Ya Resulullah! Biz seni bırakmayız!

Koray Şerbetçi / Yazar
23.12.2017

Fahrettin Paşa, I. Dünya Savaşı’ndaki ateş çemberi içinde kültür tarihimizin en mühim operasyonlarından birini gerçekleştirdi ve isyan sırasında yağmalanma tehlikesine karşı Medine’de bulunan maddi ve manevi değeri çok yüksek 97 parça eseri, özel bir koruma timi ile 27 Mayıs 1917’de İstanbul’a ulaştırdı. Medine’ye mukaddes emanetleri almak için gelen trenin lokomotifinin önünde “Esselamüaleyke ya Resulullah” yazılıydı.


Ya Resulullah! Biz seni bırakmayız!
Geçtiğimiz günlerde Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, Twitter hesabından kin ve iftira dolu bir mesaj paylaştı. Mesajda, Medine Müdafaası kahramanı Fahreddin Paşa, mukaddes emanetleri Medine’den çalıp İstanbul’a götürmekle itham ediliyordu. 
 
Hani cehalet mi dersiniz, yoksa I. Dünya Savaşı’nda dedelerinin İngilizlerle kol kola girip Ravza-i Mutahhara’da nöbet bekleyen Osmanlı askerlerine ettiklerini pişkinliğe vurarak unutturmak mı istiyor dersiniz bilemem. Ama ortada olan bir şey var: Takvim yaprakları değişse de tarihi karakterler ve tavırları hiç değişmiyor.
 
Peki kimdi Fahrettin Paşa ve I. Dünya Savaşı sırasında Medine’de neler oldu bir bakalım.
 
Tarihte her millet kendine ait bir takım özelliklerle öne çıkar. Dünya milletleri arasında Türk milletinin en önemli özelliği ise bileği bükülemez cengaverliğiyle birlikte vatanı, milleti ve dini için gösterdiği insanüstü fedakârlığıdır. I. Dünya Savaşı sırasında büyük fedakarlıkla Galiçya’dan Sarıkamış’a Çanakkale’den Kudüs’e büyük bir vatan savunması yapan bu milletin en büyük destanlarından birisi de insanüstü gayret ve fedakarlıkla Medine’de yaptığı destansı müdafaadır.
 
1914 yılı geldiğinde Avrupalı devletlerin emperyal kavgası dünyayı bir ateşe sürüklemişti. Bu ateş çemberi içine mecburen giren Osmanlı Devleti ise yedi cephede vatan savunması yaparak varlığını bu büyük yağmadan korumaya çalışıyordu. Avrupalı emperyal devletlerin yeryüzü yağması içinde 20. yüzyıl başlarından itibaren en dikkati çeken nokta ise yeni bir enerji kaynağı olarak keşfedilen petroldü. Bu durum sömürgeci İngiltere’de Osmanlı idaresindeki Arap topraklarını ele geçirme arzusunu ortaya çıkarmıştı. Tabii ki bu yeni enerji kaynağını ele geçirmek için Osmanlı’nın ortadan kalkması gerekiyordu.
 
1916’ya gelinceye kadar Osmanlı ordularının Süveyş Kanalı’nda İngilizleri savunmaya mecbur etmesi ve Kut’ül Amare’de zafer kazanması İngilizleri Arap coğrafyasında Osmanlı’ya karşı yeni bir arayışa itti. İngiltere Osmanlı’yı yeryüzünden tasfiye etmek için önlerindeki en büyük engelin tüm Müslümanların etrafında kenetlendiği halifelik kurumu olduğunun farkındaydı. Bu nedenle hamlesini halifelik üzerinden yapacaktı. 
 
Şerif Hüseyin’e halifelik vadedildi
 
Öncelikle Sultan II. Abdülhamid’in büyük bir siyasi öngörüyle yıllarca İstanbul’da paşa maaşına bağlayıp ikamete mecbur ettiği ama Jön Türkler başa gelince bir o kadar siyasi acemilikle Mekke’ye dönüşüne izin verdikleri Şerif Hüseyin’e yanaştılar. İngilizler, Şerif Hüseyin’i Osmanlı’ya isyan etmek şartıyla Arabistan İmparatoru ve Müslümanların halifesi olacağı vaadiyle kolayca kandırıldı. Artık Arap yarımadası Osmanlı Devleti’ne karşı bir isyana hazırdı. Elbette ki bu isyanın esas planlayıcısı ve yöneticisi, kandırılmış kabile şeflerini parmağında oynatacak olan acımasız bir Türk düşmanı olan İngiliz casus Lawrence idi. I. Dünya Savaşı devam ederken 1916’da Fahrettin Paşa Medine’ye garnizon komutanı olarak tayin edildiğinde durumun farkına vardı ve olacakları sezdi. Hemen tedbirler almaya başladı. Hatta Osmanlı istihbaratı olan Teşkilatı Mahsusa isyan hazırlığını farkedince Kuşçubaşı Eşref Sencer ve şair Mehmet Akif’i, Şerif Hüseyin’in oğulları Fay-sal ve Ali’ye göndererek İslam birliğini bozucu faaliyetlere aldanmamalarını telkin etti.  
 
