Venizelos tuzağı

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
26.06.2022

Venizelos, Avrupa'da yaşanan siyasi kutuplaşmalarda Yunanistan'ı, Osmanlı'dan toprak koparmak için her zaman pazarlık konusu yapmayı bilmiştir. Miçotakis de benzer bir usulle, ABD-Rusya kutuplaşmasında Türkiye odaklı bir siyaset ortaya koyuyor.


Venizelos tuzağı

Çoğu Yunanlı, bağımsızlığının 200'üncü yılında Yunanistan'ın kuruluş yıllarında olduğu gibi yeniden Batılı güçlerin direktifleriyle hareket eden bir ülke konumuna geleceğini tahmin edemezdi. 1821 Mora İsyanı'ndan beri İngiltere, Fransa ve Rusya'nın desteğini arkasına alarak etrafındaki ülkelere karşı yayılmacı bir politika izleyen Atina'nın bugünkü vaziyeti, aslında geçmişteki tavrının çok fazla değişmediğinin bir göstergesi.

Akdeniz'de güç dengesi

Fransa, Yunanistan ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere Akdeniz'de güç peşinde koşan birçok devlet, Türkiye'nin Akdeniz'deki gücünün artmasına karşı çıkıyor. Bu siyasi psikolojiyi, kendi ulusal çıkarlarına adapte etmek isteyenlerin başında Yunanistan geliyor. Nitekim Yunanlı politikacılar, Türkiye karşıtı projeleri ulusal çıkarlara uygun olarak etiketlemekte fazlaca ustadır. Ayrıca Yunan devlet adamlarının yürüttüğü milli politikaların özünde, Yunanistan'ı Batı ile Doğu'yu birleştiren bir ülke yapma fikrinin olduğunu bilmek önemlidir. 14 Ocak 1844 tarihinde Yunan Başbakanı İoannis Kolletis tarafından dile getirilen "Megali İdea" hayalinin temelinde de bu düşüncenin izleri vardır. Kolletis konuşmasında, "Yunanistan coğrafi olarak Avrupa'nın merkezidir. Sağ eliyle Batı'nın, sol eliyle Doğu'nun elini tutar ve ikisini birleştirir" diyordu. Bugünkü Başbakan Kiryakos Miçotakis de bu düsturla hareket ediyor. O da geçmişteki selefleri gibi Türkiye'nin jeopolitik üstünlüğünü Yunanistan'a kazandırmanın peşinde koşuyor. Yunanlılar denizci bir millet olarak, uluslararası ticarette ve siyasette denizlerin önemini iyi bildiklerinden dolayı Türkiye'yi Akdeniz ve Ege Denizi'nden dışlamanın ne kadar değerli bir kazanım olacağının farkındalar.

İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edildiği 15 Mayıs 1919 tarihinden bugüne, Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik politikasını, Türklerin denizlerle ilişiğini kesme siyaseti tayin etmektedir. Bu siyaseti daha gerilere götürmek de mümkündür. Buradaki hassas konu, Yunanistan'ın adaları ve kıyıları bahane ederek sürekli bir şekilde denizleri ele geçirmesidir. O nedenle Yunanistan'ın yayılmacı siyasetinin odağında denizlerin bulunduğunu ileri sürmek, dikkat çeken bir saptamadır. Atina'nın Meis'ten Kıbrıs'a kadar uzanan politikalarını bu bağlamda okumak, tarihsel sürekliliğe de uygun düşen bir yaklaşım olacaktır.

Tetikte bekleyen müttefik!

