Varlıkla yokluk arasında CHP

Dr. Mustafa Altunoğlu / Anadolu Üniversitesi
21.02.2015

Kılıçdaroğlu devletin bütün kılcal damarlarına ‘sızan’, saray darbesi ile meşru hükümeti derdest etmeye ahd eden Cemaat’in yanında saf tutmayı tercih etti. Bir bakıma açıkça siyasî hayata yönelen müdahaleye desteğini sundu.


Varlıkla yokluk arasında CHP
Türkiye, siyasî hayattaki gelişmelere yönelik ilginin hayli yoğun olduğu bir ülke. Yalnızca bir meslek olarak siyaseti benimseyenler, gazeteciler ve aydınlar değil, sıradan halk da gündelik rutinleri içinde siyasetle oldukça sıkı bir biçimle ilişkililer. Hele bir de seçimler yaklaşıyor ise bu ülkede gazeteler, radyolar, televizyon kanalları ve şimdilerde sosyal medya aracılığı ile siyasî gündeme dair haber tâkibi her zamankinden daha çok sıkılaşır.
 
Akraba, dost, arkadaş meclislerinde böylesi dönemlerde farklı siyasî parti sempatizanları bazen usûlet ve suhûlet içinde muhabbet ederler; ama çoğunlukla sert bir biçimde tartışırlar. Meclisin nerede ve hangi amaçla toplandığının bir önemi yoktur bizim için. Düğün salonunda, kahvede, cenaze evinde, bankada, evde, birkaç insanla yan yana gelme fırsatı yakaladığımız her yerde tartışmaya teşneyizdir. Pek çokları sırf bu sebeple birbirlerine darılırlar. Abi ile kardeşin, baba ile oğulun ya da iki yakın arkadaşın arasına siyasetin girdiği örnekler çoktur.  Velhasıl milletçe siyasî gündemi takip etmeyi, siyasî gündem üzerine tartışmayı severiz. 
 
Bir parti liderinin, köşe yazarının, televizyon programına katılan konuğun sözü veyahut cümlesi bu tartışmaların fitilini ateşlemeye yeter. Yaklaşan seçimlere yönelik temenni kâbilinden tahminler ise çoğu zaman tartışmanın şiddetini artıran esas sebeptir. Yemeğine, takım elbisesine girilen iddialarda kazanan ya da kaybeden tarafta yer alanlarımızın sayısı hiç de az değildir. Arada sırada “kardeşim şimdi bunları konuşmanın sırası mı”, “sanki karnınızı doyuracaklar” cümlelerine eşlik eden cılız orta yolcu çıkışlara rastlansa da, tartışma bütün şiddeti ile ‘partizanlar’ tarafından ısrarla devam ettirilir.  
 
Siyasî gündemi konu edinen tartışmalar elbette sadece farklı siyasî partilerin sempatizanlarının bir araya geldiği mekân ve zamanlarda gerçekleşmez. Aynı siyasî partiyi destekleyen insanlar da çeşitli sebeplerle bir araya gelir, konuşur ve tartışırlar. Liderleri, partilerin performanslarını, beğendikleri ya da beğenmedikleri yöneticileri konu edinirler. O günlerde ülkede en çok konuşulan meseleler üzerine görüş beyan ederler. 
 
Seçimin bilinen sonucu
 
Şimdi, memleketimizde bu günlerde en çok konuşulan meseleleri sıralamaya çalışalım. Herhalde önceliği ‘başkanlık sistemi’ tartışmalarına vermemiz gerekir. ‘Çözüm süreci’nin âkıbeti dikkatlerin yoğun bir biçimde yöneldiği bir başka önemli meselemizdir. Ayrıca, yaklaşan seçimlerde HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği ve AK Parti’nin Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşıp ulaşamayacağı meraka mucip meselelerimizin başında geliyor. Pek azımız yaklaşan CHP ve MHP iktidarından bahsedebiliyoruz. Bu da bir ihtimal en nihâyetinde. Ama memleket dâhilinde kurulan sohbet meclislerinde CHP ve MHP’nin AK Parti karşısında bir büyük zafer elde edeceği yönünde tahminlere pek sık rastlayabildiğimizi söyleyemeyiz. Rastladıklarımız da çoğunlukla sadece bir temenni hükmünde. 
CHP ve MHP’nin önümüzdeki genel seçimleri rakiplerini geride bırakarak önde bitirmeleri ihtimalinin düşüklüğü sadece sıradan insanların paylaştığı bir ortak kanaat değil. Rivayet o ki, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da benzer bir düşünceye sahip. Bu durumda, bir partinin liderinin inanmadığı bir idealin tabanı tarafından sahiplenilmesini beklemek ne kadar gerçekçi olabilir? Takdir sizin.
 
