Vilnius Zirvesi: Kaybedenler, kazananlar

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
14.07.2023

Rusya hem Doğu Avrupa'da hem Baltık'ta hem de Kuzey Kutup Dairesi'nde NATO'ya karşı ciddi ölçüde güç kaybetmiştir. Bununla birlikte önemi giderek artan Kuzey Kutup Dairesi'nde hakimiyet kurmak isteyen Çin de Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımıyla daha zayıf bir pozisyona gerilemek durumunda kalacaktır.


Vilnius Zirvesi: Kaybedenler, kazananlar

4 Nisan 1949 tarihinde ABD, İngiltere, Kanada ve Fransa da dahil olmak üzere 12 ülke tarafından kurulan NATO'nun (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) başlangıçtaki amacı, Avrupa'da Sovyet yayılmasını engellemekti. Bu politikayı başarılı bir şekilde hayata geçiren NATO, 1991 yılında "baş düşmanı" Sovyetler Birliği'nin dağılmasına rağmen varlığını sürdürmeye ve üye sayısını genişletmeye devam etti. Sovyetler Birliği sonrası dönemde NATO'nun en önemli genişleme alanı, Doğu Avrupa ülkeleri oldu. Böylece NATO, eski Sovyet coğrafyasının siyasi ve askeri dönüşümünde hayati bir rol oynadı. NATO'nun bu yayılması haliyle en çok Rusya'yı rahatsız etti. Rusya, NATO güçlerini kendi topraklarına çok yaklaştıracağından korktuğu için Batı sınırında yer alan Ukrayna ve Finlandiya gibi ülkelerin NATO'ya üye olma talebine uzun yıllar şiddetle karşı çıktı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin meşru nedeni olarak "NATO'nun Rus sınırlarına doğru genişlemesini" ileri sürüyordu. Ancak Rusya'nın Ukrayna hamlesi bunu önlemediği gibi NATO ittifakını daha da genişlemeye itti.

Rusya'nın Kırım'ı yasa dışı şekilde ilhakı ve sonrasında Ukrayna'ya askeri müdahalesi, transatlantik politika yapıcılarının ilgisinin yeniden NATO'nun "doğu kanadı" olarak adlandırılan bölgeye yoğunlaşmasına yol açtı. Rusya'nın Ukrayna'ya dönük yayılmacı siyasi ve askeri faaliyetleri şüphesiz Avrupa'nın savunma ve güvenlik politikalarını tersyüz eden bir etki doğurmuştu. Bu durumda en büyük sorumluluğun NATO'ya düşmesi gayet doğaldı. Zira NATO, Avrupa'daki devletler arasındaki güvenlik bağlarını koordine eden en önemli siyasi ve askeri kuruluştur. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimi en çok İsveç ve Finlandiya'yı telaşlandırmıştı. Bu iki devlet, Rusya'nın giderek daha saldırgan hale gelmesinden korktukları için kendi güvenliklerini sağlama alabilmek amacıyla Ukrayna'da savaşın patlak vermesinin hemen ardından NATO üyeliğine başvuruda bulundular. Finlandiya ve İsveç, resmi bağlantısızlıklarına rağmen onlarca yıldır NATO'nun en yakın ortakları arasında yer alıyordu. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesinden sonra Finlandiya ve İsveç'te NATO üyeliğine yönelik halk desteği hızlı bir şekilde artmıştı. Kamuoyunun NATO lehine kanaat oluşturmasında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'nin, "Ukrayna savaştan önce NATO'nun bir parçası olsaydı, savaş olmazdı" şeklinde sarf ettiği sözlerin de etkisi büyüktü.

Kuzey Kutup Dairesi detayı

Finlandiya ile İsveç'in NATO üyeliğinin İttifak'ın Baltık Denizi ve Kuzey Kutup Dairesi'ndeki zayıf varlığını daha güçlü hale getireceği ve böylelikle İttifak'ın doğu kanadını ve kuzey Avrupa'daki toplu savunmasını güçlendireceği çok açıktır. Nitekim İsveç Avrupa'nın en güçlü askeri endüstrisi ile hava kuvvetlerinden birine sahipken Finlandiya'nın ise gelişmiş istihbarat ve siber yeteneği söz konusudur. Ayrıca Finlandiya'nın üye olmasıyla NATO'nun Rusya ile olan sınırı da önemli ölçüde genişlemiştir. Bu çok önemli bir detay. Çünkü artık NATO ile Rusya arasındaki jeopolitik rekabet daha da sağlamlaşacaktır. Göz ardı edilmemesi gereken bir nokta da Rusya'nın ticari ve askeri altyapıya büyük yatırımlar yaptığı Kuzey Kutup Dairesi üzerindeki güç mücadelesidir. Buradaki denge de iki İskandinav devletinin üyeliğiyle NATO lehine değişecektir. Özellikle Baltık Denizi'ndeki Fin ve İsveç adaları bu doğrultuda belirleyici bir rol üstlenecektir. Mesela bu kapsamda Gotland adası İttifak'ın yeni kalelerinden biri olabilir. Rusya dışındaki Kuzey Kutup Dairesi'nde yer alan tüm devletlerin NATO'ya üye yapıldığını dikkatlerden kaçırmamak gerekiyor.

Şurası çok açık ki İsveç ve Finlandiya'nın İttifak'a katılımı, Putin'in görünüşte NATO'nun genişlemesini engellemek için emrettiği Ukrayna işgalinin doğrudan bir sonucudur. Başkan Vladimir Putin, Finlandiya ve İsveç'in üyelik hedeflerinin "Rusya için doğrudan bir tehdit" oluşturmadığını söylese de jeopolitik ve siyasi gerçeklikler açısından bunun çok doğru olmadığı çok belli. Rusya hem Doğu Avrupa'da hem Baltık'ta hem de Kuzey Kutup Dairesi'nde NATO'ya karşı ciddi ölçüde güç kaybetmiştir. Bununla birlikte önemi giderek artan Kuzey Kutup Dairesi'nde hakimiyet kurmak isteyen Çin de Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımıyla daha zayıf bir pozisyona gerilemek durumunda kalacaktır.

Türkiye'nin somut kazanımları

Öncelikle bilinmelidir ki Türkiye'nin Finlandiya ve İsveç'e karşı yönelik tutumu kendi ulusal güvenliği ve milli çıkarları bağlamında şekillenmiştir. Ayrıca Türk devlet adamları, Finlandiya ile İsveç'in NATO'ya katacağı gücün farkındadır. Bir başka ifadeyle Ankara, NATO'nun Finlandiya ve İsveç'i neden İttifak'a katmak istediklerini tüm detaylarıyla bilmektedir. Daha doğrusu Türkiye, meselenin Finlandiya ile İsveç'in güvenliğini aşan boyutunu bilmesinden dolayı uzunca bir süre kendi güvenlik sorunları ile dış politika hedefleri kapsamında tüm yönleriyle pazarlık masasına oturabilmiştir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan ortaya koyduğu diplomatik tavırla, Türkiye'nin güvenliği ve geleceğinin NATO'nun güvenliği ve geleceğinden daha önemsiz olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu yüzden dünyanın gözü Vilnius'taki tarihi NATO toplantısında Türkiye'nin üzerinde olmuştur. Türkiye burada sadece İsveç'in değil NATO'nun geleceğiyle ilgili de önemli bir rol oynamıştır. Erdoğan liderliğindeki Türk heyeti Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta toplanan NATO Zirvesi'nde, PKK/PYD terörü, F-16 sorunu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye'ye uygulanan silah ambargosu ve Türk-Yunan ilişkilerinde tarafsızlık gibi geçtiğimiz yıllarda gündeme damga vuran konularda tavizsiz bir yaklaşım sergileyerek ciddi kazanımlar elde etmeyi başarmıştır. Ankara'nın bu duruşu ve kararlılığı, Türkiye'nin uluslararası sistemde kat ettiği müzakere kapasitesini göstermesi bakımından son derece mühimdir.

Finlandiya ve İsveç hükümetleri, 18 Mayıs 2022 tarihinde resmen NATO'ya üyelik başvurusunda bulunmuşlardı. Bu tarihten itibaren NATO'nun gündeminde bu iki ülkeden ziyade Türkiye bulunuyordu. İsveç ve Finlandiya'nın Türkiye karşıtı terör örgütlerine verdikleri destekler, Türkiye-AB ilişkilerindeki olumsuz davranışları ve genel olarak İslamofobik hareketlere gösterdikleri müsamaha, Türkiye'nin tepkisine neden olan başlıklardı. Türkiye bu konularda başından itibaren bu meselelerin de Avrupa'nın savunma ve güvenlik politikaları kapsamında ele alınması gerektiğini savundu. Bu, çok doğru bir yaklaşımdı. Nitekim Avrupa'nın güvenliği ile Türkiye'nin güvenliği arasındaki fonksiyonel ilişkinin görmezden gelinmesi çok gerçekçi bir durum değildi. Bunun doğal uzantısı Türkiye'nin uzun bir süredir terörle mücadelede müttefikleri tarafından çifte standarda maruz bırakılmasıydı. Türkiye'nin ısrarıyla NATO bünyesinde "Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü" kurulacak olması, Türkiye-NATO, Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasına işaret eder. Zira bu adımın maksatlarından birisi de Türkiye'yi hedef alan ve birçok Batı ülkesinden destek gören terör örgütlerine karşı kurumsal bir mücadele vermektir. Dolayısıyla Türkiye'nin NATO bünyesinde "Terörle Mücadele Özel Koordinatörlüğü" kurulmasını sağlayarak terörle mücadele konusunda NATO nezdinde elde ettiği kurumsal kazanım ne göz ardı edilmeli ne de hafife alınmalıdır.

Madrid Zirvesi'nde başlayıp Vilnius Zirvesi'nde sonuçlanan sürece bakıldığında Türkiye'nin kazandığı en büyük diplomatik başarılardan bir diğeri de Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik önemli tehditlere ve sorunlara Türkiye'ye yönelik tehditleri ve sorunları da eklemek olmuştur. Her iki zirvede bu vaziyet son derece nazik bir şekilde en üst düzeyde teyit edilmiştir. Bu sayede Türkiye, Avrupa ve çevresini istikrara kavuşturmanın ana eksenlerinden biri haline gelmiştir. Şüphesiz Türkiye'nin katkısıyla ortaya çıkan yeni bölgesel güvenlik anlayışı, NATO ve müttefiklerine kriz yönetimi ve caydırıcılık başta olmak üzere birçok konuda ciddi düzeyde katma değer sağlayacaktır.

[email protected]