Yunanistan'ın karada ve denizlerde doğuya doğru genişleme siyasetini durduran tek faktör, Türkiye'nin gücüdür. Bu, çok açıktır. Geçmiş bu örneklerle doludur. Dolayısıyla Yunanistan'ın gücünün sınırı Türkiye'dir. Osmanlı Devleti'nden günümüze, Atina her daim Türkiye'ye karşı tetikte bekleyen, fırsat kollayan ülke pozisyonunu terk etmemiştir. Osmanlı Devleti'nin veya Türkiye'nin zayıflığından faydalanıp Türklerden toprak elde etme siyaseti, Yunanistan'ın sıkça başvurduğu bir yöntem olarak bilinir. En son bu yönteme başvuran kişi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında başbakanlık koltuğunda oturan Liberal Parti Başkanı Eleftherios Venizelos'tur. Girit'in Yunanistan'a katılmasında Venizelos'un önemi oldukça fazladır. Venizelos, Batı yanlısı bir siyaset takip ediyordu. İngilizler ile Fransızların dostluğuna bir hayli güveniyordu. Ona göre Yunanistan'ın iki temel dış politika hedefi olmalıydı. İlki Yunanistan'ı politik, ekonomik, askeri ve toplumsal bağlamda Avrupalılaştırmak ve böylece Avrupa devletler sisteminde saygın bir yer edinmek. Diğeri ise Büyük Yunanistan fikrinin özünü oluşturan Megali İdea'yı gerçekleştirmek için çalışmak. Miçotakis hükümetinin dış politika davranışları incelendiğinde, Venizelos'tan çok farklı olmadığı anlaşılır. Ege Denizi'nden Kıbrıs'a uzanan politikalarda, Miçotakis'te bu ruhu sezinlemek oldukça mümkün.

Her iki liderin amaçlara ulaşmak için izlediği yöntem de hemen hemen aynıdır. Venizelos'a göre Osmanlı Devleti'nden toprak koparmanın bir tek yolu vardır: Batı'nın desteği ve Türkiye'nin zayıflığı. Bu, Yunanistan'ın bağımsızlık sürecinde ve sonraki toprak kazanımlarında tecrübe edilmiş bir yöntemdir.

Venizelos, Avrupa'da yaşanan siyasi kutuplaşmalarda Yunanistan'ı, Osmanlı'dan toprak koparmak için her zaman pazarlık konusu yapmayı bilmiştir. Miçotakis de benzer bir usulle, ABD-Rusya kutuplaşmasında Türkiye odaklı bir siyaset ortaya koyuyor. O, Atina'nın Ukrayna politikasını Türkiye merkezli tutarak, Yunanistan ile Ukrayna'yı; Türkiye ile de Rusya'yı eşleştirmeye çalışıyor. Bu stratejisini dünya kamuoyunun gündemine taşıyabilmek için de Ege Denizi'nde provokatif eylemlerde bulunarak Türkiye'yi kurduğu kirli oyunun içerisine çekmeyi planlıyor. Aslında tüm bunlar, Yunanistan'ın değişime kapalı, Batı'dan destekli, Ankara'dan beslenen yozlaşmış siyasetinin doğal bir yansımasıdır.

Savaş ilanı gibi istek

Miçotakis'in esas hedefi, Ege Denizi'nde karasularını bir oldubittiye getirip 12 deniz miline çıkarmak. Böyle bir kararın, Türkiye'ye savaş ilan etmekten farksız olduğunu en iyi Miçotakis biliyor. Buna rağmen, Lozan ve Paris anlaşmalarına aykırı bir şekilde silahlandırdığı adalardaki askeri gücün, Dedeağaç'tan Girit'e kadar uzanan ABD'nin Yunanistan'daki askeri varlığının ve Fransa ile yaptığı askeri anlaşmaların Türkiye'yi frenleyeceğini hesap ediyor. Açıkçası Yunan Başbakan, kendi ülkesinin değil de Batı'nın gücüne ve Türkiye'nin "zayıflığına" güveniyor. Venizelos da Paris Konferansı'nda (1919) Batılı güçlerin desteğine güvenerek Fethiye'den Erdek'e kadar olan toprakların Türklerden alınıp Yunanistan'a verilmesini talep etmişti. Venizelos'un Anadolu macerası, Fransa'nın ve İngiltere'nin açık desteğine rağmen "felaketle" sonuçlanmıştı. Oysa Venizelos, yelkenine doldurduğu Batı rüzgârlarıyla Megali İdea yönünde tarihi bir fırsat yakaladığını düşünüyordu. Hâlbuki Venizelos'un aklı ve hırsı, Yunanistan'ı tuzağa düşürmüştü.

