Venezuela’da eski oyun, yeni denklem

Şerif Egemen Ahmet/ Star Gazetesi Dış Haberler Editörü
2.02.2019

Nicolas Maduro’ya karşı suikast ile darbe girişimlerini destekleyen, son olarak da kuklası Guaido’yu sahaya süren ABD, bugün büyük bir umutla Venezuela ordusunun taraf değiştirmesini bekliyor. Askerlerden beklediği tepkiyi alamazsa Kolombiya’daki 7 üs üzerinden işgal planlarını devreye sokmayı tasarlayan Trump yönetimi, Rusya ve Çin’in tepkisini hesap edemiyor.


Venezuela’da eski oyun, yeni denklem
Tarihi, Kuzey’den gelen darbelerle dolu Latin Amerika, yeni ve bir o kadar da benzersiz bir kalkışmayla karşı karşıya. Kıtanın, ekonomisini petrol gelirleriyle döndüren ülkesi Venezuela, ABD ve bölgesel işbirlikçilerinin neden olduğu uluslararası alanda çift başlı denilebilecek bir siyasi krizle boğuşuyor. 20 Mayıs 2018 tarihindeki başkanlık seçimlerini yüzde 68’le kazanan Nicolas Maduro’nun sene başındaki yemin töreni öncesi Washing-ton’a giden muhalif lider Juan Guaido, ABD’li ve Kolombiyalı yetkililerden aldığı güçle dönüşte darbe sürecinin fitilini ateşledi. Kendini lağvedilen Ulusal Meclis’in Başkanı sıfatıyla tanıtan Guaido, Maduro’nun seçimleri adil bir şekilde kazanmadığını belirterek, tüm gücün parlamentoya geçtiğini duyurdu. Guaido, ülkenin 1958’deki diktatörlükten demokrasiye geçişinin günü olan 23 Ocak’a denk getirdiği bir sokak tiyatrosunda, kendisini ‘geçici devlet başkanı’ ilan etti. Yabancılarla yapılan mutabakat gereği ABD, Kanada, İspanya, Fransa, Almanya, İngiltere, İsrail, Arjantin, Brezilya, Gua-temala, Guyana, Kanada, Kolombiya, Kosta Rika, Honduras, Panama, Paraguay, Şili ve Peru, Guaido’nun başkanlığını tanıdığını açıkladı. Üstüne üstlük Trump yönetimi Venezuela’nın ABD’deki tüm malvarlığını ve gelirlerini de Guaido’ya teslim etti. Maduro, olayları darbe olarak nitelendirirken, her iki aktörün de pür dikkat izlediği ordu, Venezuela’nın seçilmiş başkanının arkasında olduğunu duyurdu.
 
Caracas yönetimine ilk desteği veren ülkelerden olmasından mütevellit, Maduro ve maruz kaldığı darbe girişimi bir anda Türkiye’de gündemin ilk sıralarını işgal eder hale geldi. Ekonominin üzerine kurulu olduğu petrolün değer kaybetmesi ve ABD’nin temel geçim maddelerine uyguladığı ambargonun etkisiyle artan hiper-enflasyona odaklananlar Maduro hükümetine karşı Batı medyasının köpürttüğü sokak gösterilerini haklı bir tepki olarak yorumlarken, Washington’ın Caracas’a yönelik savaş ilanını ‘taviz verilemeyecek bir darbe girişimi’ şeklinde okuyanlar da mevcut. Fakat ne Maduro ne de Venezuela ABD tarafından ilk kez hedef alınıyor. Aslında ülkede yaşananlar, eski rejimin sahibi beyaz Venezuelalıların, Chavis-mo’nun bazı ayrıcalıklar sunduğu toplumun alt kesimleri arasındaki – içerisinde biraz da ABD ile Rusya/Çin rekabeti barındıran- bir düzen mücadele-si.
 
Hugo Chavez’in intikamı 
 
Çatışmayı daha iyi kavramak adına tarihin sayfalarını geriye doğru çevirelim. Maduro’nun lideri olduğu düzenin kurucusu Hugo Chavez, sanıl-dığının aksine, Aralık 1998’de yüzde 56’lık oy oranıyla başkan seçildiğinde daha adil bir dönüşüm hedefleyen sosyalizan bir sistem hedeflemiyordu. Ilımlı sosyal demokrat bir çizgide yer alan Chavez, tüm siyasi stratejisini punto fijo (1958’de demokrasiye geçiş sonrası ülkeyi dönüşümlü olarak yağmalayan 3 ana partisi AD, COPEL ve URD’nin oligarşik sistemi) karşıtlığı üzerine kurmuştu. Halkı bezdiren punto fijo öyle bir dönemdi ki, Vene-zuela ekonomisinin motoru konumundaki petrol gelirleri bile söz konusu partilerin kurduğu pragmatik ağda eriyip gidiyordu. 1980’lerde ekonominin yanlış yönetimi ve petrol gelirlerindeki düşüş sonrası yaşanan kriz, yeni on yıla girerken Venezuelalıların sisteme yönelik itirazlarını yükseltti. Siyasal istikrarsızlık ve darbe girişimlerinin gölgesinde (Bunlardan birine de 1992’de Yarbay Hugo Chavez önderlik etti) geçen 90’ların sonunda halk, denen-memiş ve dürüst bir seçenek olarak gördüğü Chavez’i tercih etti. En etkili vaadi ‘yeni anayasa’ olan Chavez, çok kutuplu küreselleşmeye işaret eden ve gelişmekte olan Güney Amerika’yı Kuzey’in karşısına bir aktör olarak çıkarmayı hedefleyen Bolivarcılığa vurgu yapsa da ekonomide düzeni değiştirmeye çalışmadı. Serbest piyasaya saygılı gözüken ve sık sık İngiltere’nin İşçi Partili Başbakanı Tony Blair’in New Labour akımına atıf yapan Chavez, ABD Başkanı Bill Clinton’ı bile 1999’da ziyaret etti.
 
