Yanlış yolda ilerlemek

Mehmet Akif Çeç / Yazar
24.11.2018

Modern-seküler uygarlığı aşabilmek ve sahih bir medeniyet inşa etmenin imkanlarını ortaya koyabilmek için, öncelikle Müslüman intelijansiyanın, zihinlerinin derinliklerine yerleşmiş olan ilerleme saplantısından kurtulması, insanlık ve medeniyet tarihini sahih bir epistemoloji ve tarih görüşüyle okumaya tabi tutması şarttır. 


Yanlış yolda ilerlemek

Yanlış yolda ne kadar ilerlerseniz ilerleyin, katettiğiniz mesafenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Sadece intelijansiyayı değil, neredeyse tüm toplum kesimlerini kapsayacak şekilde Müslüman zihne bir tümör gibi yerleşen “ilerleme” fikri, iki asırdır, alem-i islam’ın sürekli yanlış yolda ilerlemesine sebebiyet veren önemli hastalıklardan birini oluşturmaktadır. Modern zihnin üretmiş olduğu ilerleme kavramına yüklenen aşırı olumlayıcı anlamın cezbedici etkisi kadar; zıt anlamlısına yüklenen aşırı olumsuzlayıcı anlamın, aşırı olumlayıcı anlamı tahkim edici etkisi de ilerlemenin içselleştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır.  

İslam geleneğinin, kendi zihniyet dünyasında “terakki” diye bir sorunu olmamasına karşın; Renan ve ardıllarının iddialarına cevap yetiştirme gayretkeşliğiyle üretilen müdafaanameler, Müslümanların zihninde bir “terakki” sorunu meydana getirmiştir. Kuşkusuz çoğunluğu iyi niyet ve samimiyetle üretilen bu apolojist karşı-tezler, nihayetinde, İslam toplumunun seküler terakki kavramını dini argümanlarla yeniden üretmesi, içselleştirmesi ve hatta idealize etmesinde hayli etkili olmuştur. Renancılığın İslam düşüncesine verdiği zarar, bizzat ortaya koymuş olduğu tezlerin gücü ve etkisi ile değil; bu tezleri çürütmek üzere Müslümanların ürettiği karşı-tezlerin, reddiyelerin, müdafaanamelerin oluşturduğu zihinsel dönüşümün etkisi ile daha çok kendini göstermiştir. Renan savunmacılığının, İslam düşüncesine olumsuz etkisi Renan’ın ve Renancılığın kendisinden daha fazla olmuştur. “Gerçek terakki bizde” savunmasıyla başlayan süreç, Batı’nın terakkisine evrilmeyle son bulmuştur. 

Seküler bir tarih görüşü 

İlerleme kavramının, kullanım durumuna göre değişen ve zaman zaman da birbirine karışan fakat esasında birbirini tamamlayan iki boyutlu bir anlam içeriğine sahip olduğunu söylemek mümkündür. Biri; maddi ve sosyal dünyaya ait gelişmeleri, hedefleri, idealleri, beklentileri içine alan ve sözcüğün kendisini de büyüleyici hale getiren vülger boyut; diğeri; bir tarih görüşünü yansıtan felsefi boyut. İlerlemeyi, salt maddi hedeflerle, parıltılı bir dünya hayalleriyle sınırlamak ve arka planındaki tarih görüşünden bağımsız okumak mümkün değildir. İlerlemeci tarih görüşünün, her şeyden önce aydınlanma düşüncesinin seküler ve evrensel bir tarih inşa etme çabasının bir ürünü olduğunu ifade etmek gerekir. Tanrıyı tarihin dışına atan ve tarihi tanrıdan kopartan aydınlanma düşüncesinin/modern bilimin; varlığın, hayatın, insanın ve evrenin tarihine/menşeine dair, dini söylemin yerine ikame ettiği, tarihin en büyük hurafesi ve mitolojik öyküsünün adıdır ilerleme. Hurafe ve mitoloji kavramlarının aydınlanma rasyonalizmi ile yan yana düşmüş olmalarının oluşturduğu tenakuz, işin arka-planındaki eskatolojik boyuta hiç girmeksizin söylemek gerekirse, modernliğin ve ilerleme ideolojisinin, esasında, çok zayıf ve çelişkili temellendirmeler üzerine kurulan görkemli mega anlatılarını işaret etmesi bakımından kayda değerdir: Bir hücreyle başlayan canlının biyolojik serüveninin bugünkü mükemmel insana ulaştığı; aynı şekilde insanın “sapiens” evresinden itibaren en ilkel noktada başlayan uygarlık yolculuğunun da bugünkü modern Batı uygarlığına ulaşmış olduğu şeklindeki, pozitif bilimlerce, pozitif olmayan yöntemlerle üretilen bu mega söylence; tarihi, düz ve yatay bir çizgide, ilkelden mükemmele doğru ilerleyen ardışık seküler zaman dizimi olarak gören köksüz bir temellendirmenin ürünüdür. Bu anlayışa göre; zamanın geldiği son nokta, aynı zamanda insanlık tarihinin gelmiş olduğu en son, en ileri, en mükemmel uygarlık noktasını temsil etmekte yani modern Batı uygarlığını ifade etmektedir. Modern tarihi ayrıcalıklı, üstün ve seçkin bir konuma yerleştiren  Batı-merkezci, evrensel bir tarih inşası da böylelikle ortaya çıkmış olmaktadır. 

Müslümanların, modernitenin ürettiği “terakki” ve onunla illiyet bağı olan “geri kalma” kavramlarını bir değer olarak okumaları, iki asırdır olan biteni yanlış temellendirmelerine sebebiyet veren saiklerden biri olmuştur. Eğer doğru bir temellendirme üzerinden yola çıkılabilmiş olunsaydı, “İslam terakkiye manidir” diyenlere karşı yazılan reddiyelerin ilk cümlesi “hayır” diye değil, büyük bir özgüvenle “evet” diye başlayarak devam ediyor olmalıydı. “Evet, çünkü siz, kuraldışı ve kulvardışı bir yola saparak tüm insanlığı felakete sürükleyecek kadar çok fazla ileri gittiniz” (haddi aştınız). Bu cümleyi kurabilmek elbette sahih bir epistemoloji ve sahih bir tarih görüşüne sahip olmayı gerektiriyordu ve o günden bugüne Müslüman intelijansiyada olmayan şeylerden biri de zaten buydu. 

Teslimiyetçiliğin temelleri   

Kur’an, Müslümanlara; hayatın, varlığın, evrenin ve insanın menşeine dair ontolojik ve kozmolojik bir bakış/tarih görüşü sunmuş olmasına rağmen; seküler ilerlemeci tarih görüşü, iki asırlık süreç içerisinde Müslüman toplumun ve özellikle de Müslüman intelijansiyanın zihninde adeta bir “a priori” şeklinde yer edinmiştir. Seküler ilerleme düşüncesinin metafizik bir anlatı üzerinden kendini inşa etmesindeki çelişkinin, tersinden bir benzerini de, Müslüman düşüncesinin seküler ilerlemeyi içselleştirmesindeki çelişkide görmek mümkündür. Müslüman intelijansiya, ilerlemeyi yukarıda bahsettiğimiz birinci anlamı üzerinden okuyup, her iki anlamı da kapsayacak şekilde içselleştirmiştir. İçine düştüğü ilerlemeci tarih görüşü saplantısının, Müslüman intelijansiyanın zihninde teslimiyetçiliği şu önermeler üzerinden adım adım temellendirdiğini söyleyebilmek mümkündür: 1. İlkelden başlayıp, sürekli ilerleyerek devam eden tarihin, bugün geldiği noktada modern Batı uygarlığı, insanlığın ulaştığı en son, en ileri ve en mükemmel uygarlık düzeyini temsil etmektedir. Dolayısıyla bu uygarlığın üretmiş olduğu kurumlar, kavramlar, değerler, bilimsel ve zihinsel birikimler en ileri evrensel değerler ve birikimlerdir. 2. Müslümanlar bu medeniyet yarışında ilerleme sürecinin dışında kalarak yenilmişler ve tarihin dışına atılmışlardır. Tarih artık başka bir mecrada akmaktadır. Müslümanların bunu kabullenmekten ve bu duruma razı olmaktan başka çare ve seçenekleri kalmamıştır. 