Yalnızlaşan Almanya ile gerginliğin arka planı

Dr. Yaşar Aydın / Evangelische Hochschule Hamburg
16.09.2017

Ekonomisinin jeopolitik türbülanslara bu denli açık olması Almanya’nın siyasi gücünü sınırlandırıyor. Dolayısıyla Almanya’nın AB ve Türkiye üzerindeki yaptırım gücü abartılmamalı. Ancak herşeye rağmen Türkiye’nin Almanya’yı ciddiye alması ve ilişkilerini onarması gerekiyor.


Yalnızlaşan Almanya ile gerginliğin arka planı

Türkiye-Almanya ilişkilerinde gerilim devam ediyor. 3 Eylül’de Şansölye Angela Merkel ve SPD’nin adayı Martin Schulz arasında canlı yayında gerçekleştirilen televizyon düellosunda Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş olan SPD’nin lideri Schulz, başbakan seçildiği takdirde Ankara ile üyelik müzakerelerini durduracağını açıkladı. Şansölye Merkel de AB içinde Türkiye ile müzakerelerin sonlandırılması yönünde ortak bir pozisyon oluşturmaya çabalayacaklarını taahhüt ederken, Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’den de benzeri yönde açıklamalar gecikmedi.

Buna mukabil, Türkiye Dışişleri Bakanlığı da Türk vatandaşlarına Almanya için bir seyahat uyarısı yayınladı. Karara seçim kampanyalarındaki “Türkiye karşıtlığı” ve “Bir kısım Türk vatandaşlarına yönelik sözlü” saldırılar gerekçe gösterildi.

Almanya kuşkusuz AB’nin etkin ülkesi, hatta “lider güç”, ancak Türkiye ile yürütülen müzakerelerin durdurulmasını sağlayacak olanakları kısıtlı. Bunu açıklamadan önce üç gerçeğin altını çizmek gerekiyor.

Bir, gelinen noktada kuşkusuz iki ülke yönetiminin de payı var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiyelilere yönelik CDU, SPD ve Yeşillere oy verilmemesi yönündeki söylemi, daha önce yapılan Nazi benzetmeleri ve Almanya’da referendum için kampanya yürütme ısrarları ilk akla gelen gerginlik konuları. Diğer taraftan Türk hükümet üyelerinin Almanya’da salon toplantıları yapmalarına izin verilmemesi, basında ve kamuoyunda Cumhurbaşkanına yönelik söylemler (“mizah” krizi örneğin), Almanya Federal Haber Alma Servisi başkanı Bruno Kahl’ın Fethullah Gülen’in ve takipçilerinin 15 Temmuz darbe girişiminde sorumluluğunun olmadığı yönündeki açıklamaları ve Alman güvenlik kurumlarının PKK’ya yönelik ihmalkar tutumları Almanya’nın eksi hanesine yazılmalıdır.

Siyasilerin Türkiye’yi seçim kampanyalarında olumsuz bir biçimde konu edinmelerinin bir başka nedeni de Almanya’da büyük bir kesimde varolan Türkiye karşıtlığıdır. Siyasilerin hem bu atmosferden oy devşirmek hem de değerler üzerinden siyaset yapan demokrat aktörler olarak öne çıkmayı amaçladıklarını söyleyebiliriz. Üçüncü neden ise Türkiye’de insan hakları, demokrasi standartları ve yargı bağımsızlığı gibi konuların Alman basınında sıkça olumsuz değerlendirmelere konu edilmesidir.

Ancak Türkiye-Almanya ilişkilerindeki gerginlikleri besleyen konjonktürel gelişmelerin ötesinde, daha derinlerde yatan iktisadi, jeopolitik ve siyasal çıkar çatışmaları da sözkonusu.

Gerilimin nedenleri

Türkiye ile Almanya arasındaki gerilim alanlarından biri de Almanya’daki Türk diasporasının etkinlikleridir. Almanya, Türkiyelilerin Almanya’da kalıcı olduklarını geç de olsa kabul ettikten sonra onları toplumla bütünleştirme çabası içine girdi. Bu bağlamda Türkiyelilerin Türkiye ile güçlü sosyal, kültürel, siyasi ve dini bağlara sahip olmasını toplumla bütünleşmelerinin önünde bir engel olarak değerlendiriyor. Özellikle Türk hükümetinin son yıllarda Almanya’daki Türkiyelilerle daha aktif ilgilenmeye başlaması, Türklere seçme olanağını sunması ve aktif bir diaspora çalışması yürütmesi Alman yetkililerin kaygılarını artırmış durumda. Alman siyasilerin önemli bir bölümü Ankara’nın Türkiyeliler üzerinden Almanya siyasetini etkileyebileceği kaygısını taşıyor. Geçen yıl Şansölye Merkel’in Türklere yönelik “Sizin başbakanınız benim” açıklamasını ve geçtiğimiz haftalarda başbakan adayı Schulz’un Hamburg’da yaptığı bir mitingde Türkiyelilere “Siz Almanya’nın bir parçasısınız” biçiminde seslenmesini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.

