Yalan konuşma!

Ramazan Akkır Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi
21.06.2019

Sürekli yalan söyleme stratejisindeki temel tehlike; bu siyaset biçiminin bir sonraki aşamasında siyasal gerçeklikler önemini tamamen yitirir ve gerçek yalan tarafından yutulur. Çünkü belli bir aşamadan sonra kitleler, kendi siyasal görüşlerine ya da kanaatlerine uyumlu olduğu sürece, yalanı bizatihi hakikatin kendisiymiş gibi kabul etmeye başlar ve içselleştirir.


Yalan konuşma!

Bir anekdot ile başlayalım; kanlı 27 Mayıs darbesinden üç ay kadar öncedir.   Başbakan Adnan Menderes o devirdeki adı Maraş olan Kahramanmaraş ilimize bir gezi yapar. Her zaman olduğu gibi bu geziye çeşitli dergi ve gazetelerden muhabirler katılır. Bu muhabirler, geziyi adım adım takip eder ve yazardı. Haliyle farklı gazete ve dergilerde de gezi ile ilgili bir hayli haber ve yorum çıkardı. Ancak ne hikmetse haberler, genellikle olumsuz olurdu. Dahası, bazı haberlerin aslı astarı olmazdı; tamamen uydurmaydı. Objektiflik ilkesi ile de hiçbir bağı yoktu. Bir gün bir dergide ‘Başbakanı karşılamak için topal deve kurban edildiği’, ‘devenin de kör bıçak ile kesildiği’ şeklinde bir haber yayınlanır. Komple asılsızdır. İşte, bu haber fırtınayı koparır. Ziyaretin son akşamıdır. Maraş’taki Demokrat Partililer, Başbakanın onuruna bir yemek verir. Öyle ki yemekte Başbakanın gezisini izleyen gazeteciler ile kurban edilen deve yalanını yazan gazeteci de bulunmaktadır. Başbakan ile birlikte geziye katılan politikacılardan birisi yalan yazan gazetecinin varlığını fark eder. Başbakan’ın yanına gider ve muhtemelen bu gazetecinin varlığını başvekile iletir. Bunun üzerine Başbakan büyük bir hiddetle deve hikayesini yazan gazeteciyi yanına çağırır. "Bu uydurma haberi siz mi yazdınız?" diye sorar. Olumlu cevap alınca "Derhal buradan çıkın" diyerek gazeteciyi kovar. Menderes’in çalışkan olduğu kadar da terbiyeli bir insan olduğunu belirten Özel Kalem Müdürü Ercüment Yavuzalp; “Yanında bulunduğum sürece onun bu derece sinirlendiğini hiç görmemiştim” demekten kendini alamaz.

Bu bir strateji mi?

Acı hatıralarla dolu yakın tarihimizi bir kenara bırakalım ve içinde yaşadığımız siyasi gündeme odaklanalım. Şu sıralar gündemi, Millet İttifakının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun birbiri ardına söylemiş olduğu yalanlar meşgul ediyor. Şimdi İmamoğlu’nun sıklıkla ortaya koymuş olduğu yalan söyleme performansını kısaca hatırlayalım; önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekteri Dr. Hayri Baraçlı’nın üç makam arabası olduğunu iddia etti; yalan olduğu hemen ortaya çıkıverdi. 31 Mart seçiminde "Ben farkın yirmi dokuz bin olduğunu söylemedim" dedi; ekranlar yalanı ifşa etti. CNN Türk’te katıldığı programda kendini çeken dört kameramanın işten kovulduğunu söyledi; gün geçmeden gerçek ortaya çıkıverdi, kameramanlar işinin başındaydı. AK Parti’nin bütün oylar sayılsın teklifine itiraz etmediğini söyledi; gerçek tam tersiydi. Öyle ki AK Parti’nin bütün oylar sayılsın demesine rağmen İmamoğlu’nun partisi CHP, İl Seçim Kurulu’na giderek oyların sayımını durdurmak için itiraz etmekten geri durmamıştı. İmamoğlu’nun performansı bunlarla da sınırlı değil; Ordu Giresun Havalimanı’nın VİP girişinde Ordu valisine hakaret etti; İmamoğlu’nun yalanını kameralar yakaladı. Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olduğunu iddia ettiği Sayıştay raporuna atıf yaparak Belediye’nin bazı kurumlarının zarara uğratıldığını; dahası, bazı vakıf ve derneklere peşkeş çekildiğini iddia etti. Bu iddiayı da Sayıştay’ın bizatihi kendisi yalanladı. Kısacası, İmamoğlu’nun geçer akçeye dönüştürmüş olduğu yalanların haddi hesabı yok; yalan söylemek, gündelik bir reflekse dönüşmüş durumda.  