İngilizler durumun farkına varan Fahrettin Paşa’ya bir komplo düzenledi. Şerif Hüseyin’in oğulları Abdullah ve Faysal, Osmanlı komutanları Fahrettin Paşa ve Medine Muhâfızı Basri Paşa’yı Uhud Savaşı’nın yapıldığı yerde bir yemeğe davet etti. Maksat Osmanlı komutanlarını burada öldürmek ve Medine’yi teslim almaktı. Ancak tedbir olarak sadece Fahreddin Paşa gidince, plan suya düştü. 
 
Bunun üzerine, Şerif Hüseyin’in oğulları Mekke’ye giderek babalarıyla birlikte Osmanlı Devleti’ne isyân bayrağını açtı. İsyanın çıkmasıyla Fahreddin Paşa, Hicaz Kuvve-i Seferiyye kumandanı olarak tâyin edildi.
 
4. Ordu komutanı Cemal Paşa’nın kurmaylarıyla yaptığı toplantıda Hicaz’ın savunulmasının zor olması nedeniyle Medine’nin boşaltılmasına karar verilmişken toplantı odasının ışıklarının aniden sönmesi hayra yorulmadı ve Medine’nin so-nuna kadar savunulmasına karar verildi.
 
Esselamüaleyke ya Resulallah
 
Fahrettin Paşa artık bu isyanın büyüyeceğini ve dalga dalga yayılacağını anlayınca son kalan trenlerden birisi ile mukad-des emanetleri önce Şam’a oradan İstanbul’a yollamak için harekete geçti. Medine’ye mukaddes emanetleri almak için gelen trenin lokomotifinin önünde, Osmanlı’nın Hz. Peygamberin ruhaniyetine olan büyük hürmetini gösterircesine  “Esselamüaleyke ya Resulallah” yazılıydı. Fahrettin Paşa, bu ateş çemberi içinde kültür tarihimizin en mühim operasyonlarından birini gerçekleştirdi ve isyan sırasında yağmalanma tehlikesine karşı Medine’de bulunan maddi ve manevi değeri çok yüksek 97 parça eseri, özel bir koruma timi ile 27 Mayıs 1917’de İstanbul’a ulaştırdı.
 
Medine savunmasında şehir ile tek ulaşım bağlantısı demiryoluydu. Önceleri demiryolu ile şehre ikmal yapılırken daha sonra bu imkandan yoksun kalındı. Şehir isyancı bedevilere karşı direniyordu. Ama gıda ve cephane de tükeniyordu. Cemal Paşa’dan yardım isteniyor ama gelmesi gereken trenler gelemiyordu. Çünkü Lawrence tarafından idare edilen isyan-cılar, Osmanlı trenlerine saldırı düzenliyor ve askerlerimizi şehit ediyordu. Tren yolunun tahrip edilmesi ve istasyonların bedevi isyancılarla basılması yanında Akabe şehri de bedevi isyancılar ve İngilizler eline düşünce artık Medine bu ihanet denizi ortasında bir ada gibi kalmaya başladı.
 
Şehirde yavaş yavaş gıda sıkıntısı baş gösterdi. Gıda stoku günden güne eriyordu. Gelmeyen trenler durumu her geçen gün daha da ağırlaştırıyordu. Osmanlı askerleri bir yandan açlıkla diğer yandan bedevi isyancılarla savaşıyordu. Artık çöl sıcağında sadece hurma yiyerek savaşan askerlerin tek dayanağı Hz. Peygamberin mübarek beldesini ve kabrini savunmaktı. 
 
