Yaktılar, yıktılar beraat ettiler

Tarkan Zengin / Yazar
21.02.2020

Gezi olaylarında 45 ambulans, 80 belediye otobüsü, 85 durak, 214 özel araç ve 240 polis aracı ateşe verildi. 58 kamu binası, 14 siyasi parti binası ve 337 işyeri tahrip edildi. Yedi sivil hayatını kaybetti, bir polis şehit oldu, 697 polis yaralandı. Gezi'nin ekonomimize doğrudan maliyeti 1,4 milyar dolar oldu.


Yaktılar, yıktılar beraat ettiler

Gezi davasında verilen beraat kararları, o dönem yaşanan şiddet olayları nedeniyle toplumda rahatsızlığa neden oldu. Mahkeme kararının değerlendirmesini hukukçular yapacaktır. Ancak beraat kararının toplumsal algısı, eylemlerde yakan, yıkan herkesin beraat ettiğidir. Faili meşhur bir yıkım hareketinin failleri meçhulleştirilmiştir.

Halk hareketi mi?

Burada Gezi’nin çevre duyarlılığıyla başlayan eylemlerinin nasıl ve kimler tarafından bir isyana dönüştürüldüğünü analiz etmeye çalışacağız. Öncelikle belirtmek gerekir ki demokratik bir ülkede barışçıl eylemlerden alınacak önemli mesajlar vardır. Ancak Gezi’de ilk günlerde ağaç sevgisi kullanılarak başlayan eylemler sonraki günlerde şiddeti mücadele aracı olarak gören bir kalkışma hareketine dönüştürüldü. Demokrasi talep eden sivil bir halk hareketi olarak sunmaya çalıştıkları Gezi, sonuçları itibariyle şiddet, yakma, yıkma, yağma, hakaret ve gayri meşru yöntemlerle seçilmiş hükümeti yıkma girişimi olarak tarihe geçti. Kendiliğinden oluşan bir çevre duyarlılığı hareketi dedikleri Gezi, gerçekte örgütlü bir şiddet ve kötülük hareketi olarak kayıtlara geçti. Bugün dönüp baktığımızda Gezi kalkışmasının, öncesinde ve sonrasında yaşananlarla beraber, darbe mekaniğini çalıştırmaya yarayan bir araç olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. İBB tarafından yürütülen Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında, Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların 27 Mayıs 2013’te başka yere nakledilme bahanesiyle başlatılan protesto eylemleri, provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içeren eylemlere dönüştü.

Daha önce Gezi’ye destek veren bir sermaye grubunun İstanbul’da orman içinde üniversite kurması için on binlerce ağacın kesildiği biliniyordu. Kocaeli’de bir otomobil fabrikası için yine on binlerce ağacın kesildiği de biliniyordu. Bunların oluşturmadığı çevre tepkisini Gezi Parkı’nda bazı ağaçların sökülüp başka yere taşınması oluşturdu.

Gezi kalkışmasının ilk günlerinde eylemlere ağaç ve çevre duyarlılığı ile katılan siviller ile daha sonra bu eylemleri meşru hükümeti devirmek için bir şiddet eylemine dönüştürmek isteyen örgütçü yapıları tefrik etmek gerekir. Bu ayrımı Gezi’ye methiyeler düzen partilerin, sendikaların ve meslek örgütlerinin de yapması gerekir. Gezi’yi Türkiye’nin aydınlık yüzü olarak nitelendiren STK’ların, CHP ve HDP’nin burada yaşanan şiddete, yakmaya, yıkmaya ve devlet büyüklerine hakarete karşı cümle kurmadıklarını görüyoruz. Aksine Gezi’nin şiddet ve hakaret yönüne sahip çıktıklarını gözlemliyoruz. Zira Gezi’yi destekleyenlerden şimdiye kadar “Gezicilerin yaptığı şiddeti reddediyoruz” diyen çıkmadı. Gezi ile gurur duyanlardan, Recep Tayyip Erdoğan’a ve ailesine tempo tutarak küfür edilmesine karşı olduklarını söyleyenlere de henüz rastlanmadı. Şiddet, yakma, yıkma olaylarına bu kadar toleranslı davranılması hatta sempatiyle bakılması organize ve örgütlü bir olaya işaret ediyor.

Marjinalleşme

Toplumsal hareketler genellikle kendiliğinden başlar. Ancak “örgütler” devreye girerek belli bir amaç için bir araya gelmiş kitleleri başka bir yöne kanalize edebilirler. Marjinal sol örgütler kitlesel eylemleri propaganda amacıyla kullanır. Kitlelerin önüne geçerek arkasında kalanlar kendi kitlesiymiş gibi bir algı oluştururlar. Masum niyetlerle başlayan eylemlerin üstüne çöken örgütler, eylemi örgütsel amaçlarına hizmet için kullanırlar. Nitekim ağaç ve çevre duyarlılığı ile başlayan Gezi eylemleri de bir süre sonra “örgütlü/örgütçü eylemcilerin” devreye girmesiyle kalkışmaya dönüşmüştü. Erdoğan ve Hükümeti doğrudan hedef alınarak, gayri meşru yöntemlerle yıkılmak istendi.

Toplumsal hareketlerde semboller üzerinde ortaklaşan kitleler, siyasi programa da sahip ise amaçlarını gerçekleştirmeleri kolaylaşır. Semboller farklı özelliklere sahip grupları birleştirir. Grup içindeki dayanışma ve ortak noktaları fark etmek birlikteliği artırır. Bu çerçevede Gezi’nin ilk günlerinde farklı toplumsal kesimler “ağaç” ve “çevre” sembolü etrafında birleştirildi. Eylemlerin arttığı bir ortamda “Taksim Platformu” devreye girerek siyasi program diyebileceğimiz taleplerini açıkladı. Türkiye’nin büyük projeleri olan 3. Havaalanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul gibi projelerden vazgeçilmesi istendi.

Borç defteri kapanmıştı

Türkiye 2013 Mayıs ayında ekonomik göstergeler bakımından önemli bir performans yakalamıştı. Dış politikada da benzer şekilde önemli bir başarı kazanmıştı. O dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama’nın davetiyle 16 Mayıs 2013 tarihinde Washington’da büyük itibar görmüştü. Türkiye IMF’ye olan kredi borcunun son taksitini 14 Mayıs 2013 tarihinde ödemişti. Böylece 19 yıl aradan sonra Türkiye’nin IMF’ye olan borcu ilk kez sıfırlandı. 1 Ocak 1961’de IMF ile ilk stand-by anlaşmasının imzalanmasıyla başlayan borç ilişkisi, 19. stand-by anlaşmasının son taksitinin ödendiği 14 Mayıs 2013 tarihinde bitirildi. Türkiye borç defterini kapattığı gibi IMF’ye 5 milyar dolar borç verebileceğini açıkladı. Türkiye’de yerleşik düzen IMF’yle mutlaka yeniden anlaşma yapılması gerektiğini aksi takdirde Türkiye ekonomisinin büyük zarar göreceğini söylüyorlardı. Üstelik bu itiraz yıllarca “Kahrolsun IMF, Bağımsız Türkiye” sloganları atan siyasi parti, sendika ve sermaye çevrelerinden geliyordu. AK Parti’nin 10 yıllık iktidar döneminin büyüme ve kalkınma verileri bakımından en iyi olduğu dönemdi. Vesayet odakları ve küresel güç odakları bu durumu tersine çevirmek için Gezi’yi kullandı. Türkiye’nin turizmine darbe vurmak CNN, BBC, Reuters ve benzeri uluslararası medya kuruluşları savaş muhabirlerini Türkiye’ye göndererek iç savaş varmış gibi bir algı oluşturmaya çalıştılar.

Mayıs 2013’te yüzde 4,52 ile Cumhuriyet tarihinin en dip seviyesini gören faizler, Gezi olayları sonrasında yüzde 8,5’e tırmandı. Gezi’den 7 ay sonra 17/25 Aralık darbe girişimiyle faizler yüzde 11’e yükseldi. Faizler yükselince borçlanma Türk parası üzerinden iki katından fazla arttı. Üretim yapanların ve yatırım yapma niyetinde olanların borçlanma maliyeti iki kattan daha fazla artınca yatırımlar azaldı. Bu durum ülkedeki işsizliğin artmasına da neden oldu. Gezi’nin ülkemiz ekonomisine doğrudan maliyeti 1,4 milyar dolar oldu.

Borsa İstanbul’da mayıs ayının sonunda başlayan düşüş üç ay boyunca devam etti. Şirketlerin toplam piyasa değeri 164 milyar lira geriledi. Bu dönemde şirketlerin piyasa değeri ortalama yüzde 40 değer kaybetti. Gezi olayları öncesinde yüzde 6,13’e kadar gerileyen yıllık enflasyon, sonraki 3 ayda yüzde 8,88’e yükseldi. Haziran 2013 verilerine göre yüzde 8,9 seviyelerinde yatay bir seyir izleyen işsizlik, bir yıl içinde çiftli rakamlara ulaşarak yüzde 10,6 seviyelerine çıktı.

Gezi olayları sırasında İçişleri Bakanlığı verilerine göre; 45 ambulans, 80 belediye otobüsü, 85 otobüs durağı, 214 özel araç ve 240 polis aracı ateşe verildi. 58 kamu binası, 14 siyasi parti binası ve 337 işyeri tahrip edildi. Olaylarda 7 sivil hayatını kaybetti ve 4 bine yakın eylemci yaralandı. Bir polis şehit oldu, 697 polis ise yaralandı.

Eylemlere kitlesel görüntü kazandırmak için bir halk hareketi olarak sunulması Geziciler açısından bir stratejiydi. Eylemin başında başarılı olan bu strateji, marjinal sol örgütlerin devreye girmesi, CHP’nin ve HDP’nin bütünüyle eylemlerin içinde olması nedeniyle çöktü. Eylemci kitlenin halkın tüm kesimlerini temsil ettiği görüntüsü dış dünyaya da başarılı şekilde aktarıldı. Ancak başta halk hareketi olarak sunulan eylemler bir anda halk iradesine inanmayan her türlü sol fraksiyonların, darbecilerin ve aşırı örgütlerin hareketine dönüştü. Eylemlerde PKK başta olmak üzere TİKKO, MLKP ve DHKP-C gibi birçok terör örgütünün paçavraları ve elebaşlarının posterleri sallandırılıyordu. Eyleme kitlesel bir hava katmak için kendilerine antikapitalist Müslümanlar diyen bir grup da dahil edildi.

Örgütçü yapılar

Eylemlere katılan yeni bir gençlikten bahsedilerek bunların siyasal hiçbir faaliyete katılmadıkları söyleniyordu. Elbette eylemde yer alan ancak azınlık olduğunu düşündüğüm hiçbir siyasi faaliyete katılmamış gençler vardı. Ancak ülkemizde 2010’da üniversite öğrencilerinin yoğun eylemlerine tanık olmuştuk. O dönemde protesto gösterilerinde bulunan sol öğrenci gruplarını Gezi’de de gördük. 2010’da bu gençlik gruplarının jargonlarına hakim olan baskıcı, dayatmacı ve otoriter dil, yumurta atma ve insanları konuşturmama gibi şiddet içeren eylemler, Gezi’de de farklı biçimlerle karşımıza çıktı. Özgürlükçü olduğu söylenen bu gençler “başörtülüleri üniversitelerde istemiyoruz” diyorlardı. Farklı grupların ortak noktası AK Parti karşıtlığıydı. Dolayısıyla Gezi eylemlerini yönlendiren gençler bu örgütlü/örgütçü yapılardı.

Gezi eylemleri sürekli kendiliğinden oluşan sivil bir hareket, toplumun ve özellikle gençlerin tepkisi olarak ambalajlandı. Ancak o dönem oluşturulan Taksim Platformu’nun kimlerden oluştuğuna baktığımızda örgütlü bir yapıyla karşı karşıya olduğumuz görüldü. Taksim Platformu adına dönemin Başbakan vekili ile görüşmeye gelenler arasında DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’un olması eylemlerin kendiliğinden oluşan bir halk hareketi olmadığını gösterdi. Çevre duyarlılığıyla başlayan kitlesel bir eylem, örgütlerin devreye girmesiyle şiddet içeren bir kalkışmaya dönüştürüldü.

Darbe zemini

15 Temmuz hain darbe girişimini yaşadıktan sonra net biçimde görüyoruz ki Gezi, darbe mekaniğini çalıştıran araçlardan biri olmuş. Gezi’nin öncesinde ve sonrasında yaşananlara baktığımızda darbeye zemin hazırlamak amacıyla yapıldığını görüyoruz. Gezi öncesinde Cumhuriyet Mitingleri, Danıştay saldırısı, 367 krizi, AK Parti kapatma davası ve 27 Nisan bildirisi vesayet odaklarının operasyonları olarak tarihe geçti. Buralarda halkı kışkırtmak için kullanılan “laiklik elden gidiyor” ve “yaşam tarzı” tartışmaları halkın önemli bir bölümünü dışarıda bırakıyordu. Bu nedenle bütün toplum kesimlerini ortak bir noktada buluşturacak ağaç sevgisi ve çevre duyarlılığı kullanıldı. Gezi’nin Hükümeti ve Erdoğan’ı devirme girişimi başarısız olunca vesayet odakları 17/25 Aralık Darbe girişimini devreye soktu. Burada da başarısız olunca PKK ve HDP devreye girerek “devrimci halk savaşı” adıyla şehirleri çukurlarla terörize etmeye başladılar. Bu süreç 15 Temmuz hain darbe girişimine kadar farklı yöntemlerle devam ettirildi. Toplumsal kutuplaşmanın derinleştirilerek bugünlere getirilmesinde de Gezi kullanışlı bir araç oldu.

@TarkanZengin