Radikal sosyal demokrasi
 
Cezayir, Irak ve Libya ziyaretleriyle 1998’de 7 dolara düşen petrolün varil fiyatını OPEC ülkeleri dayanışmasıyla 28 dolara sabitleyen Venezue-la lideri, yeni programını harekete geçirmede bürokrasideki eski rejim kalıntıları nedeniyle zorlandı. Chavez, özellikle Enerji Bakanlığı’na entegre ettiği ulusal petrol şirketi PDVSA’yı ‘devlet içinde devlet’ gibi hareket etmekle suçlarken, 40 sene sonra muhalefette kalmakla tanışan eski düzenin beyaz aktörleriyse iktidarı sıkıştırarak gözlerini orduya çevirdi. Kalkışma, zengin iş çevrelerinin 2000’deki ‘vergi ödememe’ protestosuyla başladı. Yaklaşık 30 milyar dolarlık sermaye ülkeden kaçırıldı. Bunu, Nisan 2002’de kendini ‘geçici devlet başkanı’ ilan eden muhalif lider Pedro Carmona’nın destek-lediği cuntanın darbe girişimi izledi. Ve son olarak Venezuela burjuvazisinin emrindeki PDVSA’daki son Chavez karşıtı kalıntılar, 64 günlük grevle ülkenin petrol ihracatını durdurdu. 14 milyar dolarlık bir petrol ihracı geliri gözünün önünde uçup giden Venezuela lideri, - tıpkı bugün olduğu gibi- marketleri yöneten beyaz Venezuelalıların temel gıdalara erişim komplosu karşısında büyük bir siyasal kumar oynayarak 2004’te “Chavez gitsin mi kalsın mı?” referandumuna gitti. Yüzde 58’le yerini sağlamlaştıran Chavez, yaşadığı 6 senelik olağandışı olaylar zincirinden büyük dersler alarak siyasete döndü.
CIA destekli eski rejim kalıntılarının darbe girişimi ve ekonomik komplolarını kendine oy verenlerin desteğiyle atlatan Chavez, göreve döner dönmez Bolivarcı ideolojisi ile Venezuela’yı dönüştürmeye koyuldu. Washington karşıtlığı ile neoliberalizm karşıtlığı, retorik ve politik ajandanın önemli bileşenleri oldu. Chavez tekellerin ellerinde tuttukları bankalara, sanayi ve dış ticaret kurumlarına ile madenlere el koyarken, BP, Exxon Mobil, Total ve Chevron gibi enerji tekellerinin işlettikleri petrol bölgeleri de kamulaştırılarak PDVSA güçlendirildi. Caracas yönetimi vakit kaybetme-den ‘Misiones’ (Görevler) isimli, finansmanını PDVSA’dan gelen 6 milyar doların sağladığı, refah devleti programını başlattı. 2006’dan itibaren sağlık alanında Mision Barrio Adentro, yiyecek tedariki alanında halk marketleri olarak nitelendirilebilecek Mision Mercal, eğitim alanında Mision Robin-son ve iş eğitimi alanında Mision Vuelvan Caras gibi 17 ‘görev’ programına girişildi. Metropollerin arka sokaklarında doğan siyah Venezuelalılar, sağlık ve eğitime parasız erişip sosyal adaletle tanışırken, beyaz Venezuelalılar her geçen gün ayrıcalıklarını biraz daha kaybetti. Venevision, Globovi-sion ve Televen gibi egemenlerin medyası karşısında Latin Amerika’nın özgür sesi olacak Telesur televizyonu 2005’te yayına girerken, bölgesel ticaret için de Amerikan Halkları için Bolivarcı Alternatif yani ALBA kuruldu. Chavez’in rüzgârı kısa sürede tüm kıtayı saran bir kasırga halini aldı. Brezil-ya’da İşçi Partli Lula da Silva, Ekvador’da Rafael Correa, Arjantin’de Cristina Fernandez de Kirchner ve Bolivya’da Evo Morales iktidara geldi. ABD karşıtlığında birleşen bu ülkelere Chavez’in Bolivarcı Venezuela’sı ve efsanevi lider Fidel Castro’nun Küba’sı da eklenince Latin Amerika’ semalarında bağımsızlıkçılık bayrağı yeniden dalgalanır hale geldi. Söz konusu ülkeler, ABD’yi dışlayan iki kıtasal iş birliği örgütünün Unasur ve Mercosur’u ilan etti. Venezuela petrolüyle fonlanan sol dalga, bir yandan Pentagon’un Irak İşgali’ne en üst perdeden itiraz ederken diğer yandan da İsrail zulmü karşısında özgür Filistin Devleti’nin uluslararası alanda sözcülüğüne soyundu. Fakat diplomasi ve iç politikadaki atılımlar, Venezuela’da hiçbir zaman tam anlamıyla Bolivarcı düzenin inşasına olanak sağlamadı. Her ne kadar Chavez “21. Yüzyıl Sosyalizmi”nden bahsetse de yaşanan radikal bir sosyal demokrasi deneyiminden öteye gidemedi. Bunu kavramak adına Maduro dönemini incelemek yeterli.
 
