Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, liberal uluslararası düzen, serbest ticaret, çok taraflılık, evrensel değerler ve kurumlar etrafında şekillenen Soğuk Savaş sonrası küresel paradigmanın fiilen sona erdiğini ilan etmekte; bunun yerine güç, egemenlik, sınırlar, kimlik, üretim, enerji ve askeri caydırıcılık merkezli yeni bir dünya tasavvurunu meşrulaştırmaktadır. Bu yönüyle belge, yalnızca ABD'nin nasıl hareket edeceğini değil, aynı zamanda dünyanın hangi kurallar üzerinden yeniden yapılandırılacağını da ideolojik bir dille ortaya koymaktadır.
Prof. Dr. İsmail Şahin/ Uluslararası Kriz Araştırmaları Merkezi Başkanı
Başkan Donald Trump'ın Kasım 2025 tarihli Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS), Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politikasının seyrini düzeltmeyi amaçlayan gerekli ve memnuniyetle karşılanan bir düzeltme olarak sunulmaktadır. Bu strateji, geleneksel siyasi ideolojilere dayanmayan, her şeyden önce "America First" (Önce Amerika) mottosuyla motive edilen, pragmatik, gerçekçi ve ilkeli bir yaklaşımı merkeze koymaktadır. Bu yönüyle belge, klasik liberal uluslararasıcı çizgiden belirgin bir kopuşu temsil ederken, "Önce Amerika" doktrinini yalnızca bir slogan olmaktan çıkarıp kapsamlı bir devlet stratejisine dönüştürmektedir. Bu nedenle bu stratejinin merkezinde egemenlik, güç, ekonomik bağımsızlık ve küresel müdahaleciliğin sınırlandırılması gibi önemli tonlamalar yer almaktadır. Stratejinin temel amacı, ülkeyi yeni bir altın çağa taşımak için Amerika'nın büyük güçlerini kullanarak rotayı düzeltmektir.
Belgenin ana iddiası, Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politikasının "küresel hegemonya" hayaline kapılarak hem ekonomik hem de toplumsal yapıyı zayıflattığı tezine dayanmaktadır. Buradan hareketle UGS'de Soğuk Savaş sonrasındaki Amerikan elitlerinin hatalı varsayımları ve politikaları sertçe eleştirilmektedir. Elitlerin, ABD'nin tüm dünyaya kalıcı olarak hükmetmesinin ülkenin çıkarına olduğuna kendilerini inandırdığı ancak Amerikan halkının ulusal çıkarlarla hiçbir bağlantısını görmediği küresel yükleri sonsuza dek üstlenme isteğini yanlış hesapladığı belirtilmektedir.
Amerika yüzyılının yeni haritası
Bu çerçevede küreselleşme politikaları, serbest ticaret düzeni ve ulus-üstü kurumlara aşırı angajman şeklindeki tercihlerin; orta sınıfın zayıflaması, sanayi altyapısının çökmesi ve müttefiklerin savunma yükünü büyük ölçüde ABD'nin omuzlarına bırakması gibi sonuçlara yol açtığı ifade edilmektedir. Bu kapsamda belge, küresel sorumluluklar adına üstlenilen askeri, ekonomik ve ideolojik yüklerin Amerikan toplumunda derin bir yorgunluk ve kırılma ürettiğini vurgulamakta ve Trump'ın bu tabloya karşı ABD dış politikasını bir "düzeltme hareketine" tabi tutmasını doğru ve gerekli bir müdahale olarak sunmaktadır.
Belgede dikkat çeken en temel unsur, ulusal çıkar kavramının son derece dar, net ve somut hedefler etrafında tanımlanmış olmasıdır. Buna göre ABD'nin temel öncelikleri; sınır güvenliğinin sağlanması, ekonomik bağımsızlığın güçlendirilmesi, endüstriyel kapasitenin yeniden inşası, enerji hâkimiyetinin korunması, askeri üstünlüğün sürdürülmesi ve kültürel bütünlüğün tahkim edilmesi şeklinde sıralanmaktadır. Bu öncelikler hiyerarşisi içinde özellikle demografik yapı ve toplumsal bütünlük meselesi, güvenlik kavrayışının merkezine yerleştirilmektedir.
Bu çerçevede nüfus hareketleri ve sınır geçişleri, artık sosyo-ekonomik bir olgudan ziyade stratejik bir tehdit alanı olarak kodlanmaktadır. Göç karşıtlığı artık yalnızca bir iç güvenlik meselesi olarak değil, doğrudan ulusal güvenliğin asli unsurlarından biri olarak sunulmaktadır. "Kitlesel göç çağı sona ermiştir" ifadesi, stratejik zihniyetteki sertleşmeyi açık biçimde yansıtmaktadır. Belgeye göre dünya genelinde kitlesel göç; yerel kaynakları zorlamakta, şiddet ve suç oranlarını artırmakta, sosyal uyumu zayıflatmakta, işgücü piyasalarını bozmakta ve nihayetinde ulusal güvenliği doğrudan tehdit etmektedir.
