Vasat dünya sendromu

Betül Şatır/ İletişimci, yazar
1.12.2019

Sanal dünya olgunlaşmamızın önünde engel olarak duruyor ve bizi çocuksulaştırıyor. Gombrowicz’in de teyit buyurduğu gibi bebeksileşmek modern insanın en vahim hastalıklarından biri. Gündelik hayatlarımızda gaybi tesirlere giderek daha da kapalı hale geliyoruz.


Vasat dünya sendromu

Hepimiz dünya üzerinde varlığımıza bir teyit arıyoruz. Yayılmak, nam salmak istiyoruz. Mesnevi’de sünmek ve yayılmak; yaradılışımızda kullanılan çamurun özelliği olarak belirtiliyor. Yeni medya ile birlikte kolaylıkla bir kitle oluşturabiliyoruz. Göze çok yüklenilen bir çağdayız. Görmek ve görünmek bu çağın mottosu. Hakikat zemininin kaybı ile beraber insanın kendini; bile isteye nesneleştirdiğine şahit oluyoruz. Teşhir ile mahrem arasında kaybettiğimiz muvazene ile insanın dünyadaki varlığına anlam verecek bütünlükten uzaklaştığına, tekinsiz bir şöhret başarısını ele geçirmek istediğine en sonunda da kaçınılmaz bir trajedi yaşadığına tanık oluyoruz.

Sosyal medyada yapılan paylaşımlar yaşadığımız zamanın ruhunu zapt etmemize imkân tanıyor. Artık içinde bulunduğumuz dünya özgürlük, neşe, güç, aşk, coşkunluk hisleriyle yoğuruyor insanı. İnsanların çoğu yaratıcıdan ve ebediyet fikrinden uzaklaştıkça hayatın vereceği tüm mutluluğu sevinci bu dünyada yaşamaya yoğunlaştı. Herkes mutluluk pozlarını paylaşma yarışında. İnsanlar sürekli mutlu olmak gerektiğine inanıyor. Bu coşkunluk adına neredeyse bütün sözler ve davranış kalıpları eskitiliyor. Her gün bir başka mutluluk ritüeli moda olurken bir diğeri demode oluyor. Bir de her koşulda mutlu olmak ödevini yerine getiren Instagram görünürleri var ki; mutluluk oyunu, üzerlerinde fark edilebilir bir stres, baskı oluşturuyor. Her gün için birkaç doz mutluluk. Wilhem Schmid’in kitabında bahsettiği gibi bir çeşit mutluluk histerisi. Mutluluk diktatörlüğünün tahakkümü altında yaşamaya başlayan insanlar… Törensel zevklerimizi zevk etmenin sınırının nerede başlayıp nerede bittiği belli değil.

Sadece kablosuz ağları sorumlu değil

Teknolojik aletlere sahip olma dinamizmimiz yoksulluk seviyemizin çok üzerinde. Zengin fakir hepimizin elinde dijital iletişim araçlarından var. Sosyal medya içerik üretirken sahiciliğimizi silikleştiren bir yalan makinesi, içeriğin tüketicisi olduğumuz zamanlarda beğenmek ya da linç etmek suretiyle etkisine katkı sunduğumuz bir güç. Kalben buğz etmekten çok daha fazlası olduğumuz gerçeğini unutarak sürdürdüğümüz, tepkisiz bir iletişim alışkanlığımız da var bu platformda. Sosyal bilimcilere göre her gün maruz kaldığımız videoların duygu ve düşüncelerimizi donduran bir işlevi var.

Sosyal medya hesapları, görünür kişilere; sadece bir telefonu ve erişim sağlayabileceği interneti olması halinde bilinen, takip edilir ve modellenebilir olma ayrıcalığını bahşediyor. Geçtiğimiz günlerde gösterişli bir mevlit videosu gündemimize bomba gibi düştü. Muadilleri gibi "ağır makyaj + türban + zengin koca + instagram" kombinasyonunu hayat felsefesi edinmiş bir fenomen üzerinden lüksü, gösterişi konuşma fırsatı bulduk. Üzerinde dumanı tütmekteyken, unutulup diğer şaşkınlıklarımız gibi uzay boşluğuna henüz yuvarlanmamışken tartışmaya devam ediyoruz.

Seküler kesimin tam da istediği malzemeyi ellerine veren, birbirinin türevi kopyası benzeri olan bir sürü Instagram fenomeni varken neden o videonun öznesi, önce merak ettik? Evet, o, karşımıza çıkan acayipliklerin ne ilki ne de sonuydu. Ama herkesin işine yarayacak bol malzeme bulunduruyordu. Ailede dindarların kutsadığı, önemsediği birçok enstrümanın olması hele ki eşinin, mevcut düzenin işleyişinde iş pozisyonu belirlenmiş bir adam olması çok işlevseldi. Ak Parti’ye vurmak isteyenler için nasıl da bulunmaz bir fırsat oluvermişti.

