‘Vatanında Cüda’ olmaktan kurtulamamış

Muharrem Coşkun / Gazeteci - Yazar
14.03.2015

İstiklal Marşı’nın kabulünden 94 yıl sonra gün yüzüne çıkarılan belgelerde, İstiklal Şairi’nin devletteki kod adının ‘İrtica 906’ olduğu belirlendi. Yani devlet O’na ‘İrtica 906’ kod adını vermiş, takibat ve fişleme belgelerini bu dosyada biriktirmişti..1924’de kadar zor yıllarda ‘aranan adam’ olan Mehmed Akif Bey, 1925 sonrası ise varlığına tahammül edilemeyen, adım adım izlenen, kitapları için imha emri verilen biri olup çıkıvermişti.


‘Vatanında Cüda’ olmaktan kurtulamamış
Tam 94 yıl evvel, bedelsiz ve geceleri soğuk dergahın duvarlarına kazırken İstiklal Marşı’nı, kısa süre sonra, ömrünü adadığı vatanında ‘sakıncalı’, ‘mürteci’ ve ‘tehdit’ ithamlarına maruz kalacağını, nasıl tahmin edebilirdi ki? Oysa ne kadar iyi niyetliydi: Milli Marş yarışmasına sırf para ödülü olduğu için katılmayacağını açıklamış, palto alacak gücü bile olmadığı günlerde -dostlarının ısrarıyla yazdığı- Marş’ın bedelini de kabul etmemişti. O’na göre vatan ve millet yolunda yapılan işlerden maddi karşılık beklemek çok ayıp bir şeydi. Yazdığı Marş, birinci seçilip Meclis’te ayakta alkışlanırken o dışarı çıkmayı, yalnız durmayı tercih etmişti. Alkışlanmak, yüzüne karşı övgü sözleri duymak hoşuna giden şeylerden değildi. 
 
94 yıl sonra ortaya çıkan hakikatler O’nun ne kadar iyi niyetli olduğunu bizlere gösterecekti. Bu satırların yazarı tarafından kaleme alınan ve ilk kez gün yüzüne çıkarılan belgelerde, İstiklal Şairi’nin o çok sevdiği devletteki adı ‘İrtica 906’ idi. Yani devlet O’na ‘İrtica 906’ kod adını vermiş, takibat ve fişleme belgelerini bu dosyada biriktirmişti. 1924’e kadarki o zor yıllarda ‘aranan adam’ olan Mehmed Akif Bey, 1925 sonrası ise varlığına tahammül edilemeyen, adım adım izlenen, peşine hafiyeler takılan, kitapları için imha emri verilen, eserleri yurda sokulmayan biri olup çıkıvermişti. Kısacası Şair, günlerce uyuyamadan yazdığı İstiklal Marşı’nda ifade ettiği ve çok korktuğu ‘Vatanında Cüda’ durumuna düşürülmüştü.  
 
Halbuki, gençliğinde en ağır eleştirileri yaptığı, dahası, ‘devr-i istibdad’ ola≠rak andığı Sultan II. Abdülhamid döneminde ne takibe uğramış, ne de sürgün edilmişti. Gazetesinde istediği eleştirileri yapabilmiş, şiirlerini ko≠nuşturmuş, hatta II. Abdülhamid’i bir darbe ile tahttan indirecek İttihatçılar’a destek bile olmuştu. Buna rağmen, o ‘Devr-i İstibdad’da memuriyette kıdem almış, maaşı da artırılmıştı. Ancak büyük ümitlerle destek verdiği Cumhuriyet o kadar insaflı ve merha≠metli davranmamıştı Akif’e. 
 
Redd-i miras yapan ve geçmişle bağlarını kesen yeni Türkiye Cumhuriyeti, Mehmed Akif’in hem gazetesini kapatmış, hem kadim dostunu idamla yar≠gılamış, hem de kendi peşine hafiyeler takarak izlemeye almıştı. Çare olarak ülkeyi terk etmiş, ancak Mısır’a hicret ettikten sonra da takibattan kurtulamamıştı. Şeflik Rejimi, O’nun izin sürmüş, O’nunla ilgili istihbarat ya≠zışmalarını, takip raporlarını ‘İrtica 906’ kodlu dosyada biriktirmişti. 1924 sonrası Akif, yeni rejime göre artık bir ‘kahraman’ değil ‘mürteci’ ve sakıncalıydı. Bunların bir söylenti ve dedikodu olmadığını, bizzat Devlet Arşivleri’nde yer alan gizli/resmi belgeler açıkça bize göstermiş oldu.
 
 
Pek ala yargılanabilirmiş
 
İlk kez ‘Kod Adı İrtica-906’ adıyla yayınladığımız kitapta yer alan belgeler açıkça ortaya koyuyor ki; İstiklal Şairi eğer 1925’te Mısır’a gitmemiş olsaydı İstiklal Mahkemeleri’nde pek ala yargılanabilirmiş. Fişleme ve takip bel≠gelerini görünce, kendinizi; ‘İyi ki o karanlık yıllarda Mısır’a gitmiş ve bizi o utançtan kurtarmış’ demekten alamıyorsunuz.
Bilindiği gibi Milli Mücadele bittikten sonra saflar netleşmeye başlamış, Lozan ile Ankara yüzünü Batı’ya çevirmişti. Mehmed Akif ve Eşref Edib’i Ankara’ya davet eden ve Kayseri nutkunu veren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey şehid edilmiş, dahası menfur bir suikaste kurban gitmişti (27 Mart 1923). İlk Meclis’te Lozan’a karşı muhalefet yoğunlaşınca Büyük Millet Meclisi (BMM) de feshedilmişti. İkinci Meclis’te ise Mehmed Akif Bey de dâhil pek çok isim yer alamayacaktı. Birinci Millet Meclisi’nin seçim kararı ala≠rak dağılması üzerine Mehmed Akif, hatıra olarak verilen İstiklal madalyası ve mavzer tüfeğini alarak, Eşref Edib ile 1923 yılı Mayıs ayı başında İstanbul’a dönmüştü. Akif’e emekli maaşı bağlanmamış, ikramiye de veril≠memişti. Dahası peşine hafiyeler takılıp adım adım izlettirilmeye başlanmıştı. O artık Ankara’nın vitrinine uymamakta, düşünceleri sakıncalı görülmekte≠ydi.
 
