Yabancıya en yabancı ülke: Almanya

Aydın Enes Seydanlıoğlu / Yazar
18.08.2018

Irkçılığın Almanya’da hiçbir yüzyılda tam anlamıyla son bulmadığı ortadadır. Almanya ana akım medyasının Türkiye ve Avrupa’daki Türkler hakkındaki haberlerinin taraflı ve politize edilmiş olması hasebiyle, Mesut Özil olayında bir kez daha şahit olduğumuz gibi, Almanya’daki Almanlar ve Türk topluluğu arasındaki devam eden “dost-düşman ilişkisini” yeniden körüklemiştir.


Yabancıya en yabancı ülke: Almanya

Axel Springer yayın grubunun gazetesi Bild’in muhabiri, Mesut Özil’in Almanya milli takımını bıraktığını kamuoyuna açıklamasının ardından tarihçi Prof. Dr. Michael Wolffsohn’a “Eğer Almanya, Özil ve Erdoğan’ın iddia ettiği gibi ırkçı bir ülke ise birçok Müslüman ülke başta olmak üzere, dünyanın her yerinden milyonlarca insan neden Almanya’ya geliyor?” şeklinde bir soru yöneltiyor. Wolffsohn ise “Cevabı fazla düşünmeye gerek yok. Çünkü gelenler Almanların kendilerine iyi davranacağını biliyor” diye cevap veriyor. Özil’in istifasıyla ırkçılık tartışmalarının yeniden alevlendiği Almanya’da birkaç aklıselim gazeteci/yazar dışında çözümden uzak, gerçeklikten yoksun, tutarsız, suçlayıcı zaman zaman seviyesizce bir tutum sergiledi. Bunlardan belki de en dikkat çekeni bulvar gazetesi Bild’in, bugüne dek Almanya milli takımına birçok kazanç sağlayan Özil’in istifasını, değeri bulunmayan, ufak tefek bir mesele gibi yansıtma gayretindeki haberleridir. Bu tavır, bizim koltuklarımıza kurulup bir komedya seyretmemizi sağlarken, Alman medyasının acizliğini ve tarafsızlıktan uzak olduğunu da bir kez daha gözler önüne serdi.

İstifa açıklamasının hemen akabinde Bild, milli takımın 2018 Dünya Kupası’ndaki başarısızlığından Özil’in kendisini sorumlu tuttu ve sayfalarına Özil’i itham edici içerikte haberler taşıdı. Özil hakkında bu türden paranoyakça bir yorumun daha ötesine geçilemeyeceği düşünülürken, gazetenin baş editörü Alfred Draxler bu analizleri sanılanın aksine daha da ilerletti ve başarısızlığı Özil’in kız arkadaşı olan Türk kökenli manken Amine Gülşe’ye mal etmeye çalıştı. Draxler, açıkça Amine Gülşe’nin Özil’e sürekli aşk mesajları göndererek onun takım ve oyuna yönelik dikkatini dağıttığını iddia ederek, adeta özel hayata saygıyı fütursuzca ihlal etmeye kalkıştı. Draxler, daha önce de Özil’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir araya gelerek fotoğraf çektirmesinde Amine Gülşe’nin etkili olduğunu ve Özil’i buna Gülşe’nin ikna ettiğini ortaya atarak gazetecilik etiğinin bir hayli uzağında kaldığını göstermişti.

Türkler ve terör aynı cümlede

Yine Bild gazetesi, “Erdoğan, Euro 2024’ü Özil ile mi almak istiyor?” başlıklı haberiyle Türk hükümetinin Özil üzerinden kasıtlı bir tartışma çıkartarak, Almanya’nın 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası adaylığını zora sokmaya çalıştığını ileri sürmüştü. Gazete, ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Özil tartışmasından çıkar elde etmek istediğini ve Almanya ile Alman Futbol Federasyonu’nu ırkçılık tartışmasının içine sürükleyerek spekülasyon yarattığını öne sürdü.