Barış için güç
Belgede öne çıkan bir diğer konu, askeri doktrinde "barış için güç" anlayışını yeniden merkeze almasıdır. Bu yeni yaklaşımda güç, demokrasi yaymak ya da küresel bir düzen inşa etmek için değil; doğrudan Çin ve Rusya'yı sınırlamak, Amerikan sınırlarını, teknolojik üstünlüğünü, üretim kapasitesini ve ekonomik güvenliğini korumak için kullanılacaktır. Böylece "barış" kavramı evrensel ve kapsayıcı bir hedef olmaktan çıkmış, küresel barıştan ziyade Amerikan güvenliğini önceleyen seçici ve çıkar odaklı bir barış anlayışına indirgenmiştir.
Belgenin ekonomik boyutunda ise açık korumacı bir yaklaşım göze çarpmaktadır. Serbest ticaret yerine "adil ticaret", küresel üretim yerine "ulusal sanayi", dış tedarik yerine "yerli üretim" esas alınmaktadır. Çin'e karşı yürütülen ekonomik mücadele, sadece ticaret açığı meselesi değil, teknolojik ve stratejik bağımlılığı ortadan kaldırma hedefi olarak tanımlanmaktadır.
Jeopolitik açıdan belge, dünyanın farklı bölgelerine farklı ağırlıklar vermektedir. Batı Yarımküre, ABD'nin "mutlak nüfuz alanı" olarak resmedilmekte ve Monroe Doktrini "Trump Eki" ile güncellenmektedir. Latin Amerika'da Çin ve diğer dış güçlerin yayılmasına sert şekilde karşı çıkılmaktadır. Asya-Pasifik ise belgede öne çıkan en kritik rekabet sahasıdır. Çin, ABD'nin hem ekonomik hem teknolojik hem de askeri rakibi olarak tanımlanmaktadır. Tayvan meselesi, yalnızca bölgesel değil küresel bir denge meselesi olarak ele alınmaktadır.
Avrupa; askeri zafiyet, demografik gerileme, göç politikaları ve derinleşen kimlik krizi üzerinden sert biçimde eleştirilirken, Avrupa Birliği'nin siyasal özerkliği ve ulusal egemenliği aşındırdığı ileri sürülmektedir. Mevcut eğilimlerin sürmesi hâlinde kıtanın yirmi yıl, hatta daha kısa bir sürede bugünkü kimliğini kaybederek tanınmaz hâle geleceği öngörülmektedir. Bu perspektifte Avrupa, ulusal aidiyetlerini ve medeniyet özgüvenini büyük ölçüde yitirmiş bir coğrafya olarak tasvir edilmektedir. ABD ise Avrupa'nın yeniden "Avrupa" olarak kalmasını ve kendi medeniyet bilincini tekrar kazanmasını istemektedir. Bu bağlamda Avrupa'nın temel zafiyeti, yalnızca yetersiz savunma harcamaları veya ekonomik durgunlukla sınırlı görülmemekte; daha derin bir düzeyde "medeniyetin silinmesi riski" olarak tanımlanmaktadır.
İsrail'in güvenliği
Orta Doğu'ya gelince, ABD'nin bölgedeki rolünün köklü bir dönüşüm geçirdiği açıkça görülmektedir. Yeni bölgesel düzenin; İran'ın zayıf tutulması, İsrail'in güvenliğinin merkeze alınması ve Arap ülkeleriyle normalleşme süreçlerinin kurumsallaştırılması üzerinden ABD–İsrail ekseninde şekillendiği değerlendirilmektedir. Bu çerçevede İsrail'in güvenliğinin sağlanması, ABD'nin temel ve değişmez çıkarları arasında yer almaya devam etmektedir. Washington'un açık hedeflerinden biri de İbrahim Anlaşmalarını bölgedeki daha fazla ülkeye ve Müslüman dünyasının diğer aktörlerine yaygınlaştırmaktır.
Suriye ise hâlen potansiyel bir istikrarsızlık alanı olarak tanımlanmakla birlikte, Arap ülkeleri, İsrail ve Türkiye'nin desteğiyle istikrar kazanabileceği ve bölgede yeniden bütünleyici ve pozitif bir aktör hâline gelebileceği öngörülmektedir. Bu yaklaşım, mevcut kırılganlığı kabul etmekle birlikte, ABD'nin önceki dönemlere kıyasla bölgeye doğrudan müdahale odağını azaltma eğilimine paralel olarak, bölgesel iş birliği yoluyla Suriye'nin yeniden yapılandırılabileceği düşüncesine işaret etmektedir.
Sonuç itibarıyla bu belge, yalnızca ABD'nin güvenlik önceliklerini tanımlayan teknik bir strateji metni olmanın ötesinde, dünya siyasetinin nasıl okunması ve nasıl şekillendirilmesi gerektiğine dair bütüncül bir zihniyet dönüşümünü yansıttığı için küresel sistem açısından güçlü bir ideolojik manifesto niteliği taşımaktadır. Çünkü metin, liberal uluslararası düzen, serbest ticaret, çok taraflılık, evrensel değerler ve kurumlar etrafında şekillenen Soğuk Savaş sonrası küresel paradigmanın fiilen sona erdiğini ilan etmekte; bunun yerine güç, egemenlik, sınırlar, kimlik, üretim, enerji ve askeri caydırıcılık merkezli yeni bir dünya tasavvurunu meşrulaştırmaktadır. Bu yönüyle belge, yalnızca ABD'nin nasıl hareket edeceğini değil, aynı zamanda dünyanın hangi kurallar üzerinden yeniden yapılandırılacağını da ideolojik bir dille ortaya koymaktadır.