Yalan; gemi batıran fırtına

Cumhur İttifakının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım ile Millet İttifakının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Ekrem İmamoğlu ortak yayınında Yıldırım’ın “En çok kızdığım şey yalan söylenmesidir” diyerek İmamoğlu’nun yalan söylediğini ifade etmesi, aklıma şu soruyu getirdi; bir siyasetçi neden ısrarla yalan söyler. Aslında siyaset tarihinde Platon’dan Machiavelli’ye kadar birçok siyaset bilimci “soylu yalan”dan ve özellikle politik figürlerin yalan söylediğinden bahseder. Peki, Platon’un ifadesiyle “Devlet gemisini batıracak fırtına” olan yalan nasıl oluyor da bir siyasi kampanyaya dönüşüyor?  İstanbul gibi küresel bir markanın belediye başkanı adayı, niçin sürekli yalana müracaat eder? Siyasi propagandasının yalan üzerine kurulu olmasının nedeni ne? Bir lider adayı, yalan söyleyerek niçin kendisine inananları aldatır? Kısacası, İmamoğlu’nu yalan konusunda motive eden temel stratejik mantık ne?

Yalan ile konsolidasyon sağlamak…

Öncelikle birkaç madde ile yalan siyasetini veya İmamoğlu’nun yalanların arkasındaki motivasyon unsurlarını analiz etmeye çalışalım. Yalan, hedef kitleyi aldatmak için tasarlanmış kusursuz bir cinayettir. İmamoğlu’nun yalana müracaat etmesinin nedenlerinden birisinin, farklı ideolojik hafızaya sahip olan kendi seçmen kitlesinin dağılmasını önleyerek onların konsolidasyonunu sağlamak olduğu görülecektir. Bir de ortaya atmış olduğu yalanların tamamının genel özelliği, kendi mağduriyetini perçinleyici bir işleve sahip olmasıdır. Böylece İmamoğlu şöyle bir tablo çizmeye çalışmaktadır; herkes onu mağdur etmek için elbirliği yapmaktadır. Çünkü İmamoğlu’nun hareket noktalarından biri içinde ötekine karşı nefret duygusunu barındıran mağduriyet söylemi. Bu Cumhur İttifakına karşı oluşan bloğun ana çimentosudur. Öyle ki bu mağduriyet söylemi, birbirinden oldukça farklı ideolojik ve siyasal bagaja sahip olan CHP’li elitist ve Kemalist, İYİ Partili seküler milliyetçi, Saadet Partili dindar-muhafazakâr ile HDP’li ayrılıkçı Kürt seçmeni sandığa götürüp İmamoğlu lehine oy kullandırtma kapasitesine sahiptir. İşte, birbiri ardına söylenen yalanlar, bu mağduriyeti konsolide edici bir misyona sahiptir. Hatırlayınız; 1933 ve 1945 yılları arasında Hitler Almanya’sında “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” olarak görev yapan Paul Joseph Goebbels’in propaganda metotları arasında “Halkı her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin” ile “Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanır” ilkeleri bulunmuyor muydu? Kısacası, yalan ile mağduriyet güncellenerek, milletin derinlemesine düşünmesine ve farklı siyasal tercihlerde bulunmasına engel olunmaya çalışmaktadır.