3. İlerlemenin gelmiş olduğu modern uygarlık seviyesinden artık geriye dönmek ya da tarihi/zamanı tersine çevirmek imkansızdır. Bu aşamadan sonra, eskiyi geri getirme ya da önceye dönme ihtimali sözkonusu değildir. Bundan dolayı da İslam medeniyetini artık geri getirme olasılığı yoktur. (Oysa, İslam geleneğinin, geriye dönmek, eskiyi geri getirmek gibi “gerici” bir yaklaşımı zaten yoktur, fakat ilerlemeci zihnin, İslam medeniyetinin yeniden inşası idealini her zaman bu perspektiften okuyor olması da içine düştüğü ilerlemeci bakış açısının bir neticesidir.) 4. Modern uygarlık tüm dünyayı çepeçevre saran bir fanus gibidir ve biz de, her şeyi kuşatan bu fanusun içindeyiz ve onun bir parçasıyız. Dolayısıyla bu fanusun/uygarlığın artık dışına çıkılamaz, buna karşı konulamaz, bundan kaçınılamaz ve vazgeçilemez. O halde, moderniteye tutulmak Müslüman için artık bir yazgıdır; yazgıya direnmek yerine teslim olmaktan başka seçenek yoktur. 5. İslam medeniyetinin yenilmişliğine ve dönüşü ve çıkışı olmayan bir yol olarak modern uygarlığın yenilmezliğine bağlı olarak; tarihin geldiği bu noktada, bundan sonra artık bir İslam medeniyetinin yeniden inşasının bütün tarihsel imkanları nihai olarak ortadan kalkmıştır. Böyle bir düşünce, çaba ve arayış içinde olmak artık anlamsız ve gereksizdir.  Dolayısıyla, tekrar birinci önermeye dönerek; en ileri evrensel uygarlık düzeyi olan modern Batı uygarlığını model alarak ve bütün dini argümanlarımızı da buna uyarlayarak yaşamımızı sürdürmek durumundayız. İşte bütün bunlar, ilerlemeci zihni, yenilmişlik psikolojisine ve teslimiyetçiliğe götüren ruh halinin ürettiği, “ilerleme sarmalı” adını koyabileceğimiz  temelsiz önermelerdir. Bütün önermelerin birbirini ürettiği ve son önermenin de tekrar başa dönerek ilk önermeyi ürettiği bu sarmalın içine girildiğinde, bir paradigma değişimi olmadan buradan çıkabilme imkanı yoktur yani bu durum tam bir zihinsel esaret halidir. Bu önermeler, Müslümanların, Müslüman olmalarının kendilerine yüklemiş olduğu bütün iddialardan, tezlerden, görevlerden, yükümlülüklerden vazgeçtiklerinin, kendi medeniyet paradigmalarından istifa edip bir başka uygarlığın paradigmasına intisap ettiklerinin deklarasyonu niteliğindedir. Müslümanları edilgen, teslimiyetçi ve tarihin nesnesi haline getiren bu ruh hali, Müslüman’ın yeryüzündeki ontolojik konumunu anlamsızlaştıran ve meşruiyetini ortadan kaldıran bir durumu işaret etmektedir. Dolayısıyla bu yolu ve bu çizgiyi benimseyenler, hiçbir zaman “İslami” olamaz. 

Dini zamana uyarlamak 

Zamanın gelmiş olduğu noktaya meşruiyet ve değer atfeden ve onu en ileri insanlık düzeyi sayan ilerlemeci zihin, doğal olarak, zamana uymayı da bir vecibe olarak görmektedir. Zamanın geldiği noktayı kutsamak ve onu meşruiyetin kaynağı olarak kabul etmek demek; dini, zamana uydurmayı ve uyarlamayı da bir zorunluluk olarak görme sonucunu doğuracaktır. Dini zamana/zamanın ruhuna uydurmak ilkesiyle yola çıkıldığında yapılacak iki şey vardır; dinin zamana uymadığı düşünülen kısımlarını atmak ve de başta kitap ve sünnet olmak üzere dinin tüm temel referanslarını, kaynaklarını, kavramlarını ve ilkelerini bugünün zihni, değerleri ve anlayışıyla, yeni bir yöntemle (seküler-modernist zihin ve yöntemler) yeniden bir okumaya tabi tutmak yani bir anlamda yapısöküm yapmak. İslam alemindeki modernistliği, ilerlemeciliği, tarihselciliği vs. ortaya çıkartan zihinsel süreç böyle oluşmaktadır. İlerleme bir veri, değer ve hedef olarak alındığında bu süreç ister istemez bu noktaya hatta daha uç boyutlara kadar ulaşabilmektedir. Bu dinin/geleneğin kendi dinamikleriyle kendini yenilediği tecditten apayrı bir durumdur, ihya değil ifsattır. İntelijansiyamızın sıkça kullandığı “dünyanın/çağın/zamanın geldiği bu noktada..” diye başlayan bütün cümleler, bütün önermeler sorunludur ve hepsi de ilerlemeci zihnin ürettiği cümlelerdir. Dünyanın/çağın geldiği tarihsel noktayı kutsayan, yaşanılan “an”ı ya da çağı kendinden öncekilere göre üstün ve ayrıcalıklı sayan bu yaklaşımın, İslami açıdan hiçbir ilkesel ve niteliksel karşılığı yoktur. İlerlemeyi ve moderniteyi bir “sorun” olarak okuyamayan ve aksine kendi toplumlarının bir “ilerleme sorunu” olduğuna inanan modernist Müslüman zihnin, İslam ümmeti adına sahih ve özgün gelecek tasavvurları üretebilmesinin imkan ve ihtimali yoktur. Dolayısıyla tüm modernist, ilerlemeci, sentezci yaklaşımların İslam tefekkürü açısından hiçbir özgünlüğü ve değeri yoktur. Gelenek öğretisinin dışına çıkmayı ve moderniteye eklemlenmeyi yeni ve özgün şeyler ortaya koymak zanneden, sahih İslami gelenek çizgisi üzerinden yeni şeyler söyleyebilmenin imkansızlığına koşullanan bu ilerlemeci-teslimiyetçi zihinlerin ürettiği bütün tez ve iddialar, ne söylediklerine bakılmaksızın, İslami paradigmal alanın dışındadır. 

Müslüman intelijansiyanın, kendisini zihinsel esarete, ümitsizliğe, çaresizliğe, teslimiyetçiliğe mahkum eden, zihinlerine bir virüs gibi yerleşmiş olan ilerlemeci tarih görüşü illetinden kurtulamadan, sahih, özgün bir İslami medeniyet paradigması inşa edebilme imkanı yoktur. Uygarlık tarihinin, sapiens denilen ve nereden türediği belli olmayan garip zoolojik bir varlıkla değil; konuşan, anlayan, anlatan, ilahi hitaba muhatap olan ve o hitabı neslinden gelen insanlara tebliğ eden, diyalektik ve retorik sahibi ilk insan ve ilk peygamberle başladığını bilen; tarihin düz (lineer) bir çizgi şeklinde ilerleyerek değil, iniş çıkışlarla, zikzaklarla dolu olduğunu, nice uygarlıkların zirvelere çıkıp sonra tekrar çöktüğünü, yıkılmaz zannedilen nice uygarlıkların tarihin karanlık sularına gömüldüğünü, her çıkışın bir de inişi olduğunu; tarihin seküler bir zamandiziminden ibaret olmayıp metafizik boyutları da içinde barındırdığını bilen Müslüman zihnin, modern uygarlığın aşılamaz nihai uygarlık olduğuna inanması mümkün değildir. Modern-seküler uygarlığı aşabilmek ve sahih bir medeniyet inşa etmenin imkanlarını ortaya koyabilmek için, öncelikle Müslüman intelijansiyanın, zihinlerinin derinliklerine yerleşmiş olan ilerleme saplantısından kurtulması ve insanlık ve medeniyet tarihini sahih bir epistemoloji ve tarih görüşüyle okumaya tabi tutması şarttır.   

[email protected]