Kuralsız, sınırsız, maneviyatsız bir dindarlık izleği oluşturanlarla beraber İslam; karizmatik bir temsile indirgenmeye başladı diye akl-ı selimi gamlandıran bu olayla, zihnin, aklın, hakikatin, vicdanın eşlik etmediği bir dindarlık profili ile yeniden yüzleşmiştik. Dinin ve ahlakın hakikatine yabancılaşmış fakat mütedeyyin olmakla ilgili biçimsel bağını koparmamış temsillerin, dinin içini boşaltıp posa haline getirmesi ile karşı karşıyaydık yine.

Hayret duygularının canına okurcasına

Video “başkaları adına utanmak” mottosuyla dolaşıma girdiğinde demek ki her şeyin zamanı varmış diye düşündüm. Uzun zamandır takibe aldığım fenomenin yaptığı bu merasim yeni bir şey değildi. Onun için sıradan törenlerden biriydi. Sonradan bozuştuğu arkadaş kadrosu ile Ankara’nın en pahalı mekânlarında kutladığı doğum günü, ilk şaşkınlıklarımdan biri olmuştu. Hepsi pembenin aynı tonunu giymiş kızlarla yenilir bir şey mi yoksa oyuncak mı emin olamadığım bir pasta, bol fiyonklu hediyelerle, aynı yüz ifadeleriyle bakan, aynı gülümsemeyi takınan, benzer açılardan verilmiş pozlarla, sayısız çekilen fotoğraflarla bitmeyen etiketlemelerle, göğsüne iliştirilmiş çeyrek altınlarla gördüğüm en ilginç doğum günlerinden biriydi. Onun üzerine hayret duygularımızın canına okuyacak o kadar çok ‘bride’ videoları yayınlanmıştı ki. Gerdek gecesinin sabahını anımsatan videolardan sonra o doğum günü masalsı masum sıradan kalmıştı. Bride partilerinde yaşanılan, çılgınlıkların dibine vurulmuş israf görüntülerinin yanında malum mevlit merasimi o kadar masrafsız ve detaysız kalıyordu ki. Eşinin sol cenahın işine yarayacak iş akdi, elbette bu konuyu köpürtmek için çok işlevseldi. Ailede şehit, yetimlere yardım yapan uluslararası saygın bir derneğe mensubiyet, Kudüs duyarlılığı gibi birçok aşinalık vardı. Belki de hepimizi ortak bir kınamada birleştirmesinin önemli nedeni buydu.

Bu olayla bir kez daha anlaşıldı ki; seküler kesim sadece kendisinde deneyimleme hakkı bulduğu lüks şatafat içeren; zengin insanlara has ritüelleri asla bir başörtülü figürde görmek istemiyordu. Bu tip insanlarda ayakaltında dolaşmayacak sokaklarda karşılaşmayacak bir ruhbanlık, içe çekilme hali isteniyordu. Kamusal alanda başörtülü insanlardan beklenen davranışlar hakkında seküler akıl ile yobaz akıl bir mutabakata varmıştı. Hiçbir kudretin aynı söylemleri söyletemeyeceği bu iki ayrı uç; muhafazakar kadından beklenti konusunda kafadar olup anlaşmışlardı.

Olay elbette Müslüman ve mütedeyyinlerin savunmaya geçeceği bir meşruiyet taşımıyordu. Savunulacak bir tarafı yoktu fakat genellemelere doyamayan laikçi kesim için aslında hikâyenin bilinmedik tarafları vardı. Mevlit hanım zadesi, dindar kesime mal edilen aşırılıkları yaşar ve yaşatırken hep seküler kurum ya da kişiler tarafından finanse ediliyordu. Takipçi sayısının fazlalığından istifade etmek isteyen güzellik merkezleri, her bahaneyle parti yapmasını kolaylaştıran organizasyon şirketleri, fotoğrafçılar, oteller, masörler, abiye elbise tasarımcıları, make-up artistleri ve daha niceleri dünyevilikleri ile ön plana çıkan firmalar ve figürlerdi. Fenomenin tek suçu herkes tarafından her fırsatta bu kadar kullanışlı bir malzeme haline gelmeyi sakıncalı bulmaması bir de bedava hizmetlere bayılıyor olmasıydı. Mahrem alanda küresel bir markanın distribütörü olmasını sağlayan marketing şirketleri, muhafazakarları hedef alan matineleri birlikte düzenledikleri firmalar hep seküler yapıda olan kişilerce yönetiliyordu. Yani bir fenomenin özelinde insan nefsine hoş gelen ne varsa teklif eden, ayartan dünyevi davranış kalıbında olan insanlardı fakat yerden yere vuranlar da yine o guruba mensup olanlar oldu.

