Washington-Brüksel hattında yola devam mı, buraya kadar mı?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
10.12.2022

Avrupalıların kısıtlılıkları ortada ama kendisinde daha özgür hareket etme yetisi bulan Hindistan, Türkiye, Güney Afrika, Körfez ülkeleri gibi aktörleri herhangi bir kazanç olmadan bir hat üzerinde tutmak zor. Bu aktörlerin kazancını artırması demek, göreceli kazanç derdine düşmüş Avrupa'nın "hani bana, hani bana" demesi demek. Tabii Avrupa için bir yol daha var, sistemde daha özgür hareket eden aktörlerle göreceli olarak daha güçlü bir angajman içerisine girmek.


Washington-Brüksel hattında yola devam mı, buraya kadar mı?

Trans-Atlantik dünyanın bir aile olduğu fikri bu dünya kuruldu kuralı geçerlidir. ABD ve Avrupalı müttefikleri arasında hem küreselleşmenin nasıl işlediği hem de bu küreselleşme içerisinde ABD ve Avrupa arasında karşılıklı bağımlılığın nasıl, hangi araçlarla kurulacağı konusunda bir oydaşma var. Ancak, herkes bilir ki Trans-Atlantik aile mutlu mesut geçinen bir aile olamamıştır çoğu zaman, sadece kavgalarını medeni bir soğuk kanlılıkla gerçekleştirir- ki bu Avrupa ve Amerikalıların birbirine düşkünlüğünden çok küreselleşmenin mevcut durumunda Batı'nın yerinden duyulan memnuniyetinden kaynaklanır.

Yeni bir Trans-Atlantik krizi beklentisi

Elbette zaman zaman bazı istisnalar, şiddetli bir dürüstlük anı yaşanmıyor değil. Trump dönemi böyle bir parantezdi ve kavgadaki üslubun bozulması Avrupalıların tüylerini diken diken etmişti. Öte yandan Amerikalı karar alıcılar genelde üslubu bozmamaya ve Avrupalıların çabasını övmeye özen gösteriyorlar. Ukrayna Savaşı başladı başlayalı kim bilir kaç ABD'li politikacı Polonya sınırından Avrupalı müttefikleri öven konuşma yaptı. İşte daha geçtiğimiz hafta, Biden Macron'un onuruna verdiği ziyafet esnasında zencefilli gazozunu yudumlarken müttefiklerinin kaygılarını anladığını, bir çözüm bulacaklarından emin olduğunu söyledi. Gel gelelim bu gülümseyen medeniyet gösterisinin berisinde, hemen Kasım seçimlerinin öncesinde hem Demokratların hem Cumhuriyetçilerin saflarında "Avrupalıları" suçlama rüzgârı esiyordu. Buna göre Avrupalılar, Ukrayna Savaşında ellerini yeterince taşın altına sokmuyorlar ve savaşı bir Rusya-ABD vekalet savaşına çevirmeye uğraşıyorlar. Bu satırları okuyan bir Avrupalı dostumuz olursa, "kediye kedi demek gerekir" diyebilir. Ancak, Washington taraflarından dipten dipten gelen hoşnutsuzluk, 1980'lerden beri devam eden hoşnutsuzluğun bir parçası. ABD'de bazılarına göre, Avrupa çok merkezli dünya düzeni fikrine, ayrı bir Avrupa duruşu hevesine ve yükselen Avrupa ekonomisi ve sanayisi için çalışma arzusuna o kadar kapılmıştı ki Soğuk Savaşta ve hemen sonrasında Rusya ve Çin ile flört etmekten, ayrı bir Rusya ve Çin politikası geliştirmekten geri durmadı.

Bugün geldiğimiz noktada Rusya'ya öncelik stratejisinin yerinde yeller esiyor, Çin ile işbirliği stratejisinin de nereye kadar devam edebileceği şüpheli. Bugün hala Avrupa-Çin bağlarından bahsetmemiz için mantıklı bir neden varsa bu muhtemelen Avrupalı, örneğin Hollandalı firmaların ABD baskısına direnmeye çalışmasından ziyade Çin'in küreselleşme masasını dağıtmamak için gösterdiği özenden kaynaklanıyor.