Kılıçdaroğlu, Haziran 2015’te başbakanlık koltuğuna oturamayacağını öngörebiliyor. ‘Komşuda pişer, bize de düşer’ atasözü onun durumunu özetlemenin galiba en iyi yolu. Burada ‘komşu’yu bir metafor olarak kullandığımı belirtmeliyim. En genel ifadesiyle 2002’den beri süregelen AK Parti iktidarını aşındırma potansiyeline sahip her türlü aktör ve eylemi ima ediyorum. Bu noktada 27 Nisan e-muhtırasını, Anayasa Mahkemesi’nin ‘367’ kararını, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AK Parti’nin kapatılması, başta Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere 72 AK Partili önde gelenin 5 yıl süre ile siyasetten men edilmesi istemiyle hazırladığı iddianamenin kabul edilmesini, 17 ve 25 Aralık 2013’teki ‘yolsuzluk ve rüşvet’ soruşturmasını hatırlatmak yeterli olur. Sıraladığım eylemlerin her biri farklı aktörlerin öncülüğünde gayrinizami harb teknikleri ile mevcut hükümetin meşruiyetini ve gücünü sarsmaya yönelik hamleler idi. Hiçbiri muradettiği ortak amaca ulaşamadı. Lakin siyasî tarihimizin unutulmayacak anlarına dâhil edildiler.
 
Komşuda pişer kolaycılığı
 
‘Komşu’, kolaylıkla anlaşılabileceği üzere bir yönüyle siyasî hayata haricî müdahaleye niyet eden özneleri temsil ediyor. TSK, Anayasa Mahkemesi ve son olarak Fethullah Gülen cemaatinde tecessüm eden bir özne bu. 2010 yılından beri CHP genel başkanı sıfatını taşıdığını dikkate alarak, Kılıçdaroğlu’nun sadece 17 Aralık 2013 sonrasındaki tutumunu bir eleştiriye konu edebiliriz. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarını esas alarak söyleyecek olursak, Kılıçdaroğlu devletin bütün kılcal damarlarına ‘sızan’, saray darbesi ile meşru hükümeti derdest etmeye ahd eden Cemaat’in yanında saf tutmayı tercih etti. Bir bakıma açıkça siyasî hayata yönelen müdahaleye desteğini sundu.
 
İkinci olarak, iktisadî kriz, parti içi çatışma ve bölünme, misyonunu tamamlama, taban eğilimlerine karşı duyarlılığını yitirme gibi çeşitli sebeplerle AK Parti’nin kendi meşruiyetini ve gücünü bizatihi kendisinin yitirmesi de bir tür ‘komşuda pişme’ olarak kabul edilebilir. Yani, CHP eli kolu bağlı bir biçimde, AK Parti’nin arkasındaki halk desteğini yitireceği günü beklemektedir. ‘Komşu’, son olarak, 25 Ocak’ta Yunanistan’da yapılan seçimlere işaret ediyor. Pek çok sol grubun Syriza çatısı altında toplanarak elde ettikleri başarı, Türkiye’de de bir sol ittifak ve iktidarın mümkün olabileceğine dair ümitleri tazeledi. 
 
‘Komşu’ siyasete dışarıdan müdahale eden özneyi, AK Parti’nin kendisini ya da uluslararası bir gelişmeyi temsil edebilir. Fark etmez. Çünkü, CHP açısından durum hiç değişmiyor. Konumu sabit kalıyor. Bir başka öznenin eylem(ler)inin sonuçlarının yol açacağı dip dalgaya ümit bağlıyor. Yani kendisini nesneleştiriyor. Edilgin kılıyor. Benzer bir nesneleşme hâlinin ‘Gezi Eylemleri’nde açığa çıktığını ayrıca söylememe herhâlde gerek yok. Tabii ki Kılıçdaroğlu’nun kısa bir süre önce ‘halkın direnme hakkı’ndan dem vuruşunu da hatırlamak zorundayız.
CHP’nin komşuda pişenin kendisine düşmesini biraz da çaresizce beklediğini söylerken, hiçbir çaba göstermediğini iddia ediyor değilim. Elbette hem Deniz Baykal hem de Kılıçdaroğlu aldıkları bir dizi tedbirle bir çıkış arayışı içinde oldular. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun ‘Yeni-CHP’ ile partisinin iktidara gelme umudunu diri tutmaya çalıştığını kabul etmek gerekir. ‘Yeni-CHP’, ideolojik düzlemde daha demokrat ve özgürlükçü bir konumlanışı temsil ediyordu. Ayrıca, laikliği temel muhalefet unsuru olmaktan çıkararak sıradan insanların hayatında ağırlıklı yer tutan gündelik sorunları dert edinme eğilimini taşıyordu. Örgüt ve kadrolar düzleminde ise vaadi gençlere ve kadınlara daha fazla yer açmak idi. Son olarak dört eğilimi (sosyal demokrat, sol liberal, sosyalist ve Atatürkçü) birleştirme amacı güdüyordu. 
 