Alman medyasının Türkiye ve Türklere yönelik haberlerinde ne kadar ezici ve acımasız olduğunu daha iyi anlayabilmek için, 2008 yılı sonrasında Almanya’daki gazetelerin haber içeriklerine hakim diskurun anlaşılmasına dair yapılan analizlere göz gezdirilebilir. Bu araştırmada incelenen gazeteler arasında yine Axel Springer yayın grubuna ait olan Die Welt gazetesi de vardı. Bu bağlamda söz konusu gazetedeki haberlerde Türkiye ve Türkler; terör, yasak, başörtüsü, Aleviler, Kürtler, alkol yasağı, kaçak içki, cinayet, sınır ötesi operasyon, entegrasyon başarısızlığı, ikinci ve üçüncü kuşaklarda hala entegrasyon sorunları ile baş edildiği, kundaklama, “Almanya’nın yeni Yahudileri”, Hrant Dink suikastı, Orhan Pamuk’a yönelik suikastın önlenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’yi Kürtlere tazminat ödemeye mahkum etmesi, Almanların ve Türklerin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istemediği, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ‘Türkiye halkı’ vurgulu konuşması, çift vatandaşlık talepleri, Almanya’da yaşayan yabancıların yüzde 72’sinin Türk olması gibi olumsuz karakterize edilen ifadelerle aynı cümle içinde kullanılmış, tabir caizse Türkler bilinçli olarak itibarsızlaştırılmıştır. Öte yandan aynı haberlerde tercih edilen görseller, başörtülü ve tabanlarına kadar uzanan feraceleriyle sadece kadınların bir arada olduğu, ekseriyetle arkadan çekilmiş fotoğraflardır. Türk erkeklerinden bahsedilirken ise terör ve cinayet sözcüklerinin seçilmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu şekilde şiddetin, Türklerin gündelik hayatına ait olduğu intibası oluşturulmaktadır. Medya söylemleriyle Türklerin bu denli sorunların, suçun ve şiddetin öznesi olarak gösterilmesi, son kertede yine Türklere yönelik ayrımcılığı ve/veya şiddeti mazur göstermek, haklı çıkarmak, hatta buna mazeret sunmak için kullanılması da kuvvetle muhtemeldir. Sadece Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Batı’ya yönelik eleştirel ifadelerinden dolayı, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kati surette giremeyeceğine vurgu yapan medya haberleri, Türkiye ve Almanya’daki Türk topluluğu üzerinden sürekli olumsuz bir algı yaratma çabasındadır. (Mora, 2012).

Kültürel ırkçılık arttı

Öte taraftan Alman medyasındaki zehirli dille yazılan bu haberler, nadir de olsa gerçeği yansıtan haklı kalemleri bastırmaktadır. Spiegel yazarı Jakob Augstein, kaleme aldığı bir makalesinde Özil vakasının sadece ırkçılıkla değil, aynı zamanda Almanya’daki İslam düşmanlığıyla da yakından ilgili olduğunu iddia etmiştir. Augstein, yazısının devamında “İtalya kökenli Giovanni di Lorenzo olsaydınız Almanya’da ayrımcılık yaşamanız imkansız olurdu, aksine Almanlar nazarında büyüleyici bir kişi olurdunuz.” diyor. Burada Özil’in yayınladığı bildiride üstüne basarak sorduğu şu soru geliyor akıllara: “Alman olmak için gerekli olan, ancak bende olmayan kriterler mi var?” Özil, bu düşündürücü sorusunun ardından kendisine yüklenen Alman kamuoyuna karşı tepkisine şu cümlelerle devam etmişti: “Takım arkadaşlarım Lukas Podolski ve Miroslav Klose’nin Alman-Leh olarak nitelendirildiğini hiç duymadım. Öyleyse benim adımın önünde neden her zaman Alman-Türk ibaresi yer alıyor? Türk olduğum için mi? Yoksa Müslüman olduğum için mi?” Augstein, Almanya’da ayrımcılığı tereddütsüz kabul ettiği yazısında, biyolojik ırkçılığın önceki yüzyıllarda kalmasına rağmen günümüzde tartışmaların artık kültürel ırkçılık üzerinden devam ettiği sorunsalına değinmiştir. Yazar, 2018 yılında Almanya’da (en azından) biyolojik ırkçılığın önceki yüzyılda kaldığını belirtiyor, oysa 1983’te iki yıl boyunca Türk işçi kılığında çeşitli yerlerde çalışan ve sonunda Ganz Unten (En Alttakiler) isimli kitabında yaşadığı kötü olayları, yabancı işçilere karşı kötü muameleleri, firmaların vergi kaçırma hilelerini ve iş güvenliği ihlallerini detaylı bir şekilde anlatan Alman gazeteci/yazar Hans-Günter Wallraff da şu ifadelerle Augstein’dan çok da farklı şeyler söylemiyor:

