Yargıtay ve Danıştay üyeliğine dair kadim yaygın yanlışlar

Doç. Dr. Uğur Yiğit
27.02.2016

Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin kazanılmış hak olduğu, kanunla da olsa bu görevin sona erdirilip, üyelerin ilk derece mahkemesine gönderilemeyeceği bilinen yaygın yanlışlardan. Anayasa’da Yargıtay ve Danıştay üyelerine kürsü hâkim ve savcıların sahip oldukları teminat dışında hak verilmediği, tersine kanunla üyeliklerinin sona erdirilmesine imkân verildiği görülmektedir.


Yargıtay ve Danıştay üyeliğine dair kadim yaygın yanlışlar

Doğruları peşinen söyleyelim ki Yargıtay ve Danıştay üyeliği, “yüksek hâkimlik” değildir. Hukukumuzda böyle bir statü yoktur. Hâkimlik mesleği yönünden Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile ilk derece mahkemelerinde görev yapan 1. sınıf hâkimler eşittir. Ayrıca kanun karşısında Yargıtay ve Danıştay üyeliği sıfatı kazanılmış bir hak teşkil etmez.

Şimdi gelelim gerekçesine. Bu konuya girmeden önce yargı camiasında yerleşik algı ve uygulamayı kısaca açıklayalım. Çok basit olarak hâkim ve savcılar, Yargıtay veya Danıştay üyeliğine seçildiğinde adeta albaylıktan generallere terfi etmiş gibi muamele görür ve “yüksek hâkim” farz edilirler. Bu algıya bağlı olarak Yargıtay ve Danıştay üyeliği kazanılmış hak olarak kabul edilir. Üye olduktan sonra ilk derece veya istinaf mahkemesine gönderilemeyeceğine inanılır ve bu yönde yapılacak kanuni düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olacağı ifade edilir.

De facto statü: Yüksek hâkim

“Yüksek Hâkimlik” Anayasa ve yasalarda düzenlenmeyen, sadece zihinlerde yerleşmiş hayali bir statüdür. 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu hâkimlik ve savcılık mesleğini; “üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf” olmak üzere dört sınıfa ayırmıştır. “Yüksek Hâkimlik” bir statü olarak düzenlenmemekle birlikte “Yüksek Hâkim” ibaresi yasalarımızda (2992 sayılı Adalet Bakanlığı Teşkilat Kanunu, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi Kanunu, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu) “yüksek hâkimlik tazminatı” olarak ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 67. maddesinde disiplin hükümleri arasında “yüksek hâkimlik vakar ve şerefi ile bağdaşmayan” şeklinde yer almaktadır.

‘Yüksek hâkimliğe’ dair yanlış algının asıl kaynağı ise yargı içi kurumsal görev ve ilişkinin, ‘yürütme organı’ daha doğrusu “idare” esas alınarak anlaşılması ve açıklanmasıdır. Bu nedenle yürütme/idare ve yargı arasındaki farkın ortaya konulmasına ihtiyaç vardır. Gerek idare, gerekse yargı kurumlar ve personelden oluşmakta, bunlar arasında bir sınıflandırma ve ilişki bulunmaktadır. Somutlaştırmak gerekirse; Sivil idarede kurumlar; büro, şube, daire, genel müdürlük ve müsteşarlık, personel ise; şef, şube müdürü, daire başkanı, genel müdür ve müsteşar olarak sıralanmıştır. Askerlikte kurumlar; takım, bölük, tabur, alay, tugay, tümen, kolordu ve ordu, personel ise; teğmen, üsteğmen, yüzbaşı, binbaşı, yarbay, albay, tuğgeneral, tümgeneral, korgeneral ve orgeneral. Yargıdan farklı olarak idarede işleyiş şu şekildedir. Kurum ve personel arasında küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya doğrusal bir bağlantı vardır. Bu nedenle üst rütbeli personel, alt kurumda yani genel müdür şubede ya da tuğgeneral bölükte görevlendirilemez. İşleyişe ilişkin diğer bir husus ise personel arasındadır. Üst derece/rütbedeki personelin astlarına emir verme, denetleme ve kararlarını değiştirme yetkisi vardır, tersi mümkün değildir. Bu nedenle bir daire başkanı, müsteşarın ya da teğmen generalin karar ve işlemlerini inceleyemez, denetleyemez veya bozamaz.

Yargının farklılığı

Yargıda kurumlar (mahkemeler); sulh, asliye ve ağır ceza, istinaf ve temyiz mahkemeleri olarak, personel (hâkim ve savcı) 3. sınıf, 2. sınıf. 1. sınıfa ayrılmış ve 1. sınıf olarak sıralanır. Yargının çalışma usulü yukarıda açıklanan idarenin işleyişinden iki yönden farklı özellik gösterir. Birinci fark; idareden farklı olarak yargıda kurumla kamu personeli arasındaki doğrusal ilişki yoktur. Ayrıca hâkimler arasındaki bu sınıf sistemi bir hiyerarşik astlık üstük anlamına da gelmez. Somutlaştırırsak, 1. sınıf hâkim herhangi bir mahkemede görevlendirebilir. Yahut da aynı adliye içerisinde 1.sınıf hâkim sulh mahkemesine, 3.sınıf hâkim ağır ceza mahkemesine atanabilir.  Buna bağlı olarak alt sınıftaki hâkim üst sınıfta yer alan hâkimin kararlarını denetleyebilir. Örneğin; sulh hâkimi mesleki kıdem açısından 1. sınıf, yaş haddine yaklaşmış, asliye hâkimi ise 2. veya 3. sınıf ya da asliye hâkimi mesleğinin son demlerinde ağır ceza üyeleri ise kur’a sonucu yeni göreve başlamış 3. sınıf hâkim olabilir, ancak bu durumda da idareden farklı olarak sulh hâkiminin kararını asliye hâkimi, asliye hâkimin kararını ise kur’adan henüz göreve başlamış ağır ceza üyesi iki hâkim üye inceleyip kararı bozabilir.

Buradan çıkan sonuç, özetle; hâkimlerin statüsü görev yaptığı mahkemeye göre değil, hâkimlik derecesine göre belirlenir. İstinaf veya temyiz (Yargıtay) hâkimi olarak görev yapıyor olmak ilk derece mahkemesinde görev yapan 1. sınıf hâkim ve savcılardan üstün olmak anlamına gelmez. Temyiz mahkemesi üyesi ile ilk derecedeki hâkim eşit statüye sahiptir. Mevcut durum böyle olmakla birlikte Yargıtay üyeliği ile ilk derece mahkemesi arasında hâkimlik sınıfı açısından ‘idareye’ benzer istisnai uygulama dönemi olmuştur. Bu dönem 2556 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nda 22.4.1982 tarih ve 2661 sayılı Kanun’la değişiklik yapılana kadar sürmüştür. Bu değişikliğe kadar ilk derece mahkeme hakimleri en fazla 1. sınıfa ayrılabiliyor ancak birinci sınıf olamıyordu. 1. sınıf olmak Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilmekle mümkündü. Dolayısıyla idarede olduğu gibi görev yapılan mahkeme ile hâkimlik sınıfı arasında hiyerarşik doğrusal bir ilişki vardı. 1982 yılında 2556 sayılı Kanun’da yapılan değişiklikle, Yargıtay veya Danıştay üyesi olmamasına daha doğrusu ilk derece mahkemesi hâkimi statüsünde olmasına karşın Adalet Bakanlığı Müsteşarı, müsteşar yardımcıları, genel müdürler ve teftiş kurulu başkanına 1. sınıf olma hakkı verilmiştir.

2802 sayılı Kanun’a 23/12/1988 tarihinde 351 sayılı KHK’nın 14. maddesiyle yapılan eklemeyle APK Başkanına da 1. sınıf olma hakkı verildi. En köklü değişiklik ise 25.6.1992 tarihinde 3825 sayılı Kanunla yapıldı. Bu kanunun 6.maddesiyle ilk derece de görev yapan tüm hâkim ve savcılar 1. sınıf olma hakkı elde ettiler. Böylelikle yargı, idarenin işleyişine ilişkin usullerden kurtularak kendi doğal yapısına uygun düzenlemelere ve yapıya kavuştu. Yine yaygın yanlış bilinen diğer bir husus da Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin kazanılmış hak olduğu kanunla da olsa bu görevin sona erdirilip, üyelerin ilk derece mahkemesine gönderilemeyeceğine ilişkindir. Oysa Anayasa incelendiğinde Yargıtay ve Danıştay üyelerine kürsü hâkim ve savcıların sahip oldukları teminat dışında bir hak verilmediği, tersine kanunla Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin sona erdirilmesine (dikkat: hâkimlik mesleğinin değil) imkân verildiği görülmektedir.

Nitekim Yargıtay’ı düzenleyen Anayasa’nın 154’üncü madde incelendiğinde; 1. fıkrada görev alanı, 2. fıkrada üye seçimi, 3. fıkrada birinci başkan ve daire başkanlarının seçimi, 4. fıkrada Başsavcı ve vekillerinin seçiminin düzenlendiği, son fıkrada ise “Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi, ... mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” demek suretiyle diğer hususların kanuna bırakıldığı görülmektedir. Anayasa’nın bu hükmünden anlaşılan Yargıtay üyeliğinin “idari tasarruflara” karşı güvenceli olmasıdır. Yani HSYK hakim ve savcıları üyeliğe atayabilir ancak üyeliği geri alamaz, sona erdiremez. Ancak bu güvence “kanuna” karşı geçerli değildir. Biraz sonra yargıya ilişkin bölümünün genel hükümler kısmını incelediğimizde göreceğimiz üzere, Anayasa’nın verdiği güvence mahkemede görev yapma güvencesi değil hâkimlik ve savcılık mesleğine sahip olma güvencesidir. 154’üncü maddenin son fıkrasının atıf yaptığı  “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı”na ilişkin maddeler incelendiğinde bu husus açıklığa kavuşmaktadır. “Hâkimlik ve savcılık teminatı” başlıklı 139. maddede “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır” denilmektedir. Bu madde genel hükümler kısmında yer aldığına göre, ilk derece hâkim ve savcılarına uygulandığı gibi Yargıtay/Danıştay üyelerine de uygulanır.

Kadro artırma yetkisi

TBMM’nin kanunla Yargıtay ve Danıştay’ın kadro sayısını arttırması gibi azaltma yetkisi de vardır. Yargıtay ve Danıştay’a ilişkin 154 ve 155. maddelerde bunu yasaklayan ya da üyeliğin sona erme halini düzenleyen özel bir hüküm yoktur. İlgili maddeler bu konuda 139. maddeye atıf yapmıştır. Dolayısıyla kanunla 14 Şubat 2011’e kadar 250 olan üye sayısını yüzde 106’nın üzerinde artırarak 12.12.2014 tarihinde 516’ya çıkaran Meclis aynı şekilde kadro sayısını istinaf mahkemelerinin faaliyete başlamasını dikkate alarak, ihtiyaca uygun şekilde 80’e düşürebilir.

Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin kazanılmış hak teşkil etmediğinin sağlamasını şu ihtimal dahilinde de yapmak mümkündür. Malum, 2010 HSYK’sı henüz emeklilik hakkını kazanmamış 40 yaşındaki hâkim ve savcıları Yargıtay ve Danıştay’a üye olarak “seçti”. Bu durumdaki birinin üyelikten istifa edip daha sonra mesleğe geri dönmek istemesi durumunda başvuracağı yer doğal olarak Yargıtay ve Danıştay değil HSYK olacaktır. Yargıtay ve Danıştay’ın mesleğe kabul etme yetkisi yoktur. İlgili HSYK’ya başvurduğunda HSYK’nın yapacağı işlem bu kişinin hâkimlik mesleği olarak hangi sınıfta olduğuna bakmak olacaktır. Yargıtay üyeliğinden istifa ettiğine göre 1.sınıf hâkim olması sebebiyle, 2802 sy. Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun (1) Sayılı Cetvel’de 1.sınıf hâkimlerin karşısında gösterilen görevlerden birine atanacaktır. Bu ihtimalde, Yargıtay ve Danıştay üyeliğinin ayrı bir statü olmadığını, 1.sınıf hâkim ve savcı olarak değerlendirileceğini ve son olarak kazanılmış hak teşkil etmediğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bütün bu açıklamalardan sonra yapılması gereken diğer bir düzenleme, “Yargıda ortak etik kodlar ve işleyişin” sağlanmasıdır. Bu doğrultuda Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında değişiklik yapılarak üyeler hakkında disiplin düzenlenmesi ve bu konudaki yetkinin de HSYK’ya verilmesidir. Bu yönde düzenlemeler yapılmasıyla birlikte, yargı; hem ilk derece mahkemeleri arasında hâkim ve savcı dağılımı yönünden sağlıklı yargı düzenine sahip ülkelerdeki yapıya kavuşacak hem de 1961 Anayasa’sı ile yargıda yüksek mahkemeler eliyle oluşturulan “Yargıda vesayet ve Yargı vesayeti” düzeni yerine demokratik toplumlarda olduğu gibi sağlıklı bir yargı sistemi hayata geçirilmiş olacaktır.