Ermenistan ve Rusya'nın Dağlık KArabağ hatası: Yanlış hesap nereden döner?

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
3.10.2020

Türkiye, Azerbaycan'a her türlü destek vermeye hazır olduğunu ama cephede Azerbaycan'ın meşru müdafaa hakkını kendi kuvvetleri ile kullandığını duyurdu. Kısaca yeni bir strateji geliştirme inisiyatifi Ermenistan'da değil artık, Rusya hatasını ve hatasının bedelini kabul ederek Türkiye ile yeni bir pazarlığın penceresini açmak zorunda.


Ermenistan ve Rusya'nın Dağlık KArabağ hatası: Yanlış hesap nereden döner?

27 Eylül tarihine kadar Doğu Akdeniz odaklı bir gündemimiz vardı. O pazar sabahı, Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik saldırı ve tacizi ile hem neredeyse 30 yıldır süregiden ve uluslararası toplumun çözüm bulamadığı işgal altındaki Dağlık Karabağ meselesi yeniden gündemimize girdi. Hem de kamuoyunda Dağlık Karabağ meselesinin; sadece Dağlık Karabağ meselesinden ibaret olmadığı, Hazar’dan Ukrayna’ya uzanan, Karadeniz’den Akdeniz’e hatta Afrika’ya inen eksenlerdeki jeopolitik ve jeo-ekonomik güç mücadelesinin bir yansıması, yeni bir halkası olduğu izlenimi uyandı. Bu satırlar yazılırken, sahadaki görünüm şöyleydi: Azerbaycan kendisine yönelik saldırı ve tacize karşı meşru müdafaa hakkını Dağlık Karabağ’da işgal altındaki topraklarını kurtarmak için kullanmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Azerbaycan-Ermenistan stratejik dengesinin özellikle son yıllarda Azerbaycan lehine değiştiğine yönelik analizleri haklı çıkartırcasına Azerbaycan kuvvetleri son beş günde sahada ilerleme kaydettiler. Azerbaycan’ın sahada sergilediği hareket serbestliğinin arkasında Ankara’nın Bakü’ye sağladığı desteğin olduğu hem genel kabul edilen bir bilgi hem de Azerbaycan devlet yetkililerinin bu sıcak günlerdeki açıklamalarından anlaşılıyor. Desteğin, sahada başarısı görünür olan İHA/SİHA desteğiyle sınırlı olmadığı eğitim, hazırlık, siyasi, politik ve diplomatik destek şeklinde de verildiği açık. Kısaca saha Türkiye’nin caydırıcılığının yine, yeniden, yeni bir cephede işlediğini, Azerbaycan’ın da meşru müdafaa hakkını kullanma konusunda hazır ve hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Bu noktada bahsi geçen eksenlerdeki jeopolitik mücadele ile Dağlık Karabağ özelinde sahanın ortaya koyduklarını birlikte okumak isteyen okuyucu şu soruları soruyor: 1)- Ermenistan’ın son saldırısı niçin şimdi gerçekleşti? Tabii bu soru Ermenistan’ın pek çok açıdan son derece güçsüz, zayıflıkları had safhada bir devlet olduğu bilindiğinden Yerevan’ı saldırganlığa cesaretlendiren kim ve neden cesaretlendirdi sorusunu da içinde barındırıyor. 2)- Ermenistan bu işten karlı çıkmadığına göre (hareket serbestliği Azerbaycan’a göre son derece kısıtlı olduğu sahada görülmüşken ve Azerbaycan’a hareket serbestliği sağlayan en önemli unsurun Türkiye ile dostluğu olduğu görülmüşken) şimdi ne olacak?

Olağan şüpheli Rusya

Cevaplaması daha kolay olan ilk sorudan başlayalım ve analizimizin yönünü olağan şüpheli Rusya’ya çevirelim. Ermenistan’ın saldırganlığının altında Moskova’nın parmağının aranması boşuna değil. Öncelikle Rusya’nın- emperyal/ist kimliğinin ötesinde- Transkafkasya’ya baktığında ilk gördüğü şeyin, bu bölgenin Doğu-Batı enerji ticaretinin önemli ayaklarından biri olduğu gerçeği olduğu unutulmamalı. Kendisi de bir enerji devi olan Rusya, mavi altının ve siyah elmasın– yani doğal gaz ve petrolün- bir ülkenin kaderini nasıl değiştirebileceğini çok iyi biliyor. Bu yüzden Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bölgede Azerbaycan’ın kendi kanatlarıyla uçabilecek bir aktör olabileceği tespitini de kolaylıkla yaptı. Kısaca Moskova, Bakü’nün manevra alanını sınırlandırmak için Azerbaycan’ın kucağına “dondurulmuş bir soruna” dönüşecek ve ABD ile Fransa’nın desteğiyle çözümsüz halde tutulacak Dağlık Karabağ sorununu bıraktı. Dağlık Karabağ’ın işgaline el birliği ile izin verilmesi, Ermenistan’ın hem Karabağ sınırından Azerbaycan üzerine baskısını artırması hem de Nahcivan üzerinden Bakü’ye gözdağı vermesi anlamına geliyordu.

Ancak tüm bu armağan edilmiş işgal, Azerbaycan’ı enerji ticareti açısından Kafkasya’nın “anahtar ülkesi” haline gelmekten alıkoymadı. Dağlık Karabağ meselesinde çözümü zorlamayan ABD, TAP-TANAP yolunu açacak Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC)’ye desteğini verdi. Bugün, Trans-Hazar projeleri de dikkate alındığında Bakü’nün enerji ticaretinde sadece anahtar değil, çıkış kapısı ülkesi (gateway state) haline gelme potansiyeli taşıdığı da malum. Malum olan diğer bir nokta, Bakü’nün enerjideki konumunun Türkiye’nin aracılığıyla pekiştirildiği. Mesele sadece BTC, Bakü-Tiflis-Erzurum, TAP, TANAP değil; bölgenin en önemli enerji tüketicilerinden biri olan Türkiye’nin doğalgaz portföyünde giderek daha çok pazarlık gücüne sahip olması ve Rusya ile İran’dan aldığı doğal gaz oranını azaltması. Ankara’nın Azerbaycan ile başka kaynak ülkelerden alınan gaz oranını artırdığı sıkça tespit edilen bir gerçek. Bu sonuç, donmuş sorunları silah olarak kullanma alışkanlığına sahip Moskova’yı memnun etmekten uzak.

Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ın işgalci gücü olarak ortaya çıkartılması, Rusya’nın Ermenistan üzerindeki gücünü artırdığı gibi, Ermenistan’ı da son 30 yıl neredeyse kördüğüm sorunlara (süregiden ekonomik darboğaz, altyapı yetersizlikleri, diasporaya bağımlı nüfus) ve iç siyasi dengesizliğin (Dağlık Karabağ eliti ile Yerevan eliti arasındaki güç mücadelesi) getirdiği dozunu giderek arttıran saldırgan milliyetçiliğe mahkûm etti.

Dolayısıyla karşımızda, eli-kolu aşırı saldırgan milliyetçilikle bağlanmış bir bürokrasi tarafından yönetilen, topraklarında Rusya’nın üs, asker ve silahlarının bulunduğu, hava savunmasının kontrolü tamamen Rusya’nın elinde, Rusya’nın liderliğindeki Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütüne (KGAÖ) üye ama Dağlık Karabağ Ermenistan toprağı olarak kabul görmediğinden, işgal edilmiş alan olduğundan bu bölgeyi KGAÖ caydırıcılığı içerisine sokamamış, nükleer santrali Rusya tarafından işletilen, kritik alt yapısı, gaz vanalarından elektrik şirketlerine kadar Rusya tarafından satın alınmış bir Ermenistan var. Bu şekilde güçsüzleşmiş Ermenistan’ın Dağlık Karabağ Ermeni milliyetçiliği ne kadar güçlü olursa olsun kendi başına Azerbaycan’a saldırması beklenmediğinden, hem Temmuz 2020, hem de Eylül 2020’de gerçekleşen ve Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da ilerlemesi ile şimdilik devam eden yani amacı açısından geri tepen Ermenistan saldırılarının Rusya tarafından cesaretlendirildiği düşünülüyor.

