Vücutsuz bir kıta: Latin Amerika

Dr. Celal Fedai/ Şair-yazar
26.01.2019

ABD nasıl oluyor da Maduro’yu hala deviremiyor? Mısır’da yaşanan darbeyi hatırlayalım. Adım adım gelmişti. Mısır, kuşkusuz açık damarlardan ibaret bir ülke değildi, bedenlenmişti. Lakin beden, “vücut” demeye gelmez milletler için. Milletin varlığını oluşturan süreç yüzlerce yıl süren bağımsızlık tecrübesidir. Türkiye işte tam da bu tecrübeden ötürü sömürgecilerin diş geçiremediği bir ülke olabildi. 


Vücutsuz bir kıta: Latin Amerika

Birkaç yıl önce vefat eden Uruguaylı yazar Eduardo Galeano, Latin Amerika ülkelerinin ahvalini, 1971’de yayınlanan kitabında şöyle adlandırmıştı: “Latin Amerika’nın Açık Damarları.” Eser dilimize çevrilirken “açık damar” ifadesi “kesik damar”a dönüştü. Fakat kanaatimce bu bir noksanlık oluşturmadı. Zira “kesik damar”la  (“açık yara” da dense yeridir) kastedilen şey, zaten tecrübe ettiğimiz bir şeydi. Türkiye’nin damarları kesilsin istenmişti. Hatta kesilmişti de. Ancak Türkiye, bu kesik damarlarını, kopan ipleri bağlar gibi bağlamayı bildi geçen zaman içinde. Gerçi hala gereğince bağlanamayan ipler var. Gemicilere has ip bağlama sanatı gerek bu konularda. İpler kördüğüm edilerek bağlanamaz. Her ip, koptuğu bağlamın gerektirdiği dengeye, taşıyacağı ağırlığa, bağlı olacağı unsurlara göre düğümlenmelidir. Bu nedenle de gemicilerin pek çok çeşit düğümü vardır. Sözgelimi iktisadi bir alana ait kopan bir damarı musikide kopan bir damar gibi düğümleyemezsiniz. Dilinizde bir damar kopmuşsa bunu da diğerleri gibi yapamazsınız. Bu nedenle milletin kopan her damarı onu düğümleyecek, layıkıyla iç dikişlerini atacak cerrahları bekler. Türkiye hayatın her alanında bu cerrahları bugün de bekliyor. Fakat Latin Amerika’yla karşılaştırılamayacak bir durumda kuşkusuz. Türkiye’de kapılar zarar görse de menteşeler her zaman sağlam kaldı.

Latin Amerika, neredeyse 400 yıl süren kolonyal dönemde de 20. yüzyılda da “açık damar”larını, bir türlü örtemedi. Damarları görünen bir beden olarak kaldı. Bir deri oluşturamadı. Vücut sahibi olmaya ise hiç sıra gelmedi. Latin Amerika’nın bütün buna imkanı hiç olmadı. Onlarca yıl süren sömürgecilik dönemi kıtanın kimliğini yok etti. İspanya ve Portekiz’den sonra Amerika, İngiltere ve Rusya arasına sıkışıp kaldı. Venezuela’da ardı arkası kesilmeyen darbe teşebbüsleri bunun basit birer göstergeleridir. Vücudun tekamülü gerçekleşmese de bedenin uzuvları ruhlarını arzulamaya devam ediyor. Chavez ve Maduro, dünyadaki zulmü fark edip ruhlarıyla ona karşı çıksalar da bedenlenmemiş, bir vücuda sahip olmayan dolaşık bir damar yığınını kontrol etmeye çalışıyorlar. O damar yığını onları da içine alıyor. Çözülmez bir yumak gibi…

Amerikan boksu

Latin Amerika, Soğuk Savaş döneminin kapitalizm ile sosyalizm çatışmasının doğurduğu açmazından bir türlü çıkamıyor. Bunun için de her şey müsait. Soğuk Savaş döneminden bugüne geçen zaman doğru analiz edilemiyor. Dünyanın aldığı yeni hali kavrayabilmek için algılar açık değil. Kapitalist kompradorlar ile onlara karşı çıkan sosyalistler arasında, doğrusu bu son dediğimiz hususun oluşması mümkün de görünmüyor. ABD, ne pahasına olursa olsun her Latin Amerika ülkesini kontrol etmek istiyor. Gazeteci Naomi Klein Şok Doktrini adlı çalışmasında bu hususu olanca açıklığıyla ortaya koydu. Bir başka gazeteci Francis Saunders ise Parayı Verdi Düdüğü Çaldı adını verdiği çarpıcı eserinde ABD’nin kültür alanındaki manipülasyonunu fazlasıyla ifşa etti. Bunlardan çok önce Galeano, söz konusu durumu zaten aşikâr etmişti. Çarpıcı olan şu ki artık ABD, yapmak istediklerini Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi saklayarak yapmıyor. Açık açık niyetinin ne olduğunu söylüyor. “Atacağı yumruğu söyleyen boksör mü olurmuş?” diye itiraz edilebilir. Lakin ABD, SSCB’nin dağılmasından sonra kendisini bir ringde kendi unvanı için mücadele eden biri gibi görmüyor. Evvelce de görmediği bir şeydi bu. Değişen tek şey artık bunu gizlemiyor. “Amerikan boksu” seyrediyor tüm dünya. ABD, milletlerin tabunun üstünde zar atıyor. Zarı gelmeyince bir sonraki atış için zarı yine eline alıyor.

Venezuela’da bundan birkaç ay önce hatırlanacağı üzere yine bir saldırı olmuştu. O vakit bunun büyükçe bir darbeyle devam edeceğini tahmin etmek güç değildi. Birkaç gün önceki darbe girişiminin de devamının geleceğini tahmin etmek güç değil. Peki nasıl oluyor da Maduro buna engel olamıyor ya da ABD nasıl oluyor da Maduro’yu hala deviremiyor? Mısır’da yaşanan darbeyi hatırlayalım. Adım adım gelmişti.

Alıklaştırma girişimleri

 Mısır, kuşkusuz açık damarlardan ibaret bir ülke değildi, bedenlenmişti. Lakin beden, “vücut” demeye gelmez milletler için. Milletin varlığını oluşturan süreç yüzlerce yıl süren bağımsızlık tecrübesidir. Türkiye işte tam da bu tecrübeden ötürü sömürgecilerin diş geçiremediği bir ülke olabildi. Yüzlerce yılın tarihi tecrübesi milletin bedenlenmiş damarlarında dolaştı. Bu sayede de her türlü alıklaştırma girişimlerine rağmen diri bir millet var bugün ortada. Tüm mesele bu milletin özgüvenini canlı tutarken kopan ipleri bağlayacak doğru cerrahları vazifeye çağırabilmek. Oysa Latin Amerika ülkelerinin tamamı, biyolojik bir hayatı yaşamaya zorlanıyor. Bunun ötesinde bir durumu tecrübe edebilmeleri tarihleri boyunca mümkün olamamış. Bugün de arzulanan şey, sahip oldukları yeraltı, yerüstü zenginlikleriyle keyif dolu bir ömür sürmek. Böyle bir ömre kavuştuklarında dünyanın sömürü düzenine itiraz edebileceklerini hiç sanmıyorum. Türk milleti ise en yoksul olduğu döneminde de dünya hâkimi olduğu yüzlerce yılda da biyolojik bir keyif hayatını değil bir vücuda sahip olmanın gereği olan ruhsal bir hayatı tecrübe etti. Bu bakımdan aramızda derin farklar var. Latin Amerika bu noktada ancak ABD ile karşılaştırılabilir. ABD, bedenlenmesini tamamlar tamamlanmaz Hıristiyanlığı siyasallaştırıp dünya sömürüsüne alet etti. Kendisine muarız gördüğü ruhsal dünyaların her çeşidine düşman oldu.

Türk solu ve ABD

Latin Amerika soluna Soğuk Savaş dönemi boyunca sevgi dolu bir hayranlık duyan Türk solunun Venezuela’daki darbe girişimine niçin karşı çıkmadığı meselesi üzerinde sıkça duruluyor son günlerde. Türk solunun ABD karşıtlığının kaybolduğu ifade ediliyor. Sosyalist Maduro’nun dışlanması, bizdeki solun, bir kimlik kaybı olarak yorumlanıyor. Gerçek şudur ki Türk solunun ehli keyif olan kısmı, Türkiye’nin yazımızın başından beri bahsettiğimiz “vücud”unu bir türlü benimseyememiştir. Türkiye’nin keyiflerini sürecekleri bir yeryüzü parçası olmasını arzu etmişlerdir. Tıpkı Venezuela’nın yeraltı, yerüstü kaynaklarının imkanlarından biyolojik bir hayat çıkarmak isteyenler gibi. Böyleleri “açık damar”lardır ve bırakın bir “vücut bulmayı”, “bedenlenme”mişlerdir bile. Türk solunun bu geniş kesimi esasen onlara keyfi kim verirse ondan yanadır. Türkiye, tarihin içinden getirdiği ruhuyla bir keyif ülkesi değil bir sorumluluklar ülkesidir. Bu nedenle sadece sol içinde değil milliyetçi, muhafazakar, dindar çevreler içinde de keyif ehli olanlar, Türkiye’nin ruhunu anlayamazlar. Onlar da diğerleri gibidir bu noktada. Bunu söylemekle Venezuela’nın içinde yaşananları görmezden gelip Maduro güzellemesi yapmak niyetinde de değilim elbette. Bizi ilgilendiren şey, bir milletin nasıl vücut bulduğu ve her parçasının bu vücut içinde nasıl işlev gördüğü meselesi olmalıdır. Türkiye, ondan doğanlar için vazgeçilmez bir sevgilidir. Bir nedenle Türkiye dışına düşmüş ama bu milletin ruhundan kopmamış her Türk, Türkiye’yi sayıklar durur. İlk fırsatta ülkesine döner. Bu dönüş aslında Türkiye’nin ruhuna dönüştür. O ruhu tam olarak benimser ya da benimseyemez. Bu ayrı bir konudur ama döner ve belki de kopan bir damarı bağlamak ona nasip olur. Venezuela ve Fazıl Say, tartışmalarını bu çerçeveden ele almak doğru olur kanımca. Bu iki konu da keyif ehline bir şey ifade etmez. Bir zihniyet meselesidir bu. Türkiye’nin ehli keyiflerin ülkesi olamayacağı açıktır.

Latin Amerika’yı dünya “ehli keyifler” kıtası olarak tanıdı. Orada olup bitenler bu bağlamın dışına çıkabilir mi? Küreselleşme, dünyayı, “ehli keyifler gezegeni” haline getirmek istiyor. Türkiye, kendi anlamını korumak zorunda hissediyor. Latin Amerika, açık damarlarını bedenlemek için topyekun bir mücadele içine giremeyecek. Bunu birileri bir yerlerde başlatıp yürüttü geçmişte. Sosyalizm bu mücadele için anlamlı bir araç oldu. Rusya’nın sosyalizmi geçmişte emperyal hesapları için kullanması bugün farklı bir hal almış olsa da geçerliliğini sürdürüyor.

Latin Amerika dediğimiz kıta, küresel güçler ile ABD ve Rusya arasındaki bu çatışma ortamında tarih boyunca sağlayamadığı bedenleşme sürecini sağlayabilir mi? Kuşkusuz içlerinden sadece birinin bile böyle bir boyuta ulaşması diğerleri için de örnek olacaktır. Bu bakımdan Venezuela’nın durumu önem arz ediyor. Türkiye, son yedi sekiz yıldır durmadan saldırılara maruz kalan bir ülke. Şimdilerde insanımız kimliğinin, ruhunun peşini bırakan, ehli keyif olmayı yaşamının idealine getiren biyolojik yığınlara dönüşsün diye ülkemiz, ekonomik saldırılara maruz bırakılıyor. Geçim derdine düşen insanı kendini aşan vazifelere çekmek güçleşecektir. Türkiye, yoksulluğu içinde bile ruhunu önemsedi. Latin Amerika, bir ruha sahip olacaksa zorlu mücadelelerden geçmek zorunda. Latin Amerika’nın “açık damarları” dileyelim ki kapansın…

@CelaliFedai