Hayal kırıklığı yaşıyordu
 

Mehmed Akif aslında derin bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Atılan adımlarla birlikte, millete ümit vermiş, halkı cepheye gönderen bir insan olarak, ‘Bu noktaya mı gelecektik, bunlar için mi düşmanla dövüştük?’ sorusunu yönelti≠yordu kendi kendine. Aslında bu soru pek çok kimse tarafından da sorulma≠ya başlanmıştı. Örneğin Türkiye’yi terk etmeyen, Milli Mücadele’nin önemli komutanlarından Kazım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay dahi hafiyelerle izlemeye alınmış, attıkları adımlar takip ediliyor olmuştu. Hatta Karabekir’in yazdığı bir kitap daha matbaadan çıkmadan el konulup imha ettirilmişti. 

E. Edib idamla yargılandı
 
1925 kışını Mısır’da geçirip baharda İstanbul’a döndüğünde şartların daha da kötüleştiğine tanıklık edecekti Milli Şair. Zira başyazarı olduğu gazete Sebilürreşad, Takrir-i Sükun yasası ile kapatılmış (5 Mart 1925), kadim dos≠tu Eşref Edib Şark İstiklal Mahkemesi’nde ‘Vatana İhanet’ suçla≠masıyla yargılanmaktaydı. Eşref Edib Fergan, İstiklal Mahkemesi’nde, 1908’den itibaren gazetesinde çıkan Mehmed Akif’in de yazdığı her satırın hesabını veriyordu. 
Düşünüyordu; Milli Mücadele yıllarında çektiği sıkıntıları... Şimdi kapatılan gazetesinin o zaman cephelerde nasıl dağıtıldığını, idamla yargılanan dostu Eşref Edib’in zor günlerde gece gündüz İstiklal için koş≠turduğunu... O artık işsiz, dahası ‘mürteci’ bir kişiydi. İşte bu manzara karşısında kesin kararını verecek ve 1925’te Mısır’a gidecekti. Vefat edeceği yıl olan 1936’nın 16 Hazi≠ran’ına kadar da çok sevdiği yurduna dönmeyecekti.
 
Kur’an okuma cezası
 
Akif’i kahreden olaylardan biri de oğlu Emin’le ilgilidir. Mısır’da sürgün hayatı yaşarken dahi oğlunu Türkiye’ye askere gönderen İstiklal Şairi, oğlunun hapsedildiği haberiyle yıkılır. Gerekçe ise trajiktir: Asker ocağında Kur’an okumak ve bazı arkadaşlarına elif-ba cüzünü öğretmek. Evet, İstiklal Şairi’nin oğlu, kendi ülkesinde ‘peygamber ocağı’ denilen kurumda Kur’an okuduğu ve arkadaşlarına öğrettiği için hapse atılmış, dahası işkencelere maruz kalmıştı. O günden sonra artık Akif, sehiv secdesiz namaz dahi kılamaz.
 
Kitapları yurda sokulmadı
 
Mehmed Akif’le ilgili takibat 11 yıl hasret kaldığı vatanına döndükten sonra daha da artmış, hasta yatağında bile görüşmeleri izlemeye alınmıştı. Dahası, Mısır’da yazdığı Gölgeler kitabının ülkeye sokulması engellenmiş, Safahat hakkında ise toplatılarak imha etme kararı verilmişti. Safahat’ın son bölümü olan Gölgeler 1933’te Kahire’de basılacak, ancak Arap harfleriyle ya≠zılmış olması ve irticai yayın kapsamında değerlendirilmesi sonucu Türkiye’ye sokulmayacaktı. 
 
Bu durum öldükten sonra da devam etmiş, O’nu anmak için yapılan küçük katılımlı programlar dahi soruşturma konusu olmuştu. Örneğin, bugün bir çoğumuzun kütüphanesinde yer alan Safahat için 1936 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından ‘İmha edilmesi’ emri dahi çıkarılacaktı (31.08.1936 tarihli belge). Yine, Mehmed Akif’in Mısır’da kaleme aldığı ve son eseri olan Safahat’ın Gölgeler bölümü, Mısır’da basılıp Türkiye’ye gönderilince, ülkeye sokulması engellenecek, bir kısmına el konulacak, bir kısmı da geldiği ülkeye gemilerle geri gönderilecekti (1.9.1936 tarihli belge). Gerekçe ise tanıdık sayılırdı; Arap harfleriyle (eski Türkçe) basılmış olması ve ‘İrticai’ ifadeler içermesi... Yazdığı eser olan Safahat’ı oluşturan bölümler 1928’de yapılan harf devrimin≠den itibaren 1943 yılına kadar bir daha bu ülkede basılamayacaktı.