Vesayetçi zihniyetin demokrasi korkusu

Dr. Adnan Küçük / Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
26.03.2016

Bütün anayasa hukukçularının üzerinde müttefik oldukları bir ilke vardır; buna göre, “demokrasilerde asli kurucu iktidarın yani yeni baştan bir anayasa yapma iktidarının sahibi halktır”. Bu ilkeye rağmen, Türk halkına yeni baştan bir anayasa yapma yetkisini vermek istememek sorunlu bir zihniyetin ürünüdür.


Vesayetçi zihniyetin demokrasi korkusu

Türkiye’de şimdiye kadar hiçbir anayasa demokratik usullerle yapılmadı. Bunlardan hem içerik hem de yapılış yöntemi itibariyle en anti-demokratik olanı 1982 Anayasası’dır. Bu Anayasanın yapıldığı günden bu yana değiştirilmesi ya da yerine yenisinin yapılması yönündeki talepler gündemden hiç düşmedi. Her ne kadar bugüne kadar 18 kez değiştirildi ise de, bu Anayasa anti-demokratik ruhundan pek fazla bir şey kaybetmedi. Hala darbe anayasası yaftasını üzerinde taşımaya devam etmektedir.

Halkın hür, serbest ve demokratik iradesi ile yapacağı sivil bir anayasanın yapılmasına ilişkin ihtiyaç hala canlılığını sürdürmektedir. Yeni anayasa yapımına ilişkin ihtiyacın, hem her şeyden önce toplumsal temelinin olması, hem de bu ihtiyacın toplumsal zeminde faaliyet gösteren siyasi partiler tarafından ciddi manada hissedilmesi gerekir. Diğer yandan, siyasi partilerin, Türkiye’de yeni anayasa yapımına ilişkin ihtiyacın bulunduğu konusunda samimi olmaları da icap eder. Ayrıca ihtiyaç duyulan anayasanın ne olduğunun da bilinmesi lazımdır. Bir diğer ifadeyle, Türkiye’nin ihtiyacı olan anayasa hangisidir; bunun, 1982 Anayasası’ndan farklılık arz eden yönleri nelerdir? Bunların da bilinmesi gerekir. Sadece “halkın iradesine dayalı bir anayasa” söylemi, talepleri karşılama açısından samimi görünmemektedir.

Siyasi partilerin tutumlarına bakıldığında, yeni anayasa yapım çalışmaları konusunda en aktif ve ne yapmak istediği belli olan partinin AK Parti olduğu söylenebilir. Diğer partilerin bu konuda kamuoyuna yansıyan çalışmalarının var olduğunu söyleyebilmek zordur. Sadece çok genel bir şekilde darbe anayasasından kurtulmak gerektiğini söylüyorlar. Bunun ötesinde yeni anayasa yapım sürecine ilişkin somut bir öneri ya da çalışmaları mevcut değildir. Söyledikleri bir şey de şudur: “Anayasanın ilk dört maddesine dokundurtmam, başkanlık sistemini zinhar kabul etmem”. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu şu açıklamayı yapıyor: “Başkanlık sistemini kabul etmiyoruz; parlamenter sistemin güçlendirilmesi ile yetinilmeli; ilk 4 madde tartışılamaz; parlamentoda bir tek CHP milletvekili olduğu sürece bu değişikliklerin hiçbiri parlamentodan geçirilemez”. MHP de benzer bir tutum sergiliyor. HDP ise daha başka gerekçelerle yeni anayasa yapımı konusunda ayak diriyor.

Reddiyeci politika

Bu söylemlerin üç veçhesi mevcuttur. Birincisi, muhalefetin büyük ekseriyetinin 1982 Anayasası’nın esaslı bir şekilde değiştirilmesi konusunda pek istekli olmadıkları görülüyor. Sadece “mevcut sistemi kısmi olarak revize edelim, yeter” mantığı söz konusu. İkincisi ve demokrasi açısından en sorunlu olanı, 1982 Anayasası’nın bazı maddelerinin dogmalaştırması; bunlar üzerinde halkın inisiyatif almasının istenmemesidir. Üçüncüsü, muhalefet partileri, yeni anayasa konusunda sadece yaptırmayacaklarının neler olduğunu söylemekle iktifa etmektedirler. Bu partilerin, yeni anayasa konusunda ne yapmak istedikleri konusunda ne söylemleri ne de çalışmaları mevcuttur. Kısaca reddiyeci bir politika mevcuttur. Hatta çoğu sivil toplum örgütü bile bu konuda harıl harıl çalışırken, muhalefet partilerinin ciddi bir çalışma içerisinde olmaması, bu süreci olumsuz yönde etkilemektedir.

Ben burada muhalefet tarafından sergilenen tutumun ikinci veçhesi üzerinde durmak istiyorum. Muhalefetin ilk dört maddeyi dogmalaştırma yönündeki çabaları yeni anayasa yapma mantığı ve pratiği ile esaslı bir şekilde çelişmektedir. Yeni anayasa yapmak, anayasayı baştan sona görüşerek kabul etmek demektir. Bunların söylemlerinden çıkan sonuç şudur: “Aslında biz içeriği itibariyle 1982 Anayasası’ndan büyük ölçüde farklılık arz eden yeni bir anayasa yapılsın istemiyoruz; 1982 Anayasası üzerinde belli sınırlar içerisinde kalacak ölçüde kısmi bir revizyon yapalım yeter; ilk dört maddeye kesinlikle dokunulmasın”. Ama bu partiler, “biz mevcut sistem üzerinde kısmı revizyon yapalım” ifadesini açık bir dille söyleyemedikleri için, “yeni anayasa yapalım; darbeci anayasadan kurtulalım” şeklinde içeriğinin ne olduğu beli olmayan genellemeci bir söylemi tercih ediyorlar.

Bu yaklaşımı sorunlu kılan bir diğer husus da yeni anayasa yapımı konusunda halkın iradesinden korkulmasıdır. Özellikle muhalefet partileri halkın temsilcilerinden teşekkül eden mevcut meclisin yeni anayasayı baştan sona yazması aşamasında ilk 4 maddeyi ele almasını istemiyor. Kısaca bu maddeler konusunda halkın inisiyatif almasından korkuyorlar. Bunun bir diğer ifade şekli, “demokrasiden korkma”ktır. Oysa halka rağmen demokrasi olmaz. Demokrasinin devam ve bekası, sistemin halk tarafından özümsenmesi ve benimsenmesi ile mümkündür. Halktan korkarak, halka güvenmeyerek, halkın hür ve serbesti ortamında yapacağı bir anayasanın 1982 Anayasası’ndan daha kötü olacağını söylemek, halkın demokrasi bilinci ve kültürüne olan güvensizliği yansıtmaktadır. Bu zihniyetin tek alternatifi kalmaktadır; anayasanın halk tarafından değil, vesayetçi bir iktidar tarafından baştan sona yapılmasıdır. Tabii ki halktan korktukları için bunu da açıkça dillendiremiyorlar; bu sefer dolambaçlı yollarla halkın inisiyatif almasına mani olmaya çalışıyorlar. Halk bir şekilde devre dışı kalınca, artık vesayetçi yöntemle anayasa yapımı haricinde bir seçenek kalmıyor. Bu zihniyet şu açıdan da sakattır. Bunlara göre, 1961 ve 1982 Anayasalarını yapan askeri yönetimler, anayasa metnini, önceki Anayasaları tamamen yok sayarak yaptılar. Bu yönetimler, bu kapsamda önceki Anayasa’nın başta ilk üç maddesi olmak üzere bütün maddeleri baştan sona değiştirebilirler. Çünkü onlara göre, bu askeri yönetimler, asli kurucu iktidarın sahibidir. Ne yaparlarsa yeridir. Nitekim 1961 Anayasası’nı yapanlar, 1924 Anayasası’nda yer alan ve ‘Atatürk İlke ve İnkılâpları’ olarak da ifade edilen ilkelerin bir kısmını saf dışı bırakarak 1961 Anayasası’nın 2. maddesini yeniden yazdılar. Benzer şekilde, 12 Eylül iktidarı da 1961 Anayasası’nın 2. maddesini esaslı bir şekilde değiştirmiştir. Şimdi bu muhalefet partileri, ilk üç maddeye müdahale noktasından askeri yönetimleri yetkili ve muktedir görürlerken, demokratik bir yapıya sahip olan ve halkın iradesini temsil eden mevcut meclisi, bu maddelere dokunma konusunda yetkisiz görmektedir. Kısaca şunu söylemek istiyorlar: “Darbeciler, devrimciler, ihtilalciler, askerler istedikleri ölçüde ve istedikleri şekilde yeni bir anayasa yapabilir ama Türk halkı asla yeni bir anayasa yapamaz; olsa olsa 1982 metni üzerinde kısmi bir revizyon yapabilir”.

Sorunlu zihniyet

Bu mantık ve zihniyet çok sorunludur. Bütün anayasa hukukçularının üzerinde müttefik oldukları bir ilke vardır; buna göre, “demokrasilerde asli kurucu iktidarın; yani yeni baştan bir anayasa yapma iktidarının sahibi halktır”. Bu ilkeye rağmen, Türk halkına yeni baştan bir anayasa yapma yetkisini vermemek, geleneksel kültürümüzde yer alan şu ninnide ifade edilen duruma benzer: Ninelerimiz ve annelerimiz, bebekleri uyuturken diğer başka ninniler yanında şu ninniyi de söylerler:

“Dandini dandini dastana; Danalar Girmiş bostana; kov bostancı danayı; yemesin lahanayı”. Burada ifade edilmek istenen mana özetle şu şekildedir: Bir kişiye ait bir dana, bir başkasının bostanına (sebze bahçesine) girmiş; bostan sahibi de bostancıdan bu danayı kovmasını istiyor. Bu ninniden konumuzla alakalı şu neticeyi çıkarabilmemiz mümkündür: Türkiye’de muhalif kesimlere göre -bunun içerisinde bazı siyasi partiler yanında akademik camiada yer alanlar da vardır-, bostanı, yeni anayasa yapma yetkisi ve iktidarı alanı olarak kabul edecek olursak, bu bostanın sahibi, devrimciler, darbeciler, ihtilaciler, başta askerler olmak üzere bürokratlardır; halkın yeni anayasa yapmaya kalkışması, devrimcilere, darbecilere, ihtilacilere, askerlere ait olan bostana, halkın haksız yere müdahale etmesi anlamına gelmektedir. Burada halk, başkasının bostanına tecavüz eden dana konumuna düşürülmektedir. Bu zihniyetin demokratik sistemle bağdaşırlığı hiç yoktur.

Bir demokrat olarak ben de şunu söylemek istiyorum: “Madem Türkiye’de demokrasi vardır; ‘demokrasilerde asli kurucu iktidarın; yani yeni baştan bir anayasa yapma iktidarının sahibi halktır’, o zaman anayasayı yapma iktidarı ve salahiyetini sembolize eden bostanın sahibi de halktır”. Asıl diğer güçlerin bu alana müdahalesi, mülkiyeti halka ait olan bostana haksız tecavüz manasına gelmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, hem demokrasiyi savunup, hem de halkı yeni anayasa yapma konusunda yetkisiz görmek; halka 1982 Anayasası’nın bazı maddelerine dokunma yetkisi vermemek, yüzde yüzü beyaz olan bir cismin tamamının hem siyah, hem de beyaz olduğunu söylemeye benzer. Buna eskiler cem-i zıddeyn derlerdi. Daha somut bir ifadeyle söylemek gerekirse, tamamı beyaz olan bir dosya kağıdının tamamının hem beyaz, hem de siyah olduğunu söylemenin, akıl ve pratiklerle bağdaşırlığı bulunmamaktadır. Aynen bunun gibi, hem “bir demokraside asli kurucu iktidarın sahibinin halk olduğunu” söyleyip, hem de Türk halkının 1982 Anayasası yerine yepyeni bir anayasa yapamayacağını söylemek, akıl ve mantıkla bağdaşır bir şey değildir. Madem Türkiye’de demokrasi vardır; o zaman, Halkın temsilcilerinden oluşan mevcut meclis, 1982 metnini tamamen bir kenara atarak, yerine yepyeni bir anayasa yapabilir.

İlk dört maddede değişiklik

Kaldı ki nasıl, 27 Mayıs ve 12 Eylül cuntacıları, ilk 4 maddeyi diledikleri şekilde değiştirebildilerse, halkı temsil eden bu meclis de asli kuruculuk işlevini muvakkaten üstlenerek, bu maddeleri dilediği şekilde şekillendirebilir. Hatta ben bu maddelerin kısmen değiştirilmesi taraftarıyım. Bunu söyleyince hep menfi şeyler anlaşılmamalıdır. Benim önerim şu şekildedir: Madde 1: “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir hukuk devletidir”. Bunun bir diğer ifade şekli, “anayasal devlet” ve “anayasal demokrasi”dir. Bu şekilde cumhuriyet, insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi temelli bir zemine konuşlandırılmış olmaktadır. İnsan temelli hukuk devleti ve demokrasi, cumhuriyete ruh veren ilkeler haline getirilmiş olmaktadır. Bu tür bir demokraside, vesayetçi telakki ve yönelimlere yer yoktur.

Bu, halk-demokrasi-cumhuriyet bütünleşmesi ve kaynaşmasını da sağlayacak; halk inisiyatif alarak sistemin sahibi haline gelmiş olacaktır. İşte asıl o zaman, demokrasi ve cumhuriyet rejiminde gel-gitler yaşanmayacak, halkın iradesi, vesayetçi müdahalelerin önünü kapatmış olacaktır. İşte vesayetçi zihniyet, halkın bu şekilde sistemle bütünleşmesini istemedikleri; onların isteği, arada bir vesayetçi müdahalelerle halkın güdülen unsurlar haline getirilmesi; değişen şartlara göre, vesayetçi iradenin sisteme ayar vermesi olduğu için, halkın yeni anayasa yapma tasarrufuna şiddetle karşı çıkıyor.

Umarım halk inisiyatif almak suretiyle bütün bu anti-demokratik engellemeleri aşarak, şanına yaraşır demokratik hukuk devleti temelli bir anayasa yapar; sistemle bütünleşerek, onu mülkiyetine dâhil etmek suretiyle, Türkiye’yi vesayetçi gasplardan kurtarır. İşte o zaman, demokratik hukuk devleti temelli cumhuriyet hiçbir kazaya uğramayacak şekilde kalıcı hale gelir.