Şimdilerde de Miçotakis, her fırsatta Türkiye'yi hedef alan açıklamaları, savaşa odaklı tahrik ve provokasyonlarıyla Ege Denizi'nde Venizelos Tuzağı'na düşmek üzere. Zira Ege Denizi'nde Yunanistan'ın uluslararası hukuka ve müttefiklik ruhuna aykırı bir şekilde giriştiği silahlanma ve ittifak kurma faaliyetlerine rağmen güç ve meşruiyet dengesi Türkiye lehinedir. Kaldı ki Batı'ya bel bağlamak, Rusya'ya uygulanan yaptırımlara dayanmak hiçbir surette Türkiye'nin güçlü toplumsal ve siyasi yapısını herhangi bir endişeye sürüklemez. Dolayısıyla Miçotakis'in hesaplamaları, realpolitik koşulların çok uzağındadır. Her ne olursa olsun Türkiye, NATO'nun gücüne güç katan, demokratik ilkelere bağlı, gelişim çizgisini Batı'ya ayarlamış, ulusal kapasitesi yüksek uygar bir ülkedir. Bu nedenle Batı kamuoyunda Türkiye'yi Rusya'yla özdeşleştirerek onun üzerinde psikolojik baskı oluşturmak beyhude bir çabadır.

Rehin alınan diplomasi

Doğu Akdeniz ve Ege Denizi'ndeki konumunu güçlendirmek için Rusya'nın tecrit edilmişliğini, Türkiye'yi de içine alacak şekilde genişletme çabası, her şeyden evvel ahlaki olmayan erdem dışı bir harekettir. Tüm bunlara ilave olarak, Türkiye-NATO, Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerini bozmaya çalışan Yunan diplomasisine de dikkat çekmek gerekiyor. Atina'nın bir taraftan söylem olarak benimsediği bu tavır, diğer taraftan da Türkiye'ye sürekli meydan okuyan büyük ve giderek daha da büyüyen bir silahlanma programına yönelmesi, iki ülke arasındaki esnekliği ortadan kaldırarak çözümü askeri sahaya çekmektedir. Şüphesiz bu durum, iki ülke arasındaki ilişkilere zarar verdiği ölçüde NATO'nun askeri ve politik amaçlarına da aykırıdır. Atina'nın takip ettiği yol, diplomasinin de ruhuna aykırıdır. Yunanlıların krizleri tırmandırma tercihi, faydalı bir sonuç doğurmayacağı gibi iki ülke arasındaki tüm sorunların kalıcılaşmasına ve ağırlaşmasına yol açacaktır. Dahası Miçotakis'in benimsediği üslup ve Ege Denizi'ne yönelik askeri planlama, diplomasiyi rehin alan, kötü sonuçlara gebe bir yaklaşımdır.

Miçotakis'in söylem ve eylemleri incelendiğinde, Türkiye'yi Avrupa diplomasisinin dış kapısına itmeye çalıştığı görülür. Şüphesiz bu vaziyet, Yunanistan'ın Avrupa dengesini bozucu tarihsel tutumuna geri dönmesi anlamına geliyor: Toprak kazanmak için krizler çıkarmak! Şurası çok açık ki, Yunan diplomasisinin jeopolitik gerçeklikler çağında başvurduğu, hısımlarını psikolojik manipülasyon yoluyla ikna yöntemi, içinde bulunduğumuz koşullarda kazanım sağlayacak bir usul değildir. Türkiye'nin Yunanistan'dan beklediği, olağanüstü bir yaratıcılık ve esneklik değildir; sadece iki ülke arasındaki dengeye ve hukuka riayet etmesidir. Miçotakis bunu yapmak yerine Venizelos gibi Türkiye'nin kaybedeceğinden emin bir kesinlikle hareket ediyor. Peki, böyle bir tavır, Avrupa'nın istikrarını tehlikeye atmaktan başka ne işe yarar? Ege Denizi sorunlarını, Doğu Akdeniz meselelerini ve Kıbrıs uyuşmazlığını, diplomasiden başka ne çözebilir? Türkiye'ye karşı silahlanmak, askeri ve siyasi ittifaklar arayışı içerisine girmek, Yunanistan'a ne kazandırabilir? Tüm bu soruların yanıtları oldukça basittir.

[email protected]