‘Yeni-CHP’, kadroları ve ulaşmayı planladığı hedef kitlesi itibariyle sadece sıralanan bu dört eğilimin kendisini iktidara taşımaya yetmeyeceğini fark etmekte gecikmedi. Ayrıca, muhafazakâr ve Kürt seçmene ulaşılmasına imkân tanıyacak isimlere de hem genel hem de yerel seçimlerde yer verdi. Bu stratejinin ümid edilen sıçramaya yeterince katkı sağladığını -2014’teki iki seçimin sonuçlarına bakarak- herhalde söyleyemeyiz. 
 
Önümüzdeki genel seçimler için CHP’nin önünde bir seçenek daha var: Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın gösterdiği performanstan ve geçtiğimiz günlerde Yunanistan’da yapılan seçimlerde ‘sol’un elde ettiği başarıdan ilham alarak, biraz daha ‘sol’da kendini konumlandırmak ve bir kez daha şansını denemek.
 
‘Yeni bir oyun başlıyor’
 
Baştan alalım isterseniz. CHP, hem dört eğilimi birleştirme hem de muhafazakâr ve Kürt seçmene ulaşma arzusunda. Bu durumda aynı anda hem merkez sağ, muhafazakâr ve milliyetçi hem de Kürt, sosyal demokrat, sosyalist kimlikli isimlere adayları arasında yer vermesi gerekecek. Tabii bir de Cemaat’in taleplerine duyarsız kalamayacağını varsayabiliriz.
 
Öyle görünüyor ki, AK Parti’ye ama daha fazla Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik muhalefet için CHP buluşma noktalarından biri vasfı kazanmış durumda. Yani, bunca farklı kesimden ismi bir araya getirebileceği düşünülen ortak bir amaç var: Tayyip Erdoğan’ın ve dolayısıyla AK Parti’nin hâkimiyetine ivedilikle son vermek; Fikri Sağlar’ın Birgün’de 12 Şubat 2015’te yayınlanan ‘Yeni bir Oyun Başlıyor’ başlıklı yazısına atfen söylenirse, devleti işgalci güçlerin (yani AK Parti’nin) elinden kurtarmak. 
 
AK Parti karşıtlığı belki CHP içinde çok farklı renklerin buluşmasına tanıklık etmemize kapı aralayabilir. Aynı anda ülkücü, sol liberal, sosyalist, muhafazakâr, Kürt, ulusalcı, sosyal demokrat, Cemaat mensubu pek çok isim CHP çatısı altında toplanabilirler. CHP, ‘herkesi yakalamak isteyen’ bir parti hâline gelebilir. Buna partinin ana omurgasını oluşturan ulusalcılar ve sosyal demokratlar kayda değer bir itiraz dile getirmiyorlar. Tıpkı, aynı anda hem Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan isimlere sahip çıkan hem de söz konusu davalardaki rolü açıkça bilinen Cemaat ile sıcak temastan kaçınmayan bir CHP’ye itiraz edemedikleri gibi.
 
CHP’de olup bitenlere itiraz edilmeyişinin elbette rasyonel bir açıklaması vardır. Belki yüksek sesle endişelerini dile getirenler gibi parti ile yollarını ayırmak istememektedirler. Belki kişisel kariyerlerini düşünmektedirler. Belki de ancak bu yolla AK Parti’den kurtulabileceklerine inanmaktadırlar. Ya da kim bilir, işgalci güçlerin kirli emellerine karşı çıkılabilecek yegâne mevzii, son kaleyi yok olmaktan kurtarma güdüsüyle hareket etmektedirler. Bunlardan hangisi esas sebeptir. Bunu biz bilemeyiz. Fakat bir süre sonra öğrenebileceğimiz bir şey var: CHP ve Kılıçdaroğlu, varlıkla yokluk arasında yollarına devam edebilecekler mi?