Büyükşehir belediyelerinin afet yönetimine ilişkin bütçeleri sadece acil müdahale kapasitesini değil, aynı zamanda afet riskini azaltmaya yönelik uzun vadeli planlamaları da içerecek şekilde yeniden tasarlanmalıdır. Yangın riski yüksek bölgelerde risk temelli bütçeleme modeline geçilmeli, merkezi idare ile eş finansman mekanizmaları kurulmalı ve belediyeler bu alandaki harcamaları için özel teşviklerle desteklenmelidir.
Dr. Burak Kaplan/ Yazar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın son Kabine Toplantısı'nın ardından yaptığı açıklamada orman yangınlarıyla mücadelede büyükşehir belediyelerinin sorumluluğunu vurgulaması, kamu kurumları arasındaki yetki ve görev paylaşımı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu açıklama, merkezi ve yerel yönetimler arasındaki yetki karmaşasını giderme yönünde bir irade olarak yorumlanabilir. Ancak bu tür sorumlulukların sahadaki karşılığı yalnızca fiziki müdahaleyle sınırlı değildir. Büyükşehir belediyelerinin yangınlarla mücadelede etkili olabilmesi; risk yönetimi, hazırlık planlaması, halkın bilinçlendirilmesi, altyapı yatırımları ve afet sonrası toparlanma süreçlerini kapsayan çok boyutlu bir kapasite inşasını gerektirmektedir. Büyükşehir belediyelerinin mevcut kapasite düzeylerinin, stratejik planlarının ve kurumsal hazırlıklarının irdelenmesi, afetlere karşı ne ölçüde hazır olduklarını değerlendirmek açısından önem arz etmektedir.
Afetlerle mücadelede büyükşehir belediyelerinin rolü
Büyükşehir belediyeleri, Türkiye'de yerel hizmetlerin planlanması, yürütülmesi ve denetlenmesinden sorumlu temel idari birimlerdir. Ancak bu belediyelerin görev yükü, yalnızca kentsel altyapı ve sosyal hizmetlerle sınırlı değildir. Artan iklim riskleri, özellikle orman yangınları gibi doğal afetlerin sıklığındaki artış, belediyelerin bütçelerinde "afetlerle mücadele" kaleminin hem stratejik hem de mali olarak yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Türkiye'de belediye bütçeleri, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile belirlenen çerçevede; büyük oranda vergi gelirlerinden ayrılan paylar, yerel vergi ve harçlar, merkezi idare transferleri ve öz gelirlerden oluşur. Afetle mücadeleye ayrılan bütçe ise genellikle İtfaiye Dairesi Başkanlıkları, Afet Koordinasyon Merkezleri (AKOM) veya Fen İşleri ile Destek Hizmetleri birimleri üzerinden yürütülür. Ancak bu bütçeler, çoğu zaman yangın gibi yüksek maliyetli afet senaryolarına hazırlıklı olmaktan uzaktır.
Belediyelerin bütçelerinde asıl ağırlık, genellikle ulaşım, altyapı, temizlik ve sosyal hizmetler gibi rutin belediye faaliyetlerine verilirken afet yönetimi, çoğu zaman "ikincil öncelik" olarak görülmekte, bu da yangınlar gibi yüksek riskli olaylara hazırlık düzeyini düşürmektedir. Özellikle risk haritası bakımından yangına açık bölgelerde bulunan büyükşehirlerde, bütçesel öngörüsüzlük, merkezi kaynaklara bağımlılık ve performans odaklı bütçelemenin eksikliği, belediyelerin kapasitesini daha da kırılgan hâle getirmektedir. Belediyeler, yangın sezonuna özel kaynak ayırmakta zorlanmakta, yangınla mücadelede yüksek maliyetli ekipmanlar (örneğin helikopter, drone, iletişim sistemleri) için Orman Genel Müdürlüğü veya AFAD gibi merkezi kurumların desteğine bağımlı hâle gelmektedir. Bu durum sadece müdahale anındaki etkisizliği değil, aynı zamanda afet öncesi hazırlık, eğitim, tatbikat ve toplumsal farkındalık gibi önleyici hizmetlerin ihmal edilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla, büyükşehir belediyelerinin afet yönetimine ilişkin bütçeleri sadece acil müdahale kapasitesini değil, aynı zamanda afet riskini azaltmaya yönelik uzun vadeli planlamaları da içerecek şekilde yeniden tasarlanmalıdır. Yangın riski yüksek bölgelerde risk temelli bütçeleme modeline geçilmeli, merkezi idare ile eş finansman mekanizmaları kurulmalı ve belediyeler bu alandaki harcamaları için özel teşviklerle desteklenmelidir. Afet yönetimi bütçeleri artık olağanüstü durumlara ilişkin değil, olağan belediyecilik hizmetlerinin asli ve stratejik bir bileşeni olarak görülmelidir.
Belirsiz hedefler ve eksik planlamalar
Türkiye'nin üç büyük kenti olan İstanbul, Ankara ve İzmir yalnızca nüfus büyüklükleri ya da ekonomik kapasiteleriyle değil aynı zamanda afet riski altındaki yoğun yapılaşmaları ve çevresel kırılganlıklarıyla da dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, söz konusu şehirlerin 2025–2029 dönemine ait stratejik planlarında orman yangınlarına ve kentsel yangın risklerine nasıl yaklaştıkları, yerel yönetimlerin afetlere hazırlık düzeyini anlamak açısından önemli bir gösterge niteliğindedir. Ancak bu üç büyükşehrin stratejik planları incelendiğinde, yangın riski gibi kritik bir tehdit karşısında hâlâ muğlak, yüzeysel ve performanssız bir planlama yaklaşımının benimsendiği açıkça görülmektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 2025–2029 Stratejik Planı'nda yangınlar, sadece "durum analizi" bölümünde tehdit olarak tanımlanmakta; bu tehdide karşı dirençli kent oluşturma sürecinin bir parçası olarak tedbir paketleri ve eylem planları hazırlanmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Ancak bu tespitin ötesine geçilmemekte, somut hedefler ve ölçülebilir performans göstergeleriyle desteklenmeyen bu yaklaşım, planın uygulanabilirliğini ciddi şekilde tartışmalı hâle getirmektedir. Yangınla mücadele gibi yüksek öncelikli bir konuda performans izleme sisteminin olmaması, planlama sürecinde sadece söylemsel düzeyde kalındığını düşündürmektedir.
Benzer bir tablo Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde de karşımıza çıkmaktadır. Stratejik plan, yangınlara yalnızca yasal yükümlülükler başlığı altında yer vermekte; müdahale süresinin azaltılması dışında herhangi bir stratejik hedef içermemektedir. Planda yangınlara erişim süresinin 6.3 dakikadan 6 dakikaya indirileceği belirtilmekte, ancak bu oldukça sınırlı bir iyileşme hedefi olarak kalmaktadır. Daha da önemlisi bu hedefin gerçekleştirilmesine yönelik altyapı yatırımları, kapasite artışları ya da istasyon sayısının artırılması gibi destekleyici eylemlerden söz edilmemektedir. Bu durum, planlamanın biçimsel zorunluluklarla sınırlı kaldığını ve bütüncül bir afet yönetimi anlayışının henüz yerleşmediğini göstermektedir.
İzmir Büyükşehir Belediyesi ise diğer iki büyükşehire göre daha somut bazı hedeflemeler sunmaktadır. Stratejik planında, yangına müdahale süresinin metropol alanlarda 4 dakikaya, kırsal alanlarda ise 9 dakikaya çekileceği hedeflenmiştir. Ayrıca yangınların yüzde 95'ine başlangıç anında müdahale edileceği taahhüt edilmiştir. Ancak bu olumlu hedeflemelere rağmen, planın en zayıf yönü ölçme ve izleme mekanizmalarının belirsizliğidir. Hedeflerin nasıl takip edileceği, hangi veri setlerinin kullanılacağı ya da müdahale başarısının hangi kriterlerle değerlendirileceği açıklanmamıştır. Dahası kırsal ve uzak bölgelere yeni itfaiye istasyonları kurulması ihtiyacının tespit edilmesine rağmen, bu ihtiyaca yönelik somut bir hedef veya takvimlendirilmiş eylem planı bulunmamaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye'nin en büyük üç belediyesinin stratejik planları, yangınla mücadele gibi yaşamsal bir alanda hâlâ netlikten, somutluktan ve hesap verebilirlikten uzak bir anlayışa yaslanmaktadır. Bu durum, sadece planların teknik eksikliğiyle değil aynı zamanda afet yönetimine dair politika iradesi ve önceliklendirme zaaflarıyla da ilgilidir. Yangın riski her geçen yıl büyürken, belediyelerin bu tehdidi sadece metin düzeyinde tanıması değil, aynı zamanda kaynak, insan gücü ve kurumsal kapasite tahsisiyle desteklemesi artık ertelenemez bir zorunluluktur.