Her şeyden biraz

Herkesin ortak bir tavırla kızmasının bir nedeni de kaynağın nerden geldiğini bilmek istedikleri zenginlikti. Aslında başörtülü olup da holding sahibi bir babası, kulüp başkanı bir eşi olan zengin ve başörtülü bir kadına (Sena Pektemek) reva gördüğü onda daha fazlasını görüp de öfkelenmediği davranışları kimse mevlit videosuyla dikkatleri çeken karaktere reva görmüyordu. Çünkü diğer örnekte nükseden zenginlik onun kendi gerçeğiydi. Fakat mevlit videosunun öznesi kendine ait olmayan bir gerçeği işgal ediyordu. Hele ki Kate Middleton’un kötü taklidi olmasını kolaylaştıran şapkası ve akrabalarına nispet olsun diye taktığı burma bilezikler… Bütün bunların oluşturduğu görgüsüzlük karmaşası… Var olduğunu göstermek için birbirini tamamlamayan bir “her şeyden biraz kombinasyonu” eklektik bir garabet vesikası olarak hepimizi irrite etti. Bu örnekle anladık ki ithal ettiğimiz teknolojinin kültürü ile baş edemiyorduk.

Elden gittiğini, yozlaştığını düşündüğümüz aile, gençlik, mahremiyet konu her ne olursa olsun öncesinde insana gerçek kıvamı veren ‘ahlak’ı konuşmamız gerektiği bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Biçimsel ve görünürde kambur çıkarma hali olan ahlaklılığı değil, varoluşsal bir mesele olarak hiçbir zeminde değişmeyen ahlaklılığı… İnsanın özüne uygun yaşamasını, yaradılışındaki güzellikle tutarlı olmasını sağlayan ahlaklılığı tartışmalıydık. Hayatın değişken yüzü ne yana değişirse değişsin bu değişim karşısında insan olma cevherinde bizi sabit kılacak olan ahlaka ne çok ihtiyacımız var.

Güzellik asalet zarafet hem dindarlar hem de sekülerler tarafından yeniden keşfedilmeyi bekliyor. Müslümanlar bu kavramları yeniden hak etmek zorunda kaldıkları bir dönemden geçiyorlar. Yaptığımız hiçbir davranış gösterdiğimiz hiçbir tutum “İslami” olmayı hak etmiyor. Anlamın boy verdiği hayatlar yaşamak neredeyse alay konusu. Sıra dışı olanın fazlalığı; olması gereken eylem ve düşüncelerin yolunu kesiyor. Anormalin normal sayıldığı günlere tesadüf ettik. Sanal dünya olgunlaşmamızın önünde engel olarak duruyor ve bizi çocuksulaştırıyor. Gombrowicz’in de teyit buyurduğu gibi bebeksileşmek modern insanın en vahim hastalıklarından biri. Gündelik hayatlarımızda gaybi tesirlere giderek daha da kapalı hale geliyoruz. Vicdanın ve doğruluğun sızacağı yarıklar sahtelik harcıyla sıvanmış durumda. Aşk da dahi bütün sevinçleri şükür değil gürültü ile yaşar haldeyiz. Sessiz ve içli olan hiçbir şey kalmadı nerdeyse. Çabanın ve üretimin olmadığı hayat ritülleri arasında gerçek mutluluk artık hayal. Muhtaç olduğumuz dinginliği sosyal medyanın renkli ve geçişken sayfaları uğruna feda ettik.

Paylaşımlarda ve altına yapılan yorumlarda görülüyor ki; insanın iç evreni boş yer kalmayacak kadar ego ile dolu. Sanal ortamlarda çok gezinmenin, orada bir yaşam inşa etmenin maliyeti ağır. Hakikatin, toplumsalın ve yerelin yitimi ile baş etmek zannettiğimiz kadar kolay olmayacak. Aldığımız hasarlar tali hasar diyemeyeceğimiz kadar büyük. Takipçi ya da içerik üreticisi olarak bulunduğumuz dijital dünyanın akla durgunluk veren karmaşası; bizleri, acizleştirmesi, yönetilebilir bir ölçeğe indirgemesi ile yaralı, örselenmiş, dağılmış, incinmiş olarak yaşamaya mahkûmuz. Budalalığın, kötü niyetliliğin, uzun yanlışlar ve gaflar silsilesinin, gerçek dışı fakat özendirici temsillerin yeşerdiği bir sera olarak yeni medya tufan gibi eserek bütün kalelerimizi dağıtıyor…