İki ülke arasında jeostratejik çıkar farklılıkları da mevcut. Örneğin Almanya Türkiye’nin Balkanlar’daki etkinliğinin, nüfuz alanını genişletme çabalarının AB’nin etkinliğini baltaladığı kanısında ve Türkiye’yi o bölgede kendisine rakip görüyor. Başka bir gerilim noktası ise Türkiye’nin Rusya ve AB’den çıkmaya hazırlanan Birleşik Krallık ile yakınlaşması. Suriye ve PYD ile ilişkiler konusunda da Almanya ile Türkiye ters düşmüş durumda. Kürt sorununun çözümündeki tıkanıklık ise Almanya’yı öncelikle olası bir çatışma ortamında Türkiye’den Almanya’ya bir göç dalgası olabileceği kaygısından dolayı rahatsız etmektedir.

Türkiye-Almanya arasındaki yoğun ekonomik ilişkilere rağmen bu alanda da sorunlar mevcut. Almanya Türkiye’nin 14 milyar Dolar ile en fazla mal ihraç ettiği ülke, Türkiye ise Alman ihracatında 22 milyar Dolar ile 15. sırada. Alman işletmeleri için Türkiye hem önemli bir pazar hem de yatırım alanı. Almanya’nın Türkiye’ye 2016 yılında yaptığı doğrudan yatırımlar 437 milyon Dolar tutarında, ancak Hollanda ve Birleşik Krallık’ın (950 ve 950 milyon Dolar) gerisinde. Yaşanan tüm sıkıntılara rağmen Siemens’in rüzgar enerjisi ihalesini alması, Türkiye’nin yenilenebilir enerji dalında ne kadar önemli bir ülke olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin bir enerji koridoru olma yönünde ilerlemesi de ülkenin Almanya nezdindeki önemini artırıyor. Ancak Alman medyasıve siyasetçileri Türkiye’de yargı bağımsızlığının olmadığı, hukukun iyi işlemediği ve demokrasinin gerilediği kanısında, bu da Alman işletmelerinin Türkiye’de yatırım yapma motivasyonunu olumsuz yönde etkiliyor. Alman işadamlarının yakındığı temel konuların başında ise yabancı elemanlarını Türkiye’de çalışmaya ikna edemedikleri gelmektedir.

Yalnızlaşan lider güç

Bütün bu gelişmelerden ve arka plandaki çıkar çatışmalarından iki ülke arasındaki ilişkinin kolay çözülemeyeceği sonucu çıkıyor.

Bundan başka Almanya’nın, özellikle Almanya’nın dış politikada devasa sorunlarla karşı karşıya olmasından dolayı, AB’de Türkiye ile müzakerelerin sonlandırılmasına ilişkin bir karar aldırması kolay gözükmüyor.

Kendisine AB’nin “lider gücü” (Führungsmacht) rolünü biçen Almanya’nın önünde birlik içindeki popülist-milliyetçi hareketlerin zayıflatılması ve birliğin siyasi bütünlüğünün güçlendirilmesi görevleri durmaktadır. Fransa’da Makron’un cumhurbaşkanlığına seçilmesi Berlin ve AB yanlılarını rahatlatmış gözüküyor, ancak birçok AB ülkesinde popülist, AB, göçmen ve küreselleşme karşıtı miliyetçi akımların varlığı iyimserliğe imkan tanımıyor. Artı, AB içinde Almanya’dan özellikle 2008 finans krizi akabinde ekonomik kriz içindeki ülkelere kemer sıkma ve sıkı bütçe politikalarını dayatmış olmasıdan dolayı birçok ülke memnun değil. Bundan başka Brexit’in de düzenli bir biçimde dizayn ve müzakere edilmesi gibi görevler AB ve Almanya’nın önünde durmaktadır.

AB’nin bütünlüğünü zayıflatan tutum ve davranışlar sadece milliyetçi hareketlerden ve Almanya’dan hoşnutsuz Polonya veya Yunanistan gibi ülkelerden kaynaklanmıyor. AB içindeki karar alma süreçlerini etkilemeye çalışan ülkelerin başında Almanya ve Avrupa ile yüksek bir ticaret ve yatırım hacmine sahip olan Çin gelmektedir. 16 AB ülkesi ile ileri boyutta işbirliği içinde olan Çin, bu ülkelerin kendisine yönelik bir kararı engellemesini sağladı. Benzeri biçimde Rusya da Almanya ve AB içindeki popülist sağcı gruplara destek veriyor.

