Yaşam tarzı tekeli ve mahrem alan

SAİT MÜRSEL ÇEŞİTCİOĞLU Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi
9.11.2013

Üniversitelerin ilk yılı öğrenciler arası sınıfsal farklılıkların kabak gibi gün yüzüne çıktığı bir dönemdir. Ergenlikten yetişkinliğe adım attığını tescillemek isteyen gençler bütün sahne ışıklarının kendi üzerlerine yandığını zanneder. Ben de böyle günlerin birinde hazırlık sınıfına yeni başlamış, çok şık ve diksiyonu düzgün bir genç kızla tanıştım. Ankara’nın seçkin muhitlerinde geçen çocukluğunu bana anlatıyor; ara ara da makarna-kömür üzerinden seçim sonuçlarını analiz ederek, politik bilgi birikiminin derinliğini(!) gösteriyordu.


Yaşam tarzı tekeli ve mahrem alan

Oda arkadaşı Cansu ise bir tanıdığım çıkmış, onun hakkında konuşmaya başlamıştık. “O çok mutaassıp bir kız” diyerek başladı sözlerine. Şaşırmıştım, çünkü doğru kişiden bahsediyorsak öyle değildi. “Düşünsene, yurtdışından getirdiğim şarabı kız içmedi, hem de bana ‘odada alkol bulundurmak kurallara aykırı’ diye kızdı. Sanırım biraz dinci.” diye devam etti konuşmasına. Oysa benim tanıdığım Cansu, onun sandığının aksine son derece sekülerist biriydi ve seküler hayat tarzının korunması için siyasi bildiriler dağıtacak kadar da bunun bilincindeydi. Hatta Çağdaş Yaşam bursuyla zar zor okumaktaydı . Evet evet, doğru kişiden bahsediyorduk. “Şarap içmediği için dinci olarak gördüğü” kişi ortak arkadaşımızdı. Sosyo-ekonomik sınıfları farklı ama dünya görüşleri aslında benzer olan bu iki kızın ön yargıyla birbirlerini yanlış anlamalarına sebep ise, yurtta odaya getirilen şarabın içilmesine karşı çıkılması olacaktı. Böylelikle laikçi, Kemalist kimliğiyle bilinen Cansu; Ankara burjuvazisinden gelen yine laikçi, ulusalcı genç kızın getirttiği o şaraptan içmediği ve yurt kuralını hatırlattığı için bir anda “dinci” görülüverecekti.

 

Bu ibretlik vakıa, aslında gündelik yaşamda buram buram hissedilen “yaşam tarzı tekeli”nin olağan örneklerinden biri. Bu tekelin adı kimi zaman bir davete çağrıldığınızda alkolsüz içecek konulmaması saygısızlığını da doğuran alkol fetişizmi, kimi zaman başörtüsü yasağı, kimi zaman Kürtçe konuşamamak oluyor. 

Söz konusu öyle bir tekel ki; öpüşen bir başörtülü görmek, Şafak Pavey gibi bir zamanların kadın hakları aktivistine “error” verdiriyor.  İktidar partisinden bir vekil kürsüye çıkıp: “2005’ten beri herkes herkesle rahatça cinsel münasebet kurabiliyorsa 2005/5349 sayılı kanunla bunu Erdoğan’a borçlusunuz, yatakta Erdoğan’ı hatırlayın” dese; herhalde o vekilin kibir ve kabalığı mizah dergilerinin kapaklarını süsler, Zaytung son dakika olarak geçerdi. Ancak Pavey’e göre bir kız sevgilisiyle öpüşüyorsa bunu Atatürk’e borçlu. 

Türkçesi, bir kızı öptüğünüzde aklınıza Atatürk’ün gelmesi, sarıldığınızda ise İnönü’ye minnettarlık duymak gibi uzunca bir alacaklı listesi sizi bekliyor. Öte yandan seçkin üniversiteleri kazanan Kürt, Zaza, Arap kökenli öğrencilerin bırakın kendi anadillerini özgürce konuşabilmesini; o çocukların aksanları bile otorite bir tarih profesörüne kısa devre yaptırabiliyor, “Siz daha Türkçe konuşamıyorsunuz, Güneydoğu’dan buralara kopya çekerek geliyorsunuz” diye ithamlar peşi sıra ekleniyor. Hepsi bu kadar mı peki? Hayır. Sınavlara hazırlanan kardeşimin tencere-tava gürültüsü eşliğinde komşularımızca motive edildiği Haziran isyanları ve sabahın 4’ünde evimin önünden 10. Yıl Marşı ile geçebilen direnişçi kitleler, Kürtçe şarkı söylemek istedi diye Ahmet Kaya’yı ülkeden sürenler, girdikleri her ortamda sanki herkes kendileriyle aynı fikirdeymiş gibi rahatça alay eden/yargılayan ama en ufak eleştiriye tahammülsüz ve şımarık, genç ‘Robespierre’ler... “Üniversiteler bizimdir” diye isyan bayrakları açan ama kampüsteki her seçimi Anadolulu muhafazakar gençlere kaptırarak demokrasiyi ve o kampüsteki kitleleri hep tiye alan popüler ODTÜlüler, başörtülü kıza “Bilgisayar mühendisi olabilirsin ama şirketimizdeki başörtülüler sadece şuradaki hizmetli teyzeler” deme küstahlığını gösteren ünlü teknoloji firması...

Halloween’da en güzel resimlerini instagram’da paylaşan ve herkesin cadılar bayramını kutlayan insanların Ramazan Bayramı’nda “Ramazan”lı bir tebrik yazmayı sanki şeriat alameti sayması, vejeteryan hassasiyetleri dahi olmadığı halde Kurban Bayramı’nda İslamofobikliğin dibine vurup onca fakire,mazluma et dağıtmayı bile aşağılayanlar, milyonlarca insanın kestiği kurbanın derisini daha geçen yıla kadar Deli Dumrul gibi toplayan kurumlar, düne kadar havalimanlarında mütedeyyin aileleri görmeye bile tahammül edemeyenler, bale kurslarına istedikleri yaşta çocuklar gidebiliyorken bir çocuğun camide Kur’an öğrenmesini bile “o velet daha liseye geçmedi” diye yasaklayabilenler, sınıflara astıkları cumhuriyet öncesi-sonrası kadın figürleriyle ülkedeki kadınların en az yüzde 61’ini aşağılayabilen kompleksli eğitim ordusu,basit bir futbol takımındaki seçimlerden bile laiklik krizi çıkarmayı başarabilenler...

Nedense yaşam tarzı kaygıları hep bu vb. kitlelere özel bir ayrıcalıktı. Çünkü siyasi iradenin merkezi Ankara Ulus’a geçmişte girmeleri dahi yasak olan köylülerin torunları, bu ideolojik soslarla bezenmiş ama özünde sınıfsal olan yaşam tarzı tekeline 21.yy gerçeklikleri içinde dur demeye kalkıştı. Neden mi?

Anlaşıldı ki, Harvard’da HDS 2167 ders koduyla “Women, Spirituality and Peace” gibi temel bir dersi başörtülü bir profesör veriyor, tıpkı Belçika’daki gibi TBMM’de de başörtülü vekiller olunca laiklik elden gitmiyor. Ciwan Haco, Şivan Perwer dinleyince ülke bölünmüyor; Artık biliniyor ki, Orhan Pamuk’u tebrik etmeyi Sezer reddetmiş de olsa da Nobel ödüllü Pamuk bu ülkenin bir değeri. Beynimize bir marangoz tavrıyla okullarda kazınan tek parti dönemi icraatları hiç de sanıldığı gibi güllük gülistanlık değil. Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusu, izleyiciler arasındaki Sümeyye Erdoğan’a sahneden terbiyesiz bir hareket çekse bile, mütedeyyin insanlar da her insan gibi sanatsal bir zevkle tiyatrolara gidiyor. Sokak köftecisi, çiğ köfteci, kapıcı olunca daha makbul görülen Kürtler şimdi metropollerdeki lüks otellerin ve restoranlarının işletmecisi. Çünkü yıllardır sosyo-ekonomik bir mücadele verdiler. 

Bu arada ilginç şeyler de olmadı değil yerkürede. Başkan Bush’un kızının 21 yaşından önce alkol satın almak suçundan gözaltında tutulup ceza aldığına şahit olduk. Dünya’daki alkol tüketim ve satışında ultra sınırlamaları Tekel gibi bir yapı özelleştirilince fark edebildik. En basitinden İsviçre’de saat 22.00 ile sabah 06.00 arasında alkol satışının yasak olduğunu, Fransa dahil AB ülkelerinde kamuya açık alanlarda belli saatlerde içki içmenin bile parasal yaptırım barındırdığını ve hatta tüm AB’de alkolün reklamının bile “kamu sağlığının korunması” için çok katı sınırlamalara tabi olduğunu.

Mahrem alan ve bireysel tercihler

Bugünlerde ise “kızlı-erkekli ev” tartışması ile “yaşam tarzı krizi” yeniden gündemde. Ancak bu sefer ucube bir anayasanın 58.maddesi gerekçe gösterilerek, “illegallik” üzerinden dillendirilen tartışma reel zemininden iyice çıkmış durumda. Yeni anayasanın eşitlik maddesi gerekçesinde eşcinsellerin ötekileştirilmesini engelleyen metni onaylamış, meşhur zina maddesini TCK’dan kaldırmış reformist bir siyasal iktidarın an itibariyle kızlı-erkekli illegal apart evleri gündemine alması bir bakıma ülkedeki gerçek yaşam tarzı tekelinin üstünü örttü. Özellikle memlekette siyasi ve sosyolojik olarak büyük bir değişim yaşanırken geçmişten gelen endişeleri besler bir tavırla, gerekçesiz ve muğlak söylemler yüzünden ülkenin demokratik dönüşümünün doğal mecrasından çıkarılması gibi bir riskle karşı karşıyayız. Elbette işgüzar bazı yerel yöneticileri de ansızın harekete geçiren böyle bir eğilim ve  “mahremiyet”i es geçen bir istismara açık bu hamle, yeni Türkiye’de geniş kitlelerce kabul edilebilir değil. Çünkü yeni Türkiye yeni bir devlet aygıtından çok, yeni bir toplumu karşılıyor. İşte bu yüzden tek parti döneminden beri her kesimin canını yakmış başöğretmen felsefesinin kırıntıları bile rahatsız edici gelebilmektedir.

Evet aile kurumu çürüyor, evet pek çok şehirde günlük kiralık evler üzerinden öğrenciler para karşılığı periyodik olarak bedenini satıyor, illegal apart evlerin sahipleri kanunu dolanıp yurt işletmeciliğinde merdiven altı bir sistem yürütüyor, boşanma oranları artıyor ama bir toplumun ahlakı bu tarz siyasi hamlelerle korunamaz. Zira tavandan geldiği için ters teper. Sağlıklı bir gelişim arzulanıyorsa, ahlaki tekamül sivil toplumu ilgilendirir ve önü açılması, teşvik edilmesi gereken sivil toplumdur.

[email protected]