Yassıada cehennemi

Merve Şebnem Oruç / Gazeteci, Yazar
22.05.2021

Yassıada yargılamalarının tek şehitleri seçilmiş merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan değildi. Neredeyse hiç konuşmadığımız, unutturulduğumuz bir gerçek: Yassıada'ya götürülen kurbanlardan 10 milletvekili ve bürokrat, işkence sonucu hayatını kaybetti.


Yassıada cehennemi

"19 Eylül'de ailesinden haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane'deki Adli Tıbba götürmüşler. Zakar Bey'in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. Gazeteleri annesinden sakladık, oğlunun ölüm haberini okumasın diye. 'Asker gazeteleri yasakladı' dedik. Sonra duyunca annesi yıkıldı, çok acı çekti."

Tarver'in bir yakını

27 yıllık tek parti diktasından sonra, Türkiye'nin demokratik yollarla seçilmiş ilk iktidarına karşı yapılan 27 Mayıs 1960 darbesi, Cumhuriyet döneminin trajik darbeler tarihinin miladı olurken sadece Demokrat Parti iktidarına son vermedi; vicdansız bir tiyatro olduğu diğer ülkelerin büyükelçiliklerince bile dile getirilmiş Yassıada yargılamalarının tek şehitleri seçilmiş merhum Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan değildi.

Şehit 10 vekil

Neredeyse hiç konuşmadığımız, unutturulduğumuz bir gerçek: Yassıada'ya götürülen kurbanlardan 10 milletvekili ve bürokrat işkence sonucu hayatını kaybetti.

Bunlardan biri Zakar Tarver'di. Tarver, 1954-1957 ve 1957-1960 dönemlerinde Demokrat Parti'den İstanbul milletvekili seçilmişti. Asıl adı Rupen Zakar Zakaryan olan, fakat Soyadı Kanunu çıktıktan sonra adını değiştirmek zorunda kalan Ermeni milletvekili Zakar Tarver, radyoloji alanında uzman doktordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmıştı. Rusya'nın Anadolu'ya saldığı Taşnaklara karşı verilen mücadelede, doğrusu şu ki, Osmanlı ordusunda savaşan pek çok Ermeni er, amele taburlarında hayatını kaybetmişti.

Doktor Tarver, 48 yaşında olmasına rağmen, İkinci Dünya Savaşı'nda da, tek parti döneminin ayrımcı "Yirmi Kur'a Nafia Askerliği" kapsamında, 27-40 yaş arası gayrimüslimlerin askere çağrıldığı, ancak "ihtiyatlı olmak adına" silah verilmeksizin yol, köprü, tünel inşaatlarında çalıştırıldığı amele taburuna alınmıştı. Ödeyemeyenlerin kendini Aşkale'deki kamplarda bulduğu, gayrimüslimlere yönelik Varlık Vergisi uygulamasından da nasibini alan Tarver'in, diğer pek çok gayrimüslim gibi neden Demokrat Parti'yi seçtiğini herhalde anlayabiliriz.

Nasyonalist çizgi

Filmi biraz geri sararsak, İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, İkinci Dünya Savaşı'nın ekonomik etkilerine karşı alınan Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942'de çıkarılmış; ancak Başbakan Saracoğlu, daha 5 Ağustos 1942'de okuduğu hükûmet programında "Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidi," diyerek CHP'nin nasyonalist yüzünü bir kez daha göstermişti.

"Milli Şef" İnönü ise TBMM' de 1 Kasım 1942 tarihinde yaptığı konuşmasında, "Bulanık zamanı, bir daha ele geçmez fırsat sayan batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret metaı yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar... Büyük bir milletin bütün bir hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadır. Üç, beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanların vatana karşı aşikar olan zararlarını gidermek yolu elbette vardır... Ticaretin ve iktisadi faaliyetlerin serbestliğini bahane ederek milleti soymak hakkını hiç kimseye, hiçbir zümreye tanımamalıyız," sözleriyle Varlık Vergisi'ne karşı çıkılmasının önünü almıştı.

12 Eylül 1942'de İstanbul defterdarlığı görevine atanan Fatih Ökte Demokrat Parti İktidara gelince 1951'de anlatabildiğinde anılarında, Maliye Bakanlığı'nın Müslümanların M, gayrımüslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlendiği bir cetvel hazırlandığını, buna göre gayrimüslimlere acımasız bir ayrımcılık yapıldığını aktarmış; bunun üzerine sadık CHP medyası tarafından linç edilmişti. Yani, İkinci Dünya Savaşı'nda ibre "Müttefik Devletler"e dönene kadar Almanya'nın zırh kaplamaları ve zırh delici mermileri gibi silah üretimini sağlayabilmesi için olmazsa olmaz bir maden olan kromu Almanya'ya ihraç etmeyi sürdürmüş olan CHP, bildiğiniz gibi, "sözüm ona" savaşa katılmamıştır. Ancak pek çok Yahudi, "En azından bizi Hitler'e vermedi," diyerek İnönü diktasının tüm ayrımcılıklarına katlanmıştı. Savaş sona ererken mecburen "demokratikleşmek", bunun içinde "çok partili sistem"e geçmek zorunda kalan rejim, önce 1946'da "açık oy, kapalı sayım" gibi birçok usulsüzlükle iktidarda kalmayı başarmış; ancak 1950'de ezici bir çoğunlukla yönetimi Demokrat Parti'ye kaptırmış ve bir daha asla tek başına iktidar olamamıştı.