Obama’nın, ABD’nin artık yönünü Uzak Asya-Pasifik bölgesine yöneltmesi gerektiğini söylemesiyle başlayan Almanya ile ABD arasındaki yabancılaşma Trump’ın seçilmesiyle derinleşti. Trump ayrıca AB ve Avrupa’nın önemini küçümseyici söylemlerle AB ve Almanya’da transatlantik işbirliğine olan kuşkuları artırmış, özellikle de Almanya’yı yeni bir güvenlik stratejisi belirlemeye itmiştir. Trump’ın Amerikan çıkarlarını önceleyen içe kapanmacı eğilimleri savunması ise Almanya’yı liberal küresel ekonomik ve siyasi düzenin daha aktif savunuculuğuna itmektedir. Ancak Almanya, ABD’nin küresel düzenin hamiliği konusunda açtığı boşluğu tek başına dolduramayacağının da bilincinde. Bunun için hem güçlü, kendi içinde barışık ve gelişen bir AB’yi arkasında, hem ABD’nin desteğini yanında görmek istiyor. Ancak buna rağmen Almanya birçok ülkeyle gerilim yaşıyor ve bazı konularda uluslararası arenada yalnızlaşıyor.

 Almanya’nın küreselleşme ve serbest ticaretten yana olmasının başlıca iki nedeni var. İhracata dayalı ekonomik modeli ve ülkenin coğrafi konumu.

Almanya’da ihracatın GSYH’ye oranı yüzde 46’larda, her dört işyerinden biri dolaysız, her iki işyerinden biri de dolaylı olarak ihracata dayalı. Almanya ayrıca doğal kaynaklar bakımından son derece fakir bir ülke olmasından dolayı hammade ve enerji ithalatına bağımlı. Dolaysıyla uluslararası ticaret yollarının güvenliği Almanya için hayati öneme sahip. İkinci olarak piyasaların gümrük duvarlarıyla korunmamasından yana. Trump’a ve diğer ulusalcı hareketlere olan tepkinin ardında yatan temel neden bu.

AB’nin en büyük ekonomisine sahip Almanya’da işsizlik çok düşük seviyede (Mayıs 2017 itibarıyla 2,5 mil., yüzde 5,8) ve refah düzeyinde ilk birkaç ülke arasında. Ancak bu refah düzeyi jeopolitik istikrarsızlıklardan ötürü oldukça kırılgan bir yapıda. Almanya’nın ihracatında ilk sırayı sorunlu ve gerilim yaşanan ülkeler (ABD, İngiltere, Rusya, Türkiye) ve gerilim ya da çatışmanın hakim olduğu bölgeler (Güney Çin Denizi, Kore Yarımadası, Ortadoğu) almaktadır. Bu bölgelerde geirlimlerin çatışmaya ya da bölgesel bir savaşa dönüşmesi Alman ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturacaktır.

Almanya ne yapmalı?

Ekonomisinin jeopolitik türbülanslara bu denli açık olması Almanya’nın siyasi gücünü sınırlandırıyor. Dolayısıyla Almanya’nın AB ve Türkiye üzerindeki yaptırım gücünün abartılmaması gerekiyor. Ancak herşeye rağmen Türkiye’nin Almanya’yı ciddiye alması ve ilişkilerini onarması gerekiyor. Almanya ile gerginlik Türkiye’yi bir müttefik olarak NATO’da ve ABD hatta Rusya nezdinde cazip kılmaz. Çıkar çatışmaları kısa vadede giderilemese de öznel durumlardan kaynaklanan sorunlar aşılarak daha derin ikili işbirliğinin temelleri atılabilir. Bunun için ilk olarak özellikle Türk karar vericilerinin Almanya ile ilgili, örneğin iktidar-medya, iktidar-ekonomi dünyası ve iktidar-yüksek yargı ilişkileri hakkındaki bilgi açığını kapatmaları gerekiyor. Örneğin Alman kamuoyunu etkileyen Frankfurter Allgemeine, Süddeutsche ve Die Weltgibi gazeteler vakıf gelirlerine sahip olduklarından iktidarın ve iş dünyasının etkilerine bağışıktırlar, dolayısıyla resmi görüşü yansıtmazlar. İkincisi Almanya ile ilişkilerde duygusallıktan uzak, soğukkanlı bir bakış açısı gerekiyor.

@yasaraydin10