Biden cumhuriyetçi gibi davranmayı öğreniyor

Son yıllarda jeopolitik krizler küreselleşmeye zarar veriyor mu sorusu sıklıkla soruluyor ve jeopolitik bakış açısı çerçevesinde yeni bir dönemden geçtiğimiz kabul ediliyor. Bu geçiş döneminin en belirgin özelliği, pek çoklarına göre, büyük güçler arasında rekabetin, dolayısıyla da göreceli güç ve kazanç kaygısının geri dönmesi. Avrupalılara göre mesele de tam burada başlıyor. Geçtiğimiz hafta Ağustos ayından beri devam eden tartışma basına yansıdı ve Avrupalılar, ABD'ni küreselleşmeden vazgeçmeden ABD için avantajlı bir korumacılığa kaymakla suçladı. Olay, ABD'nin yeni bir sübvansiyon ve vergi indirimi yasası geçirmesi ile başlıyor. Buna göre Biden yönetimi ABD'li firmaların temiz enerjiye geçişini kolaylaştırmak için belirli mali tedbirler alıyor, tüketiciyi de bu tedbirler doğrultusunda ABD'de ya da bazı serbest ticaret ortaklarında üretilmiş elektrikli araçları almaya teşvik ediyor. Ayrıca, hatırlanacaktır Çin ile yaşanan ve çip savaşları diye ifade edilen gelişmelerden sonra Biden yönetimi özellikle teknolojide bir yerli üretimi teşvik anlayışına dönmüştü. Buna uygun olarak ABD'nin kabul ettiği yeni yasalara göre yarı iletkenlerin üretimini ABD'de gerçekleştiren firmalar teşvik edilecek. Avrupa otomotiv sanayisi için rekabeti zorlaştıran adımlar bunlar. Avrupa savunma sanayi zaten ağır enerji faturası girdileri ve ABD'nin "yeni Soğuk Savaş istemiyoruz" derken savunma sanayi pazarlarını domine eden esnek ittifaklar oluşturma stratejisi ile test ediliyordu. Bu hafta Politico'nun satırlarına yansıdığı üzere Avrupalı üreticiler açısından bu sınama zaten çok iyi gitmiyordu.

Meselenin "teknoloji" boyutu ise hiç gözden kaçırılmamalı. Geçtiğimiz aylarda art arda yayınlanan ABD'nin strateji belgelerine bakarsak, Washington'un Beijing ile arasındaki rekabeti teknolojinin gölgesi altında gördüğünü daha net anlayabiliriz. Çin'in kritik teknoloji bilgi ve hammaddesine erişimini maliyetli, zor ve kimi noktalarda imkânsız hale getirmek için ABD'nin Güney Kore ve Japonya'da oldukça önemli adımlar attığına şahit olmuştuk. Şimdi ise, Washington kritik teknolojinin Amerikan topraklarında üretilebilir bir şey olması için Batılı yönetimlerin bugünkü ekonomik baskılar altında yapamayacağı kadar kesenin ağzını açıyor. AB nezdinde Avrupalı firmalara ve AB topraklarında üretime daha fazla teşvik için lobi yapan firmalar Brüksel'e bakarken çok umutlu değiller, ama hiç değilse siyasi olarak doğru yerde durulduğunun tespit edilmesi isteniyor. Bir kere AB bazlı teknoloji daha yeşil ve tabi Macron'un söylediği gibi "AB malı AB malı, her Avrupalı onu kullanmalı".

Yeni Amerikan korumacılığının temelleri

Söylenenlere bakılırsa, müttefikler, Biden yönetimini Trump'tan daha başarılı Trumpist bir politika izlemekle ya da ikinci bir Çin olmakla suçluyor. Gerçekten de Biden yönetimi için her şey doğru giderse, göstermediği kadar ihtiraslı bir Amerika'ya öncelik verme politikasıyla karşı karşıyayız. Bu politikanın iki ayağı çok açık. İlk ayak, dost ekonomilerin rekabet edebilirliğini engellemek. Tabii Jake Sullivan'ın konuyla ilişkili Eylül başında yaptığı ünlü konuşmada durum kesinlikle böyle ifade edilmiyor, Sullivan'a göre ABD'nin dost ekonomilerle arasına göreceli avantaj koymak gibi bir derdi yok, tek arzusu dost ekonomiler arasında gözle görünebilir bir liderliğe sahip olmak. Arada ne fark var sorusuna cevap bulmamız çok mümkün değil. İkinci ayak, rakip ekonomileri teknoloji yarışında geride bırakıp ABD'ye yönelik meydan okumayı bir gerçek olmak uzaklaştırmak. Ancak mevcut stratejinin üçüncü ayağı çok fazla dikkat çekmiyor, buna rağmen çok önemli. Bu ayak, ABD'yi artan istihdam olanakları üzerinden siyasi olarak normalleştirmek. Batı siyasetinde normalleşme sorunu yeni bir gerçeklik. Hem Avrupa'da hem ABD'nde hala nasıl tecelli ettiği tartışmalı "darbe riskine" varan aşırı hareketler söz konusu. Dolayısıyla, ABD için kutuplaşmanın belirli sınırlar içerisinde tutulması bir zorunluluk. Kasım seçimleri, kutuplaşmanın devam ettiğini ve seçmenin istihdam dahil "öncelik Amerika'ya" sloganını hala ödüllendirdiğini gösterdi. Bu çerçevede Biden'ın ABD'de istihdam ve üretimi teşvik eden yasalarının bir hedefi de iktisadi zorluklarla boğuşan Cumhuriyetçi seçmenin ağırlıklı olduğu kırmızı eyaletlerde bir ekonomik canlanma başlatmak. "Kırmızı eyaletlerde yeşil canlanış" başlıkları gazeteleri süslemeyi başladı. Bu ayakta herhangi bir başarının yakalanması Demokrat Partinin 2024 adayı kim olacaksa kutuplaşma hattını aşıp Cumhuriyetçi seçmene seslenmesini sağlayabilir. Tüm bu ayaklar birlikte okunduğunda Avrupalı müttefikleri, Japonya, Kanada gibi ticari ortakları ufukta bekleyen güzel haberler yok. Belki Beyaz Saray yönetimi müttefikleri rahatlatmak için bazı makyaj hilelerine başvurabilir, Avrupalı liderler için bir iki ziyafet daha verilebilir ama ekonomide ABD'ye öncelik verme stratejisi temelleri açısından değişmeyecek.

AB /Avrupa çarkı

Küreselleşme içnde üstelik liberalizmi savunurken korumacı bir iktisadi anlayış geliştirmenin Trump dönemi ticaret savaşlarından daha kötü bir şey olduğunu söyleyenler de var. Zira, küresel liberal dünya düzeni devam ettiği müddetçe Avrupa için Batı içerisinde bir kırılma yaratmanın zorlukları da devam edecek. Nitekim tüm kavga dövüşe rağmen ABD ve Avrupalıların temelde Ukrayna Savaşı konusunda pozisyonları benziyor ve Trans-Atlantik aile, konu yaptırımlara geldiğinde Rusya'ya yönelik baskı ve cezalandırma araçlarında anlaşabiliyor. AB Bürokrasisi "her şerde bir hayır" vardır mottosunu takip ediyormuş izlenimi veriyor. AB Dış İlişkilerden Sorumlu Yüksek Temsilcisi, en son, Brüksel'in realizmin dilini konuşmayı öğreneceğini söylemişti. Kastettiği bu mudur bilinmez ama AB Komisyonu Rusya'ya yönelik yeni yaptırım paketinde Rus askeri-sanayi bloğunu hedefine oturtarak, bir nevi Rus güvenlik sektörüne üretim yapan teknolojileri hedef almayı planlıyor. Avrupa, acısını çektiği teknoloji savaşı için cepheyi Moskova'ya karşı tabi Ukrayna savaşını Rusya'nın iktisadi kabiliyetlerini zorlayarak bitmeye yaklaştırmak için açmış görünüyor. Böylece AB, Rusya'ya karşı yıpratma harbinin bir çarkı haline geliyor. Keza AB'nin G7 ülkeleri, Avusturalya ve ABD ile birlikte Rus ham petrol tavan fiyatını 60 dolar olarak belirlemesi de Avrupa'nın yeni Rusya stratejisini "yıpratma harbi" mantığı üzerine oturttuğunun bir işareti olabilir. AB Komisyon başkanının (von der Leyen) çırpınışlarına bakarsak, yıpratma harbi seçeneği en azından görüntüde AB'nin bırakmakta çok zorlandığı normatif diline ve Avrupalılık vurgusuna da uyuyor.

Rusya ne zaman yıpranır, yıpranır mı?

Bir önceki paragrafta kullandığımız "görüntüde" ifadesinin önemli olduğunu belirtmek isteriz. Zira işler görünenin ötesinde çok daha karmaşık. Öncelikle Avrupalıların niyeti olsun olmasın karar verici merciinde ABD ve Rusya'nın oturduğu bir yıpratma harbinin tarafılar. Bu da Avrupalıların kafasında yıpratma harbi ile ilgili stratejik hedefleri bulanık hale getiriyor. Kremlin'in nefesinin Ukrayna Savaşı bağlamında kesilmesi ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda büyük bir görüş ayrılığı yok, ancak bunun ötesinde Rusya'nın Avrupa güvenliğine yönelik -ABD'nin maksimalist gördüğü- hedefler konusunda Paris'ten, Berlin'den, Roma'dan farklı sesler yükselebiliyor. Avrupa Rusya ile komşu olarak yaşamak zorunda kalacağı bir gelecekte Rusya ile komşu olan Baltıklar, Kuzey Avrupa ve Polonya gibi aktörlerin endişeleri yüzünden bu farklı seslere tam alan açabilmiş değil, tüm mesele bir "Macaristan sorunuymuş" gibi davranıyor. Konu sadece Rusya tehdidini farklı algılama meselesi ya da Rusya ile burun buruna yaşanacağından bir sağduyu hattı oluşturma meselesi değil değil, bunun yanında farklı ekonomiler iktisadi kazancın kaybı açısından farklı hassasiyetlere sahipler. Son Rus petrolüne tavan fiyat uygulamasında bu nedenle farklı Avrupalı aktörler farklı imtiyazlardan yararlandılar. Yine de Batı'nın birliği adına hamle yapıldığından Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu sefer tüm itirazlarına rağmen paçayı sıyırabilmiş görünmüyor, herhangi bir imtiyaz alamadılar. Bu nedenle Yunanistan'dan yapılan açıklamalar ilginç bir tona bürünmüş durumda: Liberal ekonomi ve küresel arza müdahalenin yaratabileceği sarsıntılardan dem vuraduruyorlar. İşin özü, küresel liberal piyasanın tam nasıl bir şey olduğu, kim için işlediği konusunda kafalar iyice karışmış durumda.

Yollar biter, sonra ormanlar başlar

Bu arada yıpratma harbi, adı üzerinde yıpratma harbi, yani yarın bitmeyecek. Ukrayna direnişinin başarılarını kimse yadsıyamaz ama Rus topraklarına karşı kuvvet kullanmanın getirebileceği risklerin farkında olan ABD, bu doğrultuda yürünmesini arzu etmiyor. Geçtiğimiz günlerde basına yansıyanlar doğruysa, Rus topraklarının doğrudan hedef alınmaması konusunda Washington, Kiev'i uyardı. Dolayısıyla ABD'nin/Batı'nın stratejik iradesinin Rusya'ya kabul ettirilebileceği bir yıpratma noktası hangi yıla, hangi aya tekabül eder, bu konuda bir görüş birliği yok. Bu hedefin yakın zamanda gerçekleşmeyeceğinin bilincinde olanlar, Rusya ve diğerlerinin tüm bu korunma, karşısındakini yıpratma stratejilerine verebileceği cevapları da merak ediyor. İşin psikolojik savaş ve yaptırıma karşı yaptırım boyutu bir yana alternatif piyasalar ve alternatif merkezler konusunda Moskova'nın farklı denemeleri hayata geçirmeye çalıştığını biliyoruz. Bu denemeler hayata geçerse Batı, yaptırımlarda olduğu gibi ortak bir tutum takınabilir mi sorusu biraz da ABD'nin tutumuna bağlı olacak. Washington'da birileri sadece ziyafet sofralarının ve omuz sıvazlama hamlelerinin yeterli olmayabileceğini düşünüyor. Bu yüzden yavaş yavaş, ağır ağır ABD'nin sepetinden bazı havuçlar çıkartması gerektiğini düşünenler de var. Avrupalıların kısıtlılıkları ortada ama kendisinde daha özgür hareket etme yetisi bulan Hindistan, Türkiye, Güney Afrika, Körfez ülkeleri gibi aktörleri herhangi bir kazanç olmadan bir hat üzerinde tutmak zor. Bu aktörlerin kazancını artırması demek, göreceli kazanç derdine düşmüş Avrupa'nın "hani bana, hani bana" demesi demek. Tabii Avrupa için bir yol daha var, sistemde daha özgür hareket eden aktörlerle göreceli olarak daha güçlü bir angajman içerisine girmek. Brüksel'in bu angajman meselesini orman-bahçe-bahçıvan üçgeninde düşündüğünü bildiğimizden çok ümitvar değiliz. Zaten Avrupalılar ABD ile yola devam sinyali verdiler çünkü "Buraya kadar" diyebilme güçleri çok sınırlı, yine de Avrupalıların yolları bırakıp "ormanlara" açılmayı düşünmesi bile liberal dünyanın geleceğinde bir tür değişim beklendiğini bize fısıldayan çok önemli bir gösterge.

[email protected]