Rusya’nın olaylara müdahil olmamayı tercih etmesi, KGAÖ’yü Dağlık Karabağ’ın dışında tutması, tarafları itidale davet etmesi de genellikle sonuca, yani saldırının ters tepmesine bakarak, Moskova aslında Paşinyan’ı cezalandırmak, 2018’deki protestolar sonucu yönetimi devralan yeni Ermenistan elitine sınırlarını göstermek istedi biçiminde yorumlanıyor. Moskova’nın Ermenistan üzerindeki neredeyse mutlak gücüne bakarsak Paşinyan’ın gerçekten özgürleşme, Batı ile daha dengeli bir dış politika izleme hayalleri kurup kuramayacağını daha net anlarız. Yine de bu genel kabul gören “Moskova Paşinyan’ı sıkıştırıyor” tezi çok da yanlış değil. Ermenistan’ın ekonomik darboğaz içinde olup, çözüm için Paris ve Berlin’e kaçamak bakışlar fırlattığı, Almanya’ya göz kırparak Rusya, İran, Fransa hattı dışındakilerle bağ kurmaya çalıştığı biliniyor. Yine de olay Türkiye’nin caydırıcılığının kanıtlandığı bir sahnede geçtiği için, Moskova’nın Ermenistan’ı ittirmesinin altında Türkiye’ye mesaj verme gailesi olduğunu düşünenler var.

Temmuz 2020 saldırısının BTC /Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hatlarının geçtiği Tovuz bölgesinde gerçekleşmesi, Eylül 2020 saldırısının Ankara ve Moskova arasında İdlib’de yaşanan sorunların kamuoyuna yansıdığı bir dönemde gerçekleşmesi gerçekten de Azerbaycan-Ermenistan meselesinin odağına Rusya-Türkiye ilişkisini oturtuyor. Moskova Ankara ile dostluk kurarak 2016 sonrasında Doğu Akdeniz-Suriye özelinde ABD’nin varlığını dengelemeyi başarmıştı. Ancak büyük güç oyunu oynamaya alışmış Rusya siyaset yapıcıları, Ankara’nın Rusya-Türkiye dostluğundaki otonom, dengeli, kendi çıkarını önceleyen tavrından çok hoşnut da değiller. Bu tavır ve UMH’ye Libya’da sağlanan destek Rusya’nın Libya stratejisini altüst etti. Rusya Afrika açılımını güçlendirme niyetinde, sözünü kabul ettirdiği Türkiye ile işe girişseydi Kremlin için her şey bir rüya gibi tatlı olabilirdi. Oysa Türkiye Afrika’nın bazı kilit ülkelerinde (Libya, Tunus, Cezayir, Nijerya, Somali, Sudan, Etiyopya vb) var ve varlığını da giderek sağlamlaştırıyor, yani Ankara başardıklarının ve başarabileceklerinin farkında olarak Rusya’ya da Washington’a söylediğini söylüyor: Ankara, kazanç ve otonomi olmayan pazarlıklar yapmayacak.

Küçük sopa diplomasisi

Türkiye ile doğalgaz ilişkisini de aynı karlı koşullarda sürdüremeyeceği mesajını alan Kremlin, Ankara’yı İdlib’de Türkiye-Rusya mutabakatını işlemez hale getirerek sıkıştırmak istiyordu. Aslında Rusya’nın Ankara’yı sıkıştırma hamlesinin önünü de ABD, Fırat’ın batısından çekilerek açmıştı. Biliyoruz ki bugün iki gücün Suriye’de ayrı ayrı cephelerde ve farklı şekillerde Rejim’e yönelik ve PKK’ya yönelik politikaları sadece birbirlerini dengelemeyi değil Türkiye’yi sıkıştırıp ürküterek, Ankara’yı kazanma hesabını içinde barındırıyor. Doğu Akdeniz’de kimi zaman Türkiye’nin Cumhurbaşkanını, kimi zaman bizzat Türkiye’nin ulusal çıkarlarını hedef alan çoğu propaganda, bir kısmı ise zorlayıcı olarak planlanan hamle de aynı siyasetin uzantısı. Oysa Türkiye sopa diplomasisinin işe yaradığı bir ülke değil; bunu Suriye’de, Irak’ta, Doğu Akdeniz’de, Adalar Denizi’nde ve Libya’da kanıtladı, kanıtlıyor. Bu durumun aslında farkında olan Moskova, büyük sopanın yerine eline daha küçük bir sopa alarak Türkiye’yi doğrudan tehdit etmek yerine Dağlık Karabağ sınırında yeni bir cephe açmaya zorlayarak sıkıştırmayı denedi.

Bugün geldiğimiz noktada, Moskova’nın bu denemesinin kendi adına başarısızlıkla sonuçlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu başarısızlığın temelde iki sebebi var: 1)- Moskova Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığını Dağlık Karabağ üzerinden tırmandırmayı seçtiğinde aslında kendi cesaretlendirmesinin sınırlarını da çizmiş oldu. Kremlin ne Ermenistan’ı ne de Azerbaycan’ı kaybetmeyi göze alabilir. Ermenistan Transkafkasya’da adeta Rusya’nın peyk devleti, dolayısıyla Moskova için bir değeri var. Ama Azerbaycan’ı kaybetmek hem de Akdeniz’deki rakiplerine, örneğin ABD’ye, İsrail’e hepsinden öte ve öncelikle Türkiye’ye kaybetmek, Moskova’nın asla isteyeceği bir sonuç değildir. Bu nedenle Ermenistan’ın saldırganlığını belirli sınırlarda tutacak, örneğin Nahcivan üzerinden cephenin genişlemesine izin vermeyecektir. Aksi bir stratejinin bedeli Kremlin için çok maliyetli olacaktır. 2)- Rusya saldırıların doğrudan petrol/doğal gaz boru hatlarını hedef almasına izin veremez. Bu, sadece Türkiye’yi cephe genişletmeye zorlamak anlamına gelmez ABD ve AB ülkelerinin enerji güvenliği üzerinden duruma müdahil olmaları anlamına gelir. Bu sınırların Ermenistan da farkında olmalı ki Azerbaycan’ın ilerleyişini durdurmak için Moskova’yı tavır almaya zorlamak adına gündüz düşleri görüyor. Önce Suriyeli cihatçılar hayal edildi, sonra nasıl olduysa kimse tarafından görünüp tespit edilemeyen F16’ların hayali belirdi. Büyük ihtimalle yarın Türkiye’nin gizemli bir şekilde cepheye sürdüğü “Van canavarının” hayali kurulacak. Türkiye, Azerbaycan’a her türlü destek vermeye hazır olduğunu ama cephede Azerbaycan’ın meşru müdafaa hakkını kendi kuvvetleri ile kullandığını duyurdu. Kısaca yeni bir strateji geliştirme inisiyatifi Ermenistan’da değil artık, Rusya hatasını ve hatasının bedelini kabul ederek Türkiye ile yeni bir pazarlığın penceresini açmak zorunda.

Bu adımı atmadan önce Moskova’nın başarısızlığının ikinci sebebini de söylememiz lazım. Aslında Kremlin Türkiye’ye karşı yeni cephe açma stratejisini geliştirirken Türkiye’nin caydırıcılığını zorlamayı amaçlıyordu. Bu amacı da Ankara’nın yetenekleriyle ilgili son zamanlarda bolca yazılıp çizilen iki efsaneye ya da yanılsamaya dayandırıyordu. İlk efsane, Ankara’nın yetişebileceğinden çok cepheli mücadele yürüttüğü miti. Gerçekten de Ankara yeni muharebe biçimleri (İHA/SİHA operasyonları, MİT operasyonları, Donanma gücü, sınır ötesi askeri hava ve kara operasyonları) ile Libya’da Fransa-Rusya-Hafter yanlılarını; Suriye’de ABD, Rusya/Rejim, İran, PKK ve Radikalleri; Doğu Akdeniz’de İsrail, Yunanistan, Mısır ve Fransa’yı; Kıbrıs’ta/Ege’de GKRY, Yunanistan, ABD’yi; Irak’ta PKK’yı; Afrika’da BAE’ni dengelemeyi başarıyor. 7. Cepheyi açamayacağını düşünenlere de 7. cephesinde de verdiği destekle başarıyla Rusya ve Ermenistan’ı dengelediğini gösterdi. Kimi uzmanlar Ankara’nın strateji literatürüne girebilecek derecede çoklu cephe mücadelesi verebildiğini kabul etmek gerektiğini, savunma sanayine yönelik talebin bu bakımdan tesadüf olmadığını söylüyor. Kısaca Moskova sadece Ankara’nın caydırıcılığını güçlendirmedi herhalde Türk İHA/SİHA pazarına bazı yeni müşteriler de kazandırdı.

İkinci efsane, Türkiye’nin “cash-strapped” yani sıcak paraya sıkışık bir ülke olduğu ve bu cephe yükünü kaldıramayacağıyla ilgili mit. Türk ekonomisinin döviz kuru üzerinden sınandığı bir gerçek. Bu konudaki ilk sınamayı yapanlardan biri olan ABD, o zaman daha Fırat’ın batısından çekilmemişti. Türkiye, sonrasında ekonomik ve finansal olarak sıkıştırılmasına rağmen 5-6 farklı cephede sahayı dönüştürücü/strateji bozucu hamle yaptı. Bu arada AB güney kanadı Türkiye üzerinden bölündü, Afrika’ya ve Balkanlara yardım ve iş diplomasisi üzerinden ulaşıldı, KKTC’nin ekonomik olarak ayakta kalması için gerekli tedbirler alındı, Avrupa ülkelerine dahi koronavirüs salgını esnasında tıbbi yardım yapıldı. Türkiye, sihirli bir iksir bulmuş değil elbette. Görmezden gelinen bir gerçek var; Ankara’nın 2016-2017 sonrası görünürlük kazanan dış politikası (örneğin Katar politikası, örneğin Mavi Vatan) kazancı ve getirisi olan politikalardır. Bu nedenle iki yanılsamayı temel alarak Türkiye’nin caydırıcılığını sınamak ABD’yi yanılgıya sürüklediği gibi, Fransa’yı yanılgıya sürüklediği gibi Rusya’yı da yanılgıya sürüklüyor: İdlib’de Ankara’yı daha çok sıkıştırmak için yola çıkan Moskova, İdlib’de Ankara’ya karşı baskısını sürdürürken Dağlık Karabağ’da Türkiye tarafından sıkıştırılıp yeni bir strateji geliştirmeye zorlanıyor.

Gelecek ne getirecek?

Rusya’nın hatasının farkına varıp Türkiye ile yeni bir pazarlık üzerinden cephelerde Ankara ile uzlaşmaya gitmesini bekleyebilir miyiz? Şüpheliyim, sonuçta Rusya ABD’den daha makul bir aktör olarak kimi zaman karşımıza çıktı ama sonuçta Kremlin “büyük güç” olmak istiyor ve gittikçe Türkiye’nin bir bölgesel güç olarak kabiliyetlerini fark ediyor. Rusya Ankara ile mücadelesini hibrit/melez çatışma ötesine de götüremeyeceğinin farkında. Sadece kendisinin daha karlı çıkacağı bir masayı hayal ediyor bunun için de Batı’nın Türkiye karşısında nasıl bir stratejiye yöneleceğini gözlüyor. ABD ve AB’nin Türkiye karşıtı söylemi belirli sınırların ötesine geçerse (bu yazı kaleme alınırken Türkiye’ye olası yaptırımların konuşulacağı AB zirvesi henüz gerçekleşmemişti) Ankara’yı tekrar masasında ağırlayacağı için sevinecektir. ABD’nin seçimlerle meşgul olması, Biden’ın saçmalamaları bu nedenle Kremlin’i memnun ediyor. Fakat masayı Türkiye’yi çok sıkıştırarak kurmaya çalışma hamlesi Karabağ’da işe yaramadı, tam tersi Türkiye’ye Kafkaslar’da yeni bir alan açtı.

Moskova, durup ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışırken Azerbaycan Dağlık Karabağ’da mümkün olduğunca ilerleyip, işgal altındaki stratejik noktaları kurtarmaya çalışacak. Bu kazanımlar Azerbaycan ve Türkiye’nin işlemediği görülen ve işgali zamana yaymak dışında bir başarısı olmayan Minsk grubunun ötesinde bir Dağlık Karabağ masası oluşturulmasının da şartı. Bu masada artık Türkiye’de olmalı. Nasıl ABD stratejik hesap hatasıyla Akdeniz’i Rusya’ya açtı, Rusya da yaptığı stratejik hata ile bölgeyi Türkiye’ye daha çok açtı. Artık bu gerçekle hem Rusya, hem Avrupa hem de İran ve İsrail baş etmek zorunda.

[email protected]