Petrol temelli çöküş 
 
Venezuela’yı ABD’nin yörüngesinden çıkaran lideri Hugo Chavez’in 2013’teki ölümünün ardından devlet başkanlığına Nicolas Maduro’nun gelmesi, muhalefet tarafından fırsat olarak görüldü. Venezuela, yine Chavez’in 2000’lerin başında baş etmeye çalıştığı zorluklarla karşı karşıya kaldı. Aynı senaryo, farklı aktörler. Dağınık muhalefet sokak gösterilerine hız verirken, ekonominin üzerine kurulu olduğu petrol fiyatının 2014’te 100 do-lardan 60 dolara gerilemesiyle ülke sarsıldı. 2016’da petrolün 30 doların altını görmesi ile birlikte ekonomi dibe vurdu. Enflasyon, işsizlik ve şiddet tırmandı. 2017’de gelen ABD ambargosu, can çekişen hastaya son darbeyi vurdu. Yaptırımlarla iyice zayıflayan Maduro iktidarı, sokaktan yıkılma-yınca CIA’nın aklıyla hareket eden muhalefet, küçük çaplı kalkışmalara başvurdu. Maduro, son iki senede iki darbe ve bir suikast girişimi atlattı. Parlamento bombalandı. Venezuela lideri, bir askeri tören sırasında drone’la hedef alındı. Caracas yönetimi tüm bu saldırılardan ABD ve CIA’nın Latin Amerika’daki merkez istasyonu Kolombiya’yı sorumlu tuttu.
 
Çin ve Rusya’nın tepkisi
 
Beyaz Saray’ın güdümündeki eski rejimin kalıntısı olan beyaz Venezuela’yı temsil eden muhalefet, tıpkı Chavez’e yaptığı gibi Maduro iktidarını hedef alıyor. Ekonominin sistemde açtığı gedik Bolivarcı programların ikinci plana atsa da yıllarca ezilen siyah Venezuelalılar Chavez’in mirasına sahip çımayı sürdürüyor. Ancak ABD’nin elinin kolunu sallayarak darbe yapmasını engelleyen sadece Maduro iktidarının halk desteği değil. Zira bugün denklemde, Chavez döneminde devreye giren, Maduro iktidarında ise varlığını arttıran Çin ile Rusya mevcut. Ekonomide alarm zillerinin çalmaya başladığı dönemde Rusya enerji şirketleri üzerinden Venezuela’daki varlığını perçinlerken, Çin kesenin ağzını açandı. 2007’den bu yana Çinli kreditörler Caracas’a 70 milyar dolar borç verirken hem Moskova hem de Pekin borcunu petrolle tahsil etti. Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) ve Rus enerji devi Rosneft, PDVSA’nın ortağı konumuna geldi. Brezilya’dan başladığı Latin Amerika seferini Venezuela ile genişleten Çin, Huawei ve Xiaomi gibi akıllı telefon markalarında kullanılan koltan madeni için de Caracas’tan faydalandı. Moskova ise petrolle başladığı iş ilişkilerini askeri alana taşıyarak Venezuela ordusunu nükleer bomba atma kapasitesine sahip iki adet Tu-160 tipi bombardıman uçağı da dahil modern silahlarla donattı. Nicolas Maduro’ya karşı suikast ile darbe girişimlerini destekleyen, son olarak da kuklası Guaido’yu sahaya süren ABD, bugün büyük bir umutla Venezuela ordusunun taraf değiştirmesini bekliyor. Askerlerden beklediği tepkiyi alamazsa Kolombiya’daki 7 üs üzerinden işgal planlarını devreye sokmayı tasarlayan Trump yönetimi, Rusya ve Çin’in tepkisini hesap edemiyor.