Türkiye'nin de Baykar ve e-Devlet başarılarıyla gösterdiği bu yönlü kararlılık, yapay zekâyı sadece teknolojik bir yenilik değil, geleceğin stratejik gücü olarak konumlandırmanın ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. Çünkü masada oturanlar sadece insanlar değil, artık veriler ve onların algoritmik sesi de var.
Dr. Damla Taşkın/ Ankara Bilim Üniversitesi
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın "Yapay zekâ artık sosyal bilimcilerin de alanıdır" söylemi, uluslararası ilişkiler ve diplomasi alanında yeni bir dönemin başladığının resmidir. Bu teknolojik dönem yapay zekânın yalnızca mühendislik ve teknolojiyle sınırlı kalmayıp sosyal bilimleri, siyaset bilimini ve dış politikayı merkezine oturtuyor. Öyle ki bilinen klasik diplomasi, insan aklının, öngörülerin ve deneyimlerinin şekillendirdiği bir alan olurken, yakın gelecekte karar alma süreçlerinin merkezinde veri, algoritma ve yapay zekâ teknolojileri de kendine önemli bir yer edinerek söz sahibi olmaya başladı.
Türkiye'nin en üst diplomatik düzeyinden gelen bu çağrı, esasen küresel ölçekte yaşanan ve yaşanacak büyük bir dönüşümlerin habercisi. Çünkü yapay zekâ artık salt ulusal politikaların değil, küresel güç rekabetinin de tam merkezinde rol oynuyor. Bahse konu olan bu ciddi dönüşüm, yalnızca teknolojik bir devrimi değil, jeopolitik dengeleri ve eylem planlarını da yeniden şekillendiren bir güç mücadelesi olarak karşımıza çıkıyor. 1945'ten sonra Soğuk Savaşı'n getirdiği rekabet ortamında ABD, Çin ve Avrupa Birliği gibi küresel aktörler, 2000'li yıllardan itibaren teknoloji ve siber strateji rekabetine geçiş yaptı. Bu rekabet ortamında ise yapay zekâ teknolojilerine devasa yatırımlar yapılırken, Türkiye de bu rekabetin içinde bulunarak, kendi stratejik vizyonunu oluşturmak ve uygulamak konusunda son derece kararlı.
Bu işin ciddiyetini aslında rakamlar gösteriyor: Küresel rekabet bağlamında 2025 yılı itibarıyla ABD, yapay zekâ ve veri odaklı savunma teknolojilerine yaklaşık 30 milyar dolar bütçe ayırmış durumda. Diğer yandan Çin ise 2030 yılına kadar yapay zekâ sektöründe 150 milyar dolarlık bir ekosistem kurmayı ve küresel alanda lider olmayı hedefliyor. Buna karşın Avrupa Birliği ise hem etik standartları belirlemek hem de teknolojik yatırımlarını güçlendirmek için 2027'ye kadar 80 milyar euro yatırım planladığını aktarıyor. Türkiye ise TÜBİTAK, Savunma Sanayii Başkanlığı, üniversiteler, kamu ve özel sektör iş birliğiyle yapay zekâ destekli insansız sistemler ve veri analiz platformları geliştirmekte hızlı ve rasyonel ilerlemeler kaydediyor. Özellikle Baykar ve Aselsan gibi kuruluşlar, sahada karar destek sistemlerine yapay zekâ entegrasyonu ile bölgesel operasyonlarda yeni bir dönemin adımlarını atıyor.
Görüldüğü üzere yapay zekânın sadece ekonomik boyutta değil, stratejik bir güç unsuru olarak gelecek projeksiyonlarında kritik bir önem taşıdığı anlaşılıyor. Ayrıca veri üstünlüğü ve algoritmik karar mekanizmaları, devletlerin dış politika stratejilerinde görünmeyen fakat belirleyici ve yol gösterici bir misyon üstleniyor. Stanford Üniversitesi'nin AI Index başlıklı raporuna göre 2013-2024 arasında yapay zekâ alanında özel sektör tarafından yapılan yatırımlar ABD'de yaklaşık 471 milyar dolar, Çin'de 119 milyar dolar, Avrupa Birliği'nde 19,4 milyar dolar, Birleşik Krallık'ta 28,2 milyar dolar, Kanada'da 15,3 milyar dolar, İsrail'de 15 milyar dolar ve Hindistan'da 11,1 milyar dolar seviyelerinde yer alıyor. Türkiye'nin de bu küresel aktörler arasında başlayan AI girişimleri çevresinde önemli bir konum elde edebilmesi savunma, diplomasi ve dış politika konusunda stratejik adımlar atmasında faydalı olacaktır.
Zira modern diplomasi, artık sadece insan aklının ürünü olmakla kalmayıp, büyük veri analizi ve yapay zekâ destekli karar destek sistemlerinin etkisiyle de şekillenmeye başladı. Bu doğrultuda NATO'nun 2024 tarihli "AI Enabled Warfare"adlı raporu, yapay zekânın savaş ve barış durumlarında karar alma ve yürütme süreçlerini dönüştürdüğünü ortaya koyuyor. Bu durum, dijital diplomasinin devlet mekanizmalarındaki kullanımının ne derece arttığı gerçeğini gösteriyor. Bununla birlikte Türkiye'nin de İletişim Başkanlığı tarafından sosyal medya analizleri ve kamu diplomasisi alanlarında yapay zekâ araçları kullanarak bu teknolojik dönüşüme uyum sağlanıyor.
Fakat dikkat edilmesi gereken oldukça hassas durumlar da söz konusu. Teknolojik gelişim sürecinde yapay zekâ kullanımının yeni bir sistem olması, hızlı yaygınlaşması ve dijital okur yazarlık ve bilinç konusundaki durumlar, etik ve ahlaki sorunları, veri güvenliği ve algoritmik önyargılar gibi riskleri de kapımıza getiriyor. Belirgin risk ve tehditler uluslararası hukuku da ciddi bir biçimde harekete geçiriyor. Öyle ki Dünya tarihinde bir ilk olan AB Yapay Zekâ Yasası (AI Act), yapay zeka sistemlerini riske göre kategorize etmeyi başararak temel hakları korumayı amaçlayan bir emsali gerçekleşirdi. Yasa, özellikle yüksek riskli sistemlerin ayrımcılık ve önyargı yaratmamasını ve yönetmeliğe uygun hareket edilmesini zorunlu tutuyor.
Buna somut bir örnek olarak, Elon Musk'ın sahibi olduğu X (eski adıyla Twitter) platformuna entegre ettiği büyük dil modeli Grok AI verilebilir. Öyle ki Grok'un, eğitildiği X platformu verileri nedeniyle zaman zaman kutuplaştırıcı, önyargılı veya manipülatif çıktılar üretebilmesi, kullanıcıların etkileşimine açık olması, dezenformasyon içeren haberleri desteklemesi algoritmik önyargının ne denli tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor. Bu tür modeller, doğru olmayan bilgilerin algoritmik hızla yayılmasına yol açarak, toplumun hassas dengelerini ve huzurunu bozacak etkilere yol açabilmektedir. İşte bu noktada sosyal bilimcilerin ve hukukçuların yapacağı kritik ve titiz analizlere ve görüşlere ihtiyaç var.
Günümüzün teknoloji devleri küresel yapay zekâ rekabetinde son derece önemli aktörler olarak dikkat çekiyor. Başta ünlü bilim insanı Elon Musk'ın Neuralink, OpenAI ve Tesla gibi şirketleri, yapay zekâyı salt teknolojik bir ürün olarak değil, aynı zamanda diplomasi ve güvenlik alanlarında stratejik bir araç haline dönüştürdüğünü ilan ediyor. Örneğin Tesla'nın otonom sürüş teknolojileri, askeri lojistik ve sınır güvenliği alanlarında ABD'nin savunma sanayisi ile stratejik kapasitesini ciddi derecede artırıyor. Aynı zamanda hızlı ve geniş literatür sağlayarak olasılık tespiti ve projeksiyon çizen AI sayesinde özel sektörle kamu arasında güçlü sinerji kuruluyor ve bu da ABD'nin yapay zekâ diplomasisindeki avantajını pekiştiriyor.
Buna karşın ABD'ye rakip olarak beliren diğer önemli bir ülke daha var: Çin. İki ülke arasındaki 21. yüzyılın en önemli mücadelesi sürüyor: ABD ile Çin arasındaki süper güç rekabeti, şimdi yapay zekâ cephesinde devam ediyor. Teknolojik gücüyle bilinen Çin, "Yapay Zekâ 2.0" stratejisiyle sosyal kontrol ve dijital diplomasi alanlarında listenin en üst sırasında yer almaya çalışıyor. Fakat resim elbette tek boyutlu değil: 2024 verilerine göre, ABD'nin özel yapay zeka yatırımları 109,1 milyar dolara ulaşırken, Çin'in özel yatırımının 9,3 milyar dolarla sınırlı kalması, rekabetin farklı cephelerde ilerlediğini gösteriyor. Bu cephede Çin, hem teknolojik gücü hem de dijital altyapı ve veri hâkimiyeti ekseninde iletişim yönetişimi alanını kapsama çabasına sahip görülüyor. Çin'in çabaların somut sonucu olarak, 2025'in ilk yarısında Çin'de üretken yapay zeka kullananların sayısı iki kat artarak 515 milyona ulaştığı gösterilebilir. Üstelik Çinli şirket "DeepSeek"in ABD ambargolarına rağmen özelleştirilebilir, açık kaynaklı modellerini duyurması, bu dijital çekişme cephesinin ne kadar çetin olduğunu kanıtlıyor.
Türkiye ise bu iki süper gücün rekabeti arasında rasyonel kararlarla dengeli ve stratejik bir politika izleme misyonunu taşıyor. Zira Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında dijital altyapı yatırımları, Türkiye'nin bölgesel konumunu daha da güçlendirebilir ve yeni stratejik fırsatlar yaratabilir. Dolayısıyla Türkiye'nin hem yapay zekâ geliştirme ve uygulama hem de dijital altyapı entegrasyonunda bölgesel bir güç olma potansiyeli oldukça yüksek olacaktır. Nitelim bu potansiyel, Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi 2021-2025 hedefleriyle de somutlaştırılmış olup: 2025 yılının sonuna kadar yapay zekâ alanının GSYH'ye katkısı yüzde 5'e yükseltileceği ve çalışan istihdamını 50.000 kişiye çıkarılacağı aktarılmıştır. Esasen bu stratejik adımlar, Türkiye'nin sadece tüketici değil, üretici ve norm belirleyici olma iddiasını güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır.
Günümüz siber ekosisteminde dünya, giderek dijital vatandaşlık kimliği etrafında yeniden tanımlanan bir yaşam biçimine doğru dönüşüyor. Öyle ki artık kimlikler yalnızca fiziksel kimliklerle sınırlı kalmayıp dijital dünyada yeni bir vatandaşlık türü olarak dijital vatandaşlık kavramını ortaya çıkarıyor. 2000'li yılların sonunda hızlanan Blockchain tabanlı kimlik sistemleri, dijital pasaportlar ve dijital imzalar gibi yenilikler, son dönemlerde bireylerin uluslararası alanda dijital olarak yer almasına ve tanınmasına olanak sağlıyor. Dolayısıyla dijital kimlik kavramı aracılığıyla devletlerin vatandaşlarını küresel dijital ağlar içerisinde nasıl temsil ettiğini belirleyen ve yönlendiren yeni bir diplomasi aracı haline dönüşümü gerçekleşiyor. Bu gelişme, hem ulusal egemenliğin dijital boyutunu güçlendirirken hem de bireylerin insan hakları temelinde dijital haklarının da uluslararası hukukta yer edinmesini sağlıyor.
Dijital kimlik ve vatandaşlık konusunda Avrupa Birliği ülkeleri konunun çerçevelerini standartlaştırmaya çalışırken, Güney Kore ve Singapur gibi Asya ülkelerinde dijital vatandaşlık uygulamalarını kamu yönetiminin merkezine yerleştirmeyi uygun görüyor. Benzer şekilde Türkiye de bu küresel dönüşüm sürecinin dışında kalmayarak önemli uygulamalar ve yönetmelikler geliştirdi. Örneğin; e-Devlet kapısı, ulusal dijital kimlik projesi ve yapay zekâ destekli güvenlik sistemleriyle hem vatandaşlarını dijital dünyada tanınan ve korunan bir yapıya dahil edilmesini sağladı hem de diplomasinin kapsamında etkin olarak yer alması yolunda önemli adımlar attı. Bu minvalde yeni dijital kimlik sistemleri, diplomasi süreçlerine de entegre edilerek, sınır ötesi dijital ilişkilerin yönetilmesinde oldukça önemli katma değer yaratabilir.
Günümüz teknolojisinde ve toplum felsefesinde yapay zekâ uygulamaları, savunma sanayiden sağlığa, eğitimden lojistiğe, sanattan zanaate, politikadan güvenliğe kadar çok geniş alanda aktif olarak kullanılabiliyor. Özellikle savunma sanayide Baykar ve Aselsan gibi önemli firmaların geliştirdiği yapay zekâ destekli insansız hava araçları, hedef tespiti ve otonom navigasyonda kritik bir rol oynadığı belirtiliyor. Benzer şekilde siber güvenlikte ise yapay zekâ ağlardaki anomali tespiti ve saldırıların önlenmesi ve çözüm üretiminde önemli işlevler üstleniyor. Öte yandan dış politika alanında büyük veri analizi ve senaryo modelleme, risk analizlerini çeşitlendirip kolaylaştırırken; sosyal medya ve kamu diplomasisi faaliyetlerinde dezenformasyonla mücadele ve kamuoyu analizlerinde yapay zekâ vazgeçilmez bir misyona evriliyor. Buna ek olarak sağlık alanında kanser tanısı ve kişiselleştirilmiş tedavi planlaması, lojistikte otonom araçlar ve akıllı taşımacılık, eğitimde geliştirilmiş öğrenme metodları yapay zekânın en önemli uygulama alanları arasında bulunuyor.
Tüm bu çeşitlilik ağı içerisinde 5G ve 6G teknolojileri ve nesnelerin interneti (IoT) özellikle yapay zekânın daha etkin, hızlı ve kapsamlı kullanılmasını mümkün kılarak dijital dönüşümde stratejik bir avantaj sağlayacaktır. Nitekim Türkiye de bu teknolojilerin entegrasyonu; kamu hizmetlerinin dijitalleşmesinde, endüstriyel üretimde verimlilik artışında ve özellikle siber güvenlik altyapısının güçlendirilmesinde kritik öneme sahip olacaktır. Buna ek olarak, 6G ve IoT tabanlı yapay zekâ uygulamaları, Türkiye'nin bölgesel liderlik hedeflerine ulaşmasında da benzersiz fırsatlar ve üstünlük kazandırabilir.
Buna ek olarak, 6G ve IoT tabanlı yapay zekâ uygulamaları, stratejik avantajlar sağlasa da, şuan için yapay zekânın en büyük etkisi bireyler ve toplumlar üzerinde daha çok görülüyor. Örneğin, sağlıkta kişiye özel tedavi yöntemlerinin yaygınlaşması, yaşam kalitesini artırırken, iş gücü piyasasında otomasyonun artması yeni sosyal politikalar geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Sn. Fidan'ın da belirttiği gibi, Türkiye'nin sosyal bilimcilerinin bu dönüşümü derinlemesine kavrayarak çalışmalarını hızlandırması ve toplumsal etkileri kapsamlı şekilde analiz etmesi önemli katkılar sağlayacaktır.
Zira geleceğe yönelik projeksiyonlar geliştirdiğimizde yapay zekâ destekli uluslararası kriz erken uyarı sistemleri, diplomatik çözüm süreçlerini hızlandırabilecektir. Bu hız ise paralel olarak insani krizlerin önlenme ve müdahale etme aşamasında kritik rol oynayabilecektir. Çünkü Algoritmik diplomasi, veri destekli etkin iletişim ve aktif müzakere araçlarıyla karar alma süreçlerinde hız ve esneklik sağlayabilir.
Türkiye bu noktada etik yapay zekâ geliştirme ve uluslararası hukuka uygun geliştirilmiş yeni normlar oluşturarak dünyaya öncülük etme şansına sahip. Hatta kültürel diplomaside yapay zekâ, dil bariyerlerini aşan dijital platformlar ve sanal ortamlar uluslararası konjonktür içinde önemli fark yaratabilir. Ayrıca savunma sistemleri daha sofistike, anlık veri analizleri yapan otonom yapay zekâlarla gelişebilir ve uluslararası alanda lider pozisyona geçebilir.
Son birkaç yıl içinde, akıllı araçların internet aracılığıyla birbiri ile etkileşim ve eşgüdümü sağlayan Nesnelerin İnterneti (IoT) ve 6G teknolojileri yapay zekâ ile entegrasyonları sayesinde dijital dönüşüme büyük etki ediyor. Bu teknoloji kapsamında IoT cihazları, sensörler ve bağlantılı altyapılar; şehirlerin, fabrikaların ve tarımın akıllı bir düzeye geçilmesini sağlıyor. 6G teknolojisi ise ultra hızlı, düşük gecikmeli ve yüksek güvenlikli iletişim imkânı sunarak, hem gerçek zamanlı veri akışını düzenliyor hem de uzaklık farketmeksizin her yerden erişimi mümkün kılıyor.
Türkiye'nin de bahsi geçen 6G araştırmalarına erkenden yatırım yapması, dijital altyapılarını güçlendirmesi ve IoT ekosistemini geliştirmesi hem ekonomik hem de stratejik açıdan kritik bir adım olacaktır. Nitekim bu teknolojiler, diplomasi ve savunma alanında anlık veri analizi, otonom sistemlerin koordinasyonu ve kriz yönetimi için yeni ve etkili kapılar açıyor.
Yapay zekâ destekli siber saldırılar ve dezenformasyon kampanyaları teknolojinin gelişimiyle paralel olarak uluslararası arenada yeni tehdit unsurları olarak ortaya çıkıyor. Başta Deepfake teknolojisi olmak üzere yapay zekâ ile oluşturulan sahte içerikler kamuoyunu yanıltmak ve zarar vermek amacıyla kullanılıyor. Bu durumun oldukça riskli ve tehdit içeren güvenlik sorunsalına ve toplum huzurunu bozacak etkilere sahip olduğu görülüyor. Nitekim doğru olmayan ve olumsuz etki edecek paylaşımların yaratacağı toplumsal etki ve endişe, aynı zamanda uluslararası alanda da yanlış bir algıya yol açabilir. Bu minvalde Türkiye, hızlı bir şekilde yerli ve milli yazılımlar geliştirerek siber güvenlik kalkanını çeşitlendirip güçlendirilmelidir. Ayrıca kamu diplomasisi ve savunma alanında yapay zekâ destekli siber güvenlik sistemlerine yatırımı artırarak, denetimi güçlü bir yapılanma ile devlet-özel sektör iş birliğiyle bu alandaki kapasitesini yükselterek kullanıcılara yol göstermelidir.
Bu hususta sosyal bilimciler, teknolojik dönüşümün toplumsal, siyasal ve ekonomik etkilerini derinlemesine analiz etmeli, devlet kurumlarıyla yakın ve donanımlı şekilde iş birliği yapmalıdır. Türkiye'de üniversitelerde açılan yapay zekâ ve sosyal bilimler araştırma merkezleri, bu konuda katkılar sağlasa da; kullanıcıların profiline uygun olarak halk eğitim merkezleri ve e-devlet uygulamaları, kamu spotları üzerinden de bilgilendirme ve eğitimler sağlanmalıdır. Dolayısıyla toplumun her kesimine ulaşarak, bilgilendirme ve destekleme faaliyetleri etkin fayda yaratacaktır.
Son olarak, The Economist dergisinin yapay zekâ ve teknoloji konusundaki son kapak görseli detaylı incelendiğinde önümüzdeki yıllarda yapay zekâ ile diplomasi dönüşümün ne kadar kapsamlı ve derin olduğunu sembolize ettiği görülüyor. Zira kapakta yer alan dijital beyin, küresel ağlar ve algoritmik karmaşa, yapay zekânın hem potansiyelini hem de karmaşık doğasını simgeliyor olabilir. Bu semboller, yapay zekânın siber ekosistemde artık sadece bir araç değil, dış politika ve diplomasi alanında da stratejik bir aktör olduğuna işaret ediyor. Türkiye'nin de Baykar ve e-Devlet başarılarıyla gösterdiği bu yönlü kararlılık, yapay zekâyı sadece teknolojik bir yenilik değil, geleceğin stratejik gücü olarak konumlandırmanın ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. Çünkü masada oturanlar sadece insanlar değil, artık veriler ve onların algoritmik sesi de var.