Yeni imaj çalışması

İmamoğlu ve şürekasının yalan siyasetine müracaat etmesinin ikinci nedeni de kamuoyunu kandırmak ve yeni bir imaj oluşturmaktır. Aslında iç politikada veya uluslararası ilişkilerde yalanın etkin bir şekilde kullanımı yeni bir strateji değildir; İmamoğlu tarafından icat edilmemiştir. Platon’dan beri devletler, özellikle uluslararası ilişkilerde, yalana müracaat etmiştir. Ancak yalan üzerinden yeni bir dünyanın ve siyasal tasavvurun etkin bir biçimde inşası yeni bir gerçekliktir. İnsanlık, yalan üzerinden gerçeğin örtbas edilmesini veya siyasal gerçekliğin itibarsızlaştırılmasını hem Irak’ın işgalinde hem de Amerikan Başkanlık seçimlerinde tanıklık etmiştir. Saddam Hüseyin’in nükleer silaha sahip olduğu iddiasından hareketle Irak işgal edilmedi mi? Dahası, 2016 yılı Amerikan Başkanlık seçimleri esnasında Trump’un konuşmalarının çoğu yalana ve çarpıtılmış verilere dayalıydı. Öyle ki daha sonra iddialarının yüzde 70’inin gerçek ile herhangi bir bağının olmadığı ortaya çıkmıştı. ‘Liderler Neden Yalan Söyler’ başlıklı kitabında John J. Mearsheimer; “Zehirli bir sahtekarlık kültürü yaratması nedeniyle yaygın yalan söyleme, kaçınılmaz olarak devlet ve topluma vahim zararlar verecektir” der ve ekler; “Bu nedenle, liderler ve vatandaşlarının ülkelerinde gerçekleşen yalan miktarını minimize etmeye çalışmaları ziyadesiyle büyük anlam ifade eder.” Siyaset arenasında rakibinin önüne geçmek için ortaya atılan yalanın en büyük zararı, aslında, toplumun bizatihi kendisinedir. Sürekli yalan söyleme stratejisindeki temel tehlike; bu siyaset biçiminin bir sonraki aşamasında siyasal gerçeklikler önemini tamamen yitirir ve gerçek yalan tarafından yutulur. Çünkü belli bir aşamadan sonra kitleler, kendi siyasal görüşlerine ya da kanaatlerine uyumlu olduğu sürece, yalanı bizatihi hakikatin kendisiymiş gibi kabul etmeye başlar ve yalanı içselleştirir. Bunun yanı sıra, rakibin kaybetmesi için yalana sığınılması öyle basit veya sıradan bir eylem değildir; sadece politik alanı kirletmekle kalmaz. Aynı zamanda, toplumsal alanı zehirler ve manipülasyon aracı olan kutuplaşmayı derinleştirir.  Bu çerçevede, toplumsal kutuplaşmadan şikayetçiymiş gibi davranan İmamoğlu, aslında, yalan yanlış bilgilerle seçmeni manipüle ederek toplumu kutuplaştırmaktadır.

Yalanın halka faturası…

Üçüncü olarak İmamoğlu, bir propaganda tekniği olarak yalanı, abartıyı ve rakamları kullanmaktadır. Birçok amaçlarının yanı sıra propagandanın bir amacı da toplumu ve seçmeni belli bir hedefe kanalize etmektir. Kanıtlanabilir doğrulardan öte genellemeler yapan propagandacı, stratejik hedefi doğrultusunda bazı verileri abartır ve çarpıtır; rakibinin düzeltmesini veya savunmasını ister. Hatta toplumun hassas olduğu etik kavramlara veya moral değerlere müracaat ederek geniş kitlelerin sempatisine odaklanır. İmamoğlu’nun sıklıkla atıf yaptığı “kul hakkı” ile “israf” veya ortak yayınında belediyenin imkanlarının bazı vakıf ve derneklere peşkeş çekildiğini söyleyerek büyük rakamlara yer vermesi, bu stratejinin yansımasıdır. Unutulmamalıdır ki, birisi size abartılı rakamlar veriyorsa propagandaya maruz kalıyorsunuz demektir. Ve bu toplum, gerçek ile pek bir bağı bulunmayan propagandaya maruz kalmaktadır.

İmamoğlu, 31 Mart seçimlerinde kendisine oy veren seçmeni yeniden konsolide etmek, toplumsal ve siyasal kutuplaşma yaratarak oy devşirmek ve geniş kitlelerin sempatisini kazanmak için yalan siyasetine başvurmaktadır. Ancak hakikat eninde sonunda kazanır, galip gelir; yalan üzerine kurulu algı düzeni ise iflas eder. Ama büyük yıkımların halkın büyük yalanlarla kandırılması ile mümkün olduğunu da unutmayalım.