dışlanmasının trajedisi ile bu çıkış anlaşılabilir. Dolayısı ile insanın ne yaparsa yapsın, kaderinin önceden belirlendiği ve değişmeyeceği itikadına dayalı inanca karşı, aklın merkeze alındığı bilim anlayışının böyle bir tepkiselliğe dayanması ve doğaya savaş açması anlaşılabilir. Ancak doğaya savaş açıp onu dizginleme parolası ile yola çıkan Batı biliminin bile bugün geldiği nokta bunun olamayacağı tecrübesiyle doğa ile uyumlu olma noktasında bir bilim anlayışına gelmiş görünüyor. İnsan aklını ve yaptıklarını devre dışı bırakarak her şeyi zaten insan iradesini dışlayan bir yazgıya dayandıran kader algısının Batı için anlaşılabilir olmasının yanında aynı algının bu topraklarda dillendirilmesi anlaşılabilir değildir. Çünkü bizim kader anlayışımızın temeli "Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık" (İsra:13) ayetine dayanır. Dolayısı ile bizim için kader üzerinde durduğumuz yerin ve zamanın sorumluluğu bilinci ile yapıp ettiklerimizden başkası değildir.

Bu ayetin kader anlayışı, "İnsanoğlu için yaptığından başkası yoktur."(Necm:39) ayeti ile birlikte okunduğunda tablo açıkça ortaya çıkıyor. Elbette buradaki öncelik bu ayetlerden yola çıkarak her şeyin nasıl okunacağına dayanıyor. İlk emri oku olan ayette okunması gerekenden söz edilmemiş gibi görünse de, nesnesi verilmemiş bu cümlenin gramerinde nesne "her şey"dir. Bu anlamda nesnenin –insanın okuyup anlaması gerekenin- yazılamayacak kadar çok olması yazılmayarak, her şey anlamında ifade edilir. Yani bu ayette okunması gereken her şeydir. Dolayısı ile neyi okuyacağız? Elbette bulunduğumuz yerden başlayarak öncelikle orada olmanın sorumluluğuna dayalı, hayatı en iyi şekilde yaşama aktarma serüvenidir bu okumanın konusu. Buradan hareketle üzerinde yaşadığımız ve vatan yaptığımız bu topraklar üç kıtanın kesiştiği ve neredeyse insanlık tarihinin en kadim merkezi konumunda bulunuyor. Bu açıdan burada yaşamak hiçbir yerde olmadığı kadar vasıflı olmayı zorunlu kılıyor. Bu toprakların fiziki ve beşeri coğrafyası böyle bir içerik barındırıyor ve biz bu içeriği anlayacak vasıfta olmak zorundayız. Bu vasfın temeli buranın coğrafi ve beşeri hikayesini çok iyi bilmekle başlar ve ona en uygun inşa sürecinde olmakla devam eder. Dünyayı dizginlemeye çalışarak onu kontrol altına almayı amaçlayan tüm süreçlerin neticesi insanlığın aleyhine sonuçlanmıştır. Gelinen noktada dünyayı dizginlemenin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bundan böyle yapılması gereken onu doğru okuyup anlayarak onunla uyumlu olabilmektir ve onu dizginlemek yerine belki kendimizi dizginleyebilmektir.

Vatan yaptığımız coğrafya

Doğal felaket olarak adlandırdığımız tüm olaylar aslında dünyanın doğasından kaynaklanan devinimlerdir. Dünya bu haliyle dünyadır ve bu aslında hayat bu devinimlerle mümkündür. Bunlar kendi içinde bir felaket olarak değil bir hayat unsuru olarak var olur iken bunların bizim için felakete dönüşmesi insanın dünyanın bu devinimini doğru okuyamamasından ve bulunduğu konumla uyumsuzluğundan kaynaklanıyor. İnsan binlerce yıldır bu tecrübeye sahip iken günümüz şehirlerinin imar konusunda uygun olmayan yerlere, uygunsuz mimari ile inşa edilmesi böyle felaketleri bekler durumda olmaya dönüşüyor. Bu anlamda tamamen risksiz bir alan veya bir şehri taşımak mümkün olmayabilir. Ancak yerleşim alanlarının tamamında aynı tip yapıların yükselmiş olması bu işi sıradanlaştırdığımızın bir göstergesidir. Çünkü her yerin kendine uygun bir zemin konumu vardır ve orada yerleşmek bu zemine uyumlu olan imar planları ile mümkündür. Dünyanın bizim gelişigüzel yaptığımız planlara uymasını beklemek büyük yanılgı olur. Bugün kurudu diye bir dere yatağına bina yapılırsa elbet bir gün "su akar yatağını bulur" atasözü tecrübe edilecektir. Bu açıdan öncelikle üzerinde yaşadığımız ve vatan yaptığımız bu coğrafyayı tanımak zorundayız.

Tüm bu değerlendirmeler üzerine, bugün yaşadığımız deprem felaketini çok iyi anlamak ve ne yapmamız gerektiğinin bilincinde olarak hareket etmek önceliğimiz olmalıdır. Bugün yapılması gerekenler olabildiğince yapılıp yaralar sarılmaya çalışılıyor. Elbette bu durumun telafi edilebilecek ve edilemeyecek boyutları var. Geleceğe dair planların tüm zararı ortadan kaldırması mümkün görünmese de yapmamız gereken bu zararları telafi edilebilir boyutlara çekebilmektir. Bu açıdan doğaya meydan okuyup onunla çatışan bir anlayıştan uzaklaşıp üzerinde hayat yolculuğunu gerçekleştirdiğimiz dünyamızı daha iyi tanımalı ve onunla uyumlu olmayı başarabilmeliyiz. Bilim adamları bu depremi benzeri olmayan bir deprem olarak tarif ettiler. Bize düşen ise bundan böyle bu coğrafyanın tabiatına uygun benzersiz, mamur şehirler inşa etmek olmalı.

[email protected]