Fahrettin Paşa askerlerine moral veriyor, maneviyatı yüksek tutmak için çabalıyordu. Durum ne kadar ağırlaşırsa ağırlaşsın Medine-i Münevvere son askere son kurşuna kadar savunulacaktı. Fahrettin Paşa bunu şu sözlerle ilan ediyordu:
 
“Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim, Müslümanlığın göz bebeği olan Medine’yi son fişek, son damla kan ve son nefesine kadar savunmaya kararlıdır. Buna askerce bir lisanla ant içmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın yeşil kubbesi altında kan ve ateşten örülmüş kızıl bir kefenle gömülmedikçe Medine Kalesi’nin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türk bayrağı indirilemeyecektir…”
 
Çekirge yağmuru
 
Durum çok ağırlaşmış, hemen hemen ordunun kilerlerinde birazcık hurmadan başka yiyebilecek hiçbir şey kalmamıştı. Medine de Mehmetçikler açlıkla boğuşurken beklenen yardım göklerden geldi.  Tuhaf bir biçimde gökyüzünden şehre çekirge yağmaya başlamıştı…
 
Herkes bu çekirgelerin elde kalan bir avuç tahılı da mahvedeceğinden endişe ederken Fahrettin Paşa bunun bir rahmet olduğunun ve askerlerin beslenme ihtiyacının bir süre daha karşılanacağının farkındaydı. Paşa, hemen askerlere hitaben çekirge yiyerek beslenebileceklerini izah eden bir bildiri kaleme aldı. Bu şahane yazı sonrasında Mehmetçikler çekirge kurusunu çerez gibi yerken çekirge unundan ekmek yapıp, günlerce bu şekilde beslendiler.
Türk askeri ne kadar fedakarlık yapılması gerekiyorsa yapıyor, Fahrettin Paşa komutasında inatla direniyordu. Fakat sa-vaşın genel gidişatı kötüydü. Yıldırım orduları Filistin ve Suriye Cephesi’nde bozguna uğradı. 6. Ordu da Irak’ta da Mu-sul’a kadar çekildi. Avrupa’dan gelen kötü haberler de sona geldiğini gösteriyordu.
 
Ama Medine tüm bu feci hale rağmen direniyor, Medine kalesinde İngiliz casus Lawrence’ı çıldırtacak şekilde inatla Türk bayrağı dalgalanıyordu. Peki şimdi kaybedilmiş bir coğrafyada ve geri çekilen Osmanlı ordularından yüzlerce kilometre uzakta, yapayalnız kalan Medine’deki Türk birliği ne yapacaktı? Fahrettin Paşa kesin emir verdi: Medine-i Münevvere ve Peygamberimizin kabri ne olursa olsun bırakılmayacaktı.
 
Fahrettin Paşa bedenen bitkin ama ruhen üstün bir kuvvette olan Mehmetçikleri topladı ve onlara hitaben seslendi: “Allah’ın huzurunda huşu ve vecd içinde gözyaşları döktüğümüz Peygamberimizin karşısında hep beraber diyelim ki; Ya Resulullah, biz seni bırakmayız!” Düşmanları İngilizlerin bile “Çöl Kaplanı” unvanını vermekten kendilerini alamadığı Fahrettin Paşa Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasını da umursamıyor, silah bırakmayı reddediyordu. İstanbul’dan gelen bir emirde ısrarla paşanın silah bırakıp dönmesi söyleniyordu. Fahrettin Paşa ise Hz. Peygamberin kabrini bırakmayı reddediyor, Mehmetçik ise hala savaşıyordu. Nihayetinde padişahın doğrudan emri olan irade-i seniyye geldi ve paşanın silah bırakılması emredildi. Fakat Paşa, padişahın böyle bir şeye râzı olmayacağına inandığı için emrin İngilizlerin baskısı ile yazıldığından emindi. Tam bu sırada kurmaylarından Emin Bey’in askerleri ile teslim olduğunu duyunca manen yıkıldı. 10 Ocak günü, teslimiyeti kabul etmiş görünerek Hz. Peygamber ile vedalaşmak için Ravza-i Mutahhara’ya gitti. Dua ettikten sonra, teslim olmayıp oradaki bir medrese odasına sığındı. Geceyi yalnız geçirdi. Ertesi gün, kendisini ikna etme-ye gelen subaylar, teslimi hâlâ kabul etmeyen Paşa’ya hep beraber sarılarak zorla teslim aldılar. Onlar için de kolay olmayan bu hüzünlü tablo tarif edilmezdi. Ama tarih tanık olmuştu ki Çöl Kaplanı Fahretin Paşa kılıcını, düşmana değil, sonuna dek savunduğu Hz. Peygamberin ruhaniyetine teslim etmişti.
 
@koray_serbetci
 
 
Kaynakça
Arap Çöllerinde Türkler, Alpay Kabacalı, Cem Yayınevi Medine Müdafaası, Naci Kaşif Kıcıman, Sebil Yayınevi Birinci Dünya Harbinden ‘Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası’, Murat Çulcu, Kastaş Yayınları Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, Edward J. Erickson, Kitap Yayınevi