“Ben gerçek bir Türk değildim. Fakat toplumun maskesini düşürmek için kılık değiştirmek zorundasınız. Gerçekleri ortaya çıkarmak için aldatmak ve sahte tavır takınmak zorundasınız. Ben hala, bir yabancının, günlük aşağılamalarla, düşmanlıklarla ve kinle nasıl baş ettiğini bilmiyordum. Ama şimdi, neler çektiğini ve bu ülkede insanları aşağılamanın nereye kadar gittiğini biliyorum. Bir parça apartheid (ırkçı ayrımcılık sistemi) içimizde, demokrasimizde yer alıyor. Yaşananlar benim beklediklerimi tam olarak karşıladı. Tabii olumsuz açıdan. Ben Federal Almanya›da, aslında sadece 19. yüzyıl üzerine yazılan tarih kitaplarında yer alması gereken olayları yaşadım.” (Wallraff, 1986: 16).

Medya ırkçılığı besliyor

Öyleyse ırkçılığın Almanya’da hiçbir yüzyılda tam anlamıyla son bulmadığı ortadadır. Almanya ana akım medyasının Türkiye ve Avrupa’daki Türkler hakkındaki haberlerinin taraflı ve politize edilmiş olması hasebiyle, Mesut Özil olayında bir kez daha şahit olduğumuz gibi, Almanya’daki Almanlar ve Türk topluluğu arasındaki devam eden “dost-düşman ilişkisini” yeniden körüklemiştir. Türk diasporasının, bir yandan kendi içinde yaşamaya maruz bırakıldığı kimlik bunalımı ile mücadele ederken, diğer yandan neredeyse her sahada kurumsal ırkçılık ve ayrımcılıkla iç içe yaşadığı her seferinde gün yüzüne çıkmaktadır. Bu esnada toplumsal bütünleşme ve kolektif bilinç konusunda en etkili dinamiklerden biri olan medyanın toplumda yabancı düşmanlığını mütemadiyen geniş bir zemine yerleştirmesine izin veriliyor. Alman medyası, yabancı düşmanlığını ve aşırı sağcı şiddeti daha da şiddetlendirerek Türklere yönelik alenen olumsuz içerikte haberler kurgulamaktadır (Alver, 2001). Bunun en açık örneğini henüz birkaç hafta önce nihai kararın verildiği NSU (Nasyonel Sosyalist Yeraltı Örgütü) cinayetlerinde de gözlemledik. Aşırı sağcı teröre kurban giden Türkiye kökenli vatandaşlarımızla ilgili yapılan haberler, “Türk çetelerin hesaplaşması” şeklindeki hayal ürünü manşetler, Alman medyasının amacının toplumu bilgilendirmekten ziyade, sadece algıyı şekillendirmek olduğunu göstermiştir. Böylelikle yaklaşık 19 milyon göçmen kökenli insanın yaşadığı Almanya’da medya, yabancı karşıtı söylemleriyle yabancıya en yabancı kitle olduğunu çoktan kanıtlamıştır.

@EESeydanlioglu

KAYNAKÇA

Mora, N. (2012), “Alman Medyasında Türkiye ve Türkler”, Akademik Perspektif,

http://akademikperspektif.com/2012/10/14/alman-medyasinda-turkiye-ve-turkler/

Wallraff, G. (1986) “En Alttakiler” Milliyet Yayınları  (Alm: Ganz Unten)

Alver, F. (2001), “Alman Basınında Türkler ve Türkiye”, Kurgu Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Eskişehir: Anadolu

Üniversitesi Yayınları