İşte Demokrat Parti'nin gayrimüslim vekillerinden biri olan Tarver, darbenin ardından, pencereleri gazetelerle kapatılmış, her gün Demokrat Partilileri, bürokratları, gazetecileri Yassıada'ya taşıyan bir vapura bindirilmiş, vapurdan inerken bir subay tarafından ayağına çelme takılarak düşürülmüş, üstüne bir de darp edilmiş ve Yassıada'da katledilenlerden biri olarak, resmi tarihe olmasa da "utanç tarihi"mize geçmişti. Zira ölüm nedeni resmi kayıtlara "kalp krizi" olarak kaydedilmişti.

Başından yaralandı

Ahmet Yaşar Akkaya "Menderes ve Azınlıklar" kitabında, Yassıada'ya götürülen tutukluların başında gelen Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın torunu Prof. Emine Gürsoy Naskali'den yaptığı alıntıyla, Yassıada'da yaşananları şu sözlerle aktarıyor: "O yıl ben 10 yaşındaydım. İzmir'de annem, anneannem ve kız kardeşlerimle ev hapsindeydim. Darbeden sonra, davalar başlayana kadar hiç kimseyle temasımız olamadı, o sebeple Zakar Bey'in cenazesine katılamadım. Zakar Bey'in, Yassıada'ya götürülürken gemiye bineceği veya gemiden ineceği sırada görevli subay tarafından itilip düşürüldüğü, başını çarptığı ve darp edildiği anlatıldı. Ölümüne bu hadise sebep olmuş. Beyin kanaması olmuş, revire kaldırılmış. Bu olayı ben annemden dinledim. 'Öyle olduğunu nasıl kanıtlarız, bunu anlatacak şahidimiz var mı?' diye sormuştum anneme. Zakar Bey'le birlikte Yassıada'ya götürülenler hadiseyi o yıllarda bu şekilde anlatmışlar. Yani oradakilerin hepsi şahit. Aynı grup içinde bulunanlar görmüşler ve hadiseyi böyle anlatmışlar."

Binlerce kişinin katıldığı Tarver'in cenazesi, bir tür darbe karşıtı sessiz gösteri anlamına geldiği için, gazetelerde haber dahi olmamıştı. Ama o günlerde zaten darbenin hazırlanma sürecinde rol oynayan Ulus gibi gazeteler, Akis gibi dergiler "öğrenci olayları sırasında güya öldürülen gençlerin Et ve Balık Kurumu'nun buzluklarına atıldığını, kıyma makinalarından geçirilip Konya asfaltının altına saklandığını" yazmakla meşguldüler.

Ne yazık ki, Tarver'i, Yassıada yargılama tiyatrosunda Demokrat Partililere yönelik "6-7 Eylül Olayları" davasında mağdur olan bir gayrimüslim olmak da kurtaramamıştı. Hatta belki de katledilenlerden biri olmasının sebebi buydu. 6-7 Eylül davası için, Menderes haklı bir şekilde "Yunan mahkemesinin kararlarına göre yargılama yapıyorsunuz," diyordu. Çok haklıydı; zira en azından 1950'lerin ikinci yarısında örgütü genişletmeye başladıkları "Dokuz Şubat Olayı" ile sabit, ki bazı kaynaklarda CHP'lilerin ezanın özüne döndürülmesiyle kurgulamaya başladıkları aktarılan darbenin, planlayıcılarından biri olan Faruk Güventürk'ün kod adının, adeta 6-7 Eylül olaylarının arkasında kimlerin olduğunu gösterircesine, "Makarios" olduğunu cuntanın en baştaki isimlerinden Cemal Madanoğlu bizzat kendi ağzıyla söylüyordu.

Ağır işkence izleri

27 Mayıs darbesi öncesinde İstanbul Emniyet Müdürü olan Faruk Oktay'ın oğlu olan psikolog H. Emre Oktay ise Demokrat Parti yanlısı olduğu gerekçesiyle tutuklanan babasının ölüm haberinin, ölümünden ancak 11 gün sonra kendilerine ulaştırıldığını aktarıyor. 27 Mayıs günü Nişantaşı'ndaki apartmanlarının önüne babasını almaya, üzerinde bir top olan tank ve iki askeri kamyon dolusu askerle gelen, tankın topunu evlerinin penceresine çevirirken apartmanın etrafını saran askerler, Faruk Oktay'ı önce Davutpaşa Kışlası'na götürüyor.

Faruk Oktay ağır kalp hastası... Düzenli alması gereken ilaçlar var. Ancak genç bir subayın eline vurarak ilaçlarını yere attığı, "Burası hastane mi? Defol git!" dediği aktarılıyor. Oktay'ın tutuklanmasından dört ay sonra gelen telefonda ise sadece, "Kocanız öldü, cesedini Kasımpaşa Deniz Hastanesi morguna gönderdik, oradan alın" diyorlar. Emre Oktay'ın abisi, babalarının cenazesini almak için hastaneye gittiğinde Oktay'ın göğsünde kocaman bir yara görüyor. Yassıada'nın bir başka mahkûmu İstanbul Eski Valisi Ethem Yetkiner de şunu aktarıyor: "Hamama gittik, Faruk Oktay'ın vücudundaki yaraları görünce şaşkına döndük" diyor. Yani çok ağır dövmüş ve döverek öldürmüşler Oktay'ı.

Faruk Oktay, binlerce öğrencinin öldürülüp, kıyma makinalarında öğütüldükten sonra asfalt yapımında kullanıldığı iftirasına uğrayanlardan biriydi. Emre Oktay, babasının sorgu sırasında bu iftiraları kabul etmediği için işkenceye maruz kaldığını söylüyor:

"Babama adadaki sorgusunda "Ölüler nerde?" diye soruyorlar. Babam da "Hangi ölüler?" diyor. 28 Nisan'da Beyazıt'ta çıkan olaylarda sadece iki kişi ölmüş. Biri, tank üstünde slogan atan Nedim Özpolat; tank hareket edince, tankın altında kalarak ölüyor. Diğeri de Turan Emeksiz; nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla hayatını kaybediyor. Kurşun sekmiş, belli, çünkü Emeksiz'in vücudundan çıkan kurşun eğri. Yani kaza sonucu ölmüş. Sonra adını bir vapura verdiler Emeksiz'in."

Turan Emeksiz, daha sonra bir de "Hürriyet Şehidi" denilerek Anıtkabir'e gömülüyor.

Emre Oktay devam ediyor: "Darbeden sonra 'hürriyet şehidi' diye beş kişiye daha merasim yaptılar. Biri, darbeci subaylardan, Radyoevi'nin önünde, darbe yapılırken ölen İhsan Kalmaz. Onun adını da bir vapura verdiler. Bir başka 'hürriyet şehidi' de yanına çocuğunu almış, darbe oldu diye sevinirken askerler ateş ediyor, çocuğu ölüyor. Demokrat Partililer öldürmüş gibi tören yapıyorlar."

Maalesef Yassıada'da can verenler bu iki isimle de sınırlı kalmıyor. Yassıada'da Bizans döneminden kalma zindanlarda, iki metreye iki metre genişliğinde, ayağa kalkamayacağınız, yere oturamayacağınız, çamurlu odalarda günlerce tutulan mahkumlardan, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi Lütfü Saylan da Yassıada'da öldü. Onun için de kalp krizi dediler. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar duruşma sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Yusuf Salman, Gazi Yiğitbaşı, Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üresin ve Kenan Yılmaz da Yassıada'da vefat ederken, herkesin ortasında askerlerden dayak yemeyi gururuna yediremeyen Cemil Keleşoğlu bileklerini keserek intihar etti.

Şüpheli intihar

Sadece Yassıada ile sınırlamayalım. 27 Mayıs'ın ilk hayatını kaybeden dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik'ti. Darbeden üç gün sonra, henüz adaya götürülmeden, Harp Okulu'nda öldü. Oun için de hep "İntihar etti" dendi. Ancak Demokrat Parti'nin avukatlarından Hüsamettin Cindoruk dahil pek çok kişi intiharın şüpheli olduğunu söylüyor. Buraya bir not düşelim: Yassıada Cehennemi'ndeki yargılamalar sürerken Cindoruk gibi avukatlar Yüksek Adalet Divanına hakaret etmek gibi suçlardan Balmumcu Sıkıyönetim Cezaevi'ne gönderiliyordu. Biraz daha geri gidelim. Sahi Demokrat Parti'nin önde gelen vekillerinden Yahudi Salamon Adato'nun 1954'teki şüpheli uçak kazasını niye hiç konuşmuyoruz? Az daha geri gidelim. İnönü'ye en az Celal Bayar kadar büyük bir rakip olan, Atatürk'ün halefi sayılan Fevzi Çakmak'ın şüpheli vefatını niye hiç tartışmıyoruz. Turan Dilligil'in "Allahsız Gardiyan" diyerek tarif ettiği Yassıada'nın gestapo şefi Tarık Günyay, Allah bilir, İmralı'da zalimce asılıp hoyratça kazılan mezarlara gömülen Menderes'e, Polatkan'a ve Zorlu'ya neler yapmıştı? Hakkında idam kararı verilen 11 kişi ile yaş haddinden idamından vazgeçilen Celal Bayar'ın cezaları, İngiltere Kraliçesi dahil dışarıdan gelen baskı sonucu müebbet hapse çevrilmeseydi 27 Mayıs şehitlerinin sayısı daha da fazla olacaktı.

'Hürriyetçi' zihniyet

1963'te İnönü yönetiminin ilan ettiği 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı kaldırılmış olsa da bugün hala birçoklarının zihninde yaşıyor. Ne "hürriyet"miş, "147'ler" diye bilinen üniversite hocalarının ihracı, gazetecilerin tutuklanması, gazