Vatansız bırakma planı

Faruk Önalan / Yazar
31.01.2020

Trump’ın “Yüzyılın anlaşması” projesi, BM’in yüzlerce kararına rağmen Filistin topraklarını işgal eden İsrail zulmünü meşrulaştırıyor. İsrail’in arkasında sadece ABD ve Batılı ülkeler değil Kral Faysal’ın hatırasına ihanet eden Suudi Arabistan, BAE ve bazı Körfez ülkeleri de var.


Vatansız bırakma planı

Fransız General Napolyon Bonaparte, Kuzey Mısır’ı aldıktan sonra rotasını Osmanlı’yı sıkıştırmak için bugün İsrail işgali altındaki Akka kalesine çevirmişti. Ve o günlerde “Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması” doğrultusunda, resmiyete geçirmediği bir tasarı hazırladı. Asıl amacı Akka Beylerbeyi Cezzar Ahmet Paşa’nın Yahudi olan başdanışmanı Haim Farhi’yi yanına çekip Akka’yı kolayca almaktı.

Akka direnişi

Ancak bunda muvaffak olamadı zira Cezzar Ahmet Paşa müthiş bir direnişle Napolyon’a ilk yenilgisini tattırmıştı. Napolyon, bu yenilgiyi şöyle anlatır; “Eğer Türkler beni Akka önünde durdurmasaydı, bütün Doğu’yu ele geçirmek işten bile olmayacaktı. Doğu’nun fatihi olur ve Paris’e İstanbul üzerinden dönerdim. Ancak kader beni bir ihtiyarın oyuncağı etti. “ Napolyon’un hayata geçiremediği Yahudi Devleti ilgili ilk adım sekiz yıl sonra atıldı. “Siyonizmin babası” olarak anılan Theodor Herzl 28 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde 1. Siyonist Kongre’yi topladı.

Herzl fırsat kolladı

Kongrenin bildirgesinde “Siyonizm, kamu hukuku güvencesi altında Yahudi halkı için Filistin’de bir yurt kurulmasını amaçlar” ana maddesi yer aldı. Bildirgede özellikle “Yahudi Devleti” ibaresi yoktu zira bölge Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetindeydi ve Herzl, Sultan Abdulhamid Han ile bu konuda görüşebilmek için fırsat kolluyordu. İlk görüşmesinde de tüm dünyada dışlanan Yahudilere olan yaklaşımından dolayı Sultan’a teşekkür eden Herzl, Abdülhamid Han’ın “Yahudi tebaamı gerçek Osmanlılarım gibi severim” cevabı üzerine hemen isteğini beyan etti.

Zat-ı alinize ve ülkenize yararlı olabilecek Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine imkân sağlaması için Hükûmetinize gerekli buyrukları vermenizdir. Filistin için ne Mısır’da olduğu gibi özerklik, ne de Sisam adasında olduğu gibi bir bayrak değişikliği talep ediyorum. Filistin’de Girit adasındakine benzer bir rejimin kurulmasını istiyorum. Bu talebim kabul edilirse cemiyetim ve onu destekleyenler Zat-ı alilerinin belirleyecekleri bir meblağı İmparatorluk Hazinesi’ne bağışlayacaklardır. Umarım bu talep fikirlerinize uygundur. Değilse bu talebimi geri çekmeye hazırım.” Abdulhamid konuyu değerlendireceğini belirtip kesin cevabını vermese de sonradan teklifi kabul etmedi.

Uganda önerisi

Herzl, Filistin konusunda oldukça ısrarlıydı; Walter Laqueur’un Bir Siyonizm Tarihi isimli kitabında Lord Chamberlain’in Yahudilere Uganda’da bir yurt vermeyi önerdiği belirtilir. “Chamberlain Uganda’ya yaptığı bir turda şöyle düşünmüştü: ‘İşte tam da Herzl’e göre bir ülke ama tabii o sadece Filistin ve çevresini istiyor.’ Haklıydı. Herzl bu öneriyi elinin tersiyle itmişti. Filistin’den başka bir yer istemiyordu. 30 Mayıs 1903’te Rothschild’e şöyle yazmıştı: ‘Şevkim kırılmadı. Hâlâ yanımda bana yardım edecek çok güçlü bir insan var.’ Bu mektuptan bir yıl sonra Theodor Herzl öldü. Mektubunda “güçlü bir insan” vurgusuyla övdüğü Lord Rothschild’e dönemin İngiliz Başbakanı Lloyd George’un savaş kabinesinde Dışişleri Bakanı olan Arthur James Balfour 2 Kasım 1917 tarihinde bir mektup yazdı;

“Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini hakları ile başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.”

Kissenger’ın girişimleri

Tarihe Balfour Deklarasyonu adıyla geçen bu olaydan sonra Filistin’in Siyonistlerce işgali adım adım hızlanmaya başladı. Osmanlı askerinin çekilmek zorunda kalmasından sonra Filistin İngiliz manda yönetiminin hakimiyetine geçti. İngiliz işgali altında 1922’de yapılan sayımda 750 bin nüfusun yaklaşık 76 bini Yahudiydi. 1937 yılına kadar 300 bin Yahudi daha Filistin topraklarına göç etti. İngilizler 1947’de, Filistin-Siyonizm sorunun çözümünü devrettiği, Birleşmiş Milletler yeni bir paylaşım planı belirledi. Buna göre Filistin topraklarının yüzde 56,47’si Yahudi devletine, yüzde 43,53’ü de Arap devletine bırakılıyordu. Plan, 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nda 33 ülkenin kabul, 13 ülkenin karşı oyu ve 10 ülkenin de çekimser kalmasıyla kabul edildi. Akabinde de bugün “Felaket Günü” (Nakba) olarak anılan 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kuruldu. 1967 Arap-İsrail savaşı (6 gün savaşları), 1973 Yom Kippur savaşı ile İsrail, Arap liderlerin beceriksizliği sayesinde daha da genişlemeye başladı. Yüzbinlerce Filistinli mülteci konumuna düştü. Bu noktada tek onurlu hareket Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz’den geldi. Kral, “Biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşadık; yine öyle yaşayacağız” tarihi sözleriyle, İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ambargosu başlattı. Tüm dünyada büyük bir petrol sıkıntısı başlayınca dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger, Riyad’da Kral Faysal’ı ziyarete gitti. 90 dakikalık görüşmede Ortadoğu’da barışın yeniden ele alınacağın belirten Kissenger bununla da yetinmeyip Türkiye kartını ortaya attı; “Efendim petrol fiyatlarının giderek daha da yükselmesi Türkiye’yi ekonomik felakete sürükleyebilir.” Kral Faysal, taviz vermedi. Kissenger bu tarihi görüşmeyi şu sözlerle aktarmıştı; “Kral Faysal oldukça sinirli görünüyordu, aramızda bir diyalog başlayabilmesi ümidiyle esprili bir dille ona; ‘Uçağımın yakıtı bitti, uçağın deposunu doldurmak için emir verirseniz, uluslararası fiyatından ücretini vermeye hazırız.’ Kral gülümsemedi, kafasını yukarıya kaldırarak sert bir şekilde bana şunları söyledi: ‘Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önceki tek dileğim Mescid-i Aksâ’da iki rekat namaz kılmaktır! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?” Bu ziyaretten yaklaşık bir yıl sonra Kral Faysal, yeğeni Faysal Bin Musa tarafından bir halk gününde tabancayla vurularak şehit edildi.

22 Temmuz 1946 tarihinde Kudüs’te Kral Davud otelini bombalayarak 28 İngiliz, 41 Arap ve 17’si Yahudi olmak üzere (ayrıca 2 Ermeni, 1 Rus, 1 Yunan ve 1 Mısırlı) toplam 91 kişiyi öldüren terör örgütü Irgun lideri Menahem Begin, 1977’de İsrail Başbakanı oldu. İlk icraat olarak Batı Şeria ve Gazze’ye yönelik işgali hızlandırdı. Tarım Bakanı ve yerleşim komisyonu başkanı olan Ariel Şaron’un Filistin halkına yönelik zulmü Savunma Bakanı olunca işgal ettikleri Lübnan’da devam etti. Sabra ve Şatilla kamplarında, bebek, çocuklar dahil 3 binden fazla Filistinli mülteciyi katletti. Şaron, dönemin Başbakanı Erdoğan’a “Tankların üzerinde Filistin’e girince kendimi daha bir mutlu hissediyorum” diyen bir caniydi.

Birleşmiş Milletler ’in yüzlerce kararına rağmen Filistin topraklarını işgalden vazgeçmedi İsrail. Dün arkasında ABD ve Batılı ülkeler varken bugün Kral Faysal’ın hatırasına ihanet eden Suudi Arabistan, BAE dahil bazı Körfez ülkelerinin de işgalci İsrail ile ilişkileri normalleşmeye başladı. Öyle ki Veliaht Prens Selman’ın gizlice Tel-Aviv’de Netanyahu’yu ziyaret ettiği basına yansıdı. ABD Başkanı Trump’ın gündeme getirdiği “Yüzyılın anlaşmasını” Mahmut Abbas’a kabul ettirebilmek için Veliaht Prens baskı yaptı. Bu doğrultuda Abbas’ın anlaşmayı kabul etmesi halinde 10 yıl boyunca 10 milyar dolar para vereceği teklifinde bulunduysa da, Abbas “siyasi kariyerim biter” diyerek kabul etmedi. “Başkenti Doğu Kudüs olan 1967 sınırları dahilinde iki devletli bir çözüm” süreci şartıyla masaya oturacağını belirtti. Muhammed Bin Selman ise “ABD’nin, İsrail üzerinde gerçek nüfuz sahibi tek ülke olduğunu, AB, Rusya ya da Çin’in etkili olamayacağını anlatıp Mahmut Abbas’ı Amerikan Başkan Yardımcısı Mike Pence ile masaya oturtmaya çalıştı. ABD, İsrail ve Körfez ülkelerinin asıl amacı Filistinlilere Sina’da bir devlet kurmaktı. Hatta bu teklifi iki yıl önce Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı el-Sisi teklif etmiş, Mahmut Abbas reddetmişti. Bu bağlamda Sina’yı, Mısır’dan koparmak için terör örgütü DEAŞ’ın saldırıları arttı. İsrail bu süreçte, “DEAŞ, İsrail çıkarları için bir tehdit değil” açıklamasını yaparken, yanlışlıkla yapılan bir saldırı sonucu DEAŞ’ın özür dilediğini bizzat dönemin Savunma Bakanı Moshe Yalon açıklamıştı. Yalon, İsrail Milli Güvenlik Akademisi’nde yaptığı bir konuşmada İran yerine DEAŞ ile çalışabileceğini dahi söylemişti. DEAŞ da bu pasları geri çevirmemiş, Hamas ve El-Kassam Tugayları’nı tehdit etmişti.

Filistin’in bir ordusu olmayacak

Trump’ın planı sürekli revizyona uğradı ve en sonunda bu hafta içi Türk gazetecilerin alınmadığı bir basın toplantısında Netanyahu ile birlikte, BAE, Bahreyn ve Umman büyükelçilerinin de katılımıyla, işgali meşrulaştıran sözde “Yüzyılın anlaşması” projesini açıkladı.

Buna göre;

Başkent olarak tanıdıkları Kudüs tamamıyla İsrail’e ait olacak, Mescid-i Aksa’nın statüsü değişmeyecek ancak giriş çıkışlar İsrail’in kontrolü altında olacak.

Batı Şeria’da işgalci yerleşimcilerin bulunduğu bölgeler İsrail toprağı olarak tanınacak.

Ürdün vadisindeki İsrail hakimiyeti tanınacak.

Yaklaşık 6 milyon mültecinin geri dönüşü kabul edilmeyecek.

Batı Şeria ve Gazze, İsrail’in kontrol ettiği tünellerle birbirine bağlanacak.

Filistin devletinin başkenti, Kudüs’e bağlı küçük belde olan Ebu Dis olacak.

Filistin devletinin bir ordusu ve hava sahası olmayacak.

Açıklama yapılır yapılmaz ilk destek Suudi Arabistan’dan geldi; “Suudi Arabistan Krallığı, Filistin ve İsrail arasında kapsamlı barış planı geliştirmek için Başkan Trump yönetiminin sarf ettiği çabaları takdir ediyor. Ayrıca ABD’nin himayesi altında taraflar arasında doğrudan müzakereleri başlatma ve planla ilgili her türlü anlaşmazlığı müzakereyle gidermeye teşvik ediyor. Bu da barış sürecinde, kardeş Filistin halkının meşru haklarını sağlayacak bir anlaşmaya varılması içindir.

Akabinde de bir destek Birleşik Arap Emirlikleri’nden geldi; “Birleşik Arap Emirlikleri, ABD’nin Filistin-İsrail barış anlaşmasına varma çabalarını takdir ediyor. Bu plan, yıllar boyunca ortaya çıkan birçok konuyu ele alan ciddi bir girişimdir. Kalıcı bir çözümü garanti etmenin tek yolu, ilgili tüm taraflar arasında bir anlaşmaya varmaktır. BAE, Filistinlilerin ve İsraillilerin uluslararası toplumun desteğiyle kalıcı barış ve gerçek bir arada bulunabileceğine inanıyor. Bugün açıklanan plan, ABD liderliğindeki uluslararası bir çerçevede müzakerelere geri dönüş için önemli bir başlangıç noktası sunuyor.” Mısır da ABD’nin çabalarını takdirle karşıladığını belirtti.

Katar’dan yapılan açıklamada da ABD’nin çabalarını memnuniyetle karşılandığını ancak Filistinlilerin hakları koruma altına alınmadıkça ve 1967 sınırları çerçevesinde egemen bir devlet kurulmadığı sürece barışa ulaşılmasının mümkün olmadığı belirtildi.

Daha öncelerde de olduğu gibi en net, dolaysız tepki Türkiye’den geldi, “ABD’nin sözde barış planı ölü doğmuştur. Bu plan, iki devletli çözümü öldürmeyi ve Filistin topraklarını gasp etmeyi hedefleyen bir ilhak planıdır. Filistin halkı ve toprakları parayla satın alınamaz.

Kudüs kırmızı çizgimizdir. İsrail’in işgal ve zulmünü meşrulaştırmaya yönelik adımlara izin vermeyeceğiz. Kardeş Filistin halkının daima yanında olacağız. Filistin topraklarında bağımsız Filistin için çalışmaya devam edeceğiz. Filistin’in kabul etmeyeceği hiçbir planı desteklemeyeceğiz. İşgal politikalarına son vermeden Ortadoğu’ya barış gelemez.

Eski İsrail Başbakanı Golda Meir’in,”Ben Filistinliyim, Filistin’de doğdum. 1921’den 1948’e kadar Filistin pasaportu taşıdım.” dediği bir ortamda Müslümanların ilk kıblesi, üç kutsal mabedinden biri olan Mescid-i Aksa’nın Siyonist tarafından işgal edilmesine Arap ülkelerinin desteği ve buna karşı Türkiye’nin Abdulhamid Han’ın duruşuyla karşı çıkışı; “Bir karış toprak bile satamam, zira bu topraklar bana değil, milletime aittir. Milletim bu imparatorluğu savaşarak ve kanıyla sulayarak kazandı. Bizden ancak kanla koparılabilir. Ancak cesedimizi paylaşılabilirsiniz, canlıyken parça koparılmasını kabul etmeyeceğim.” Tarih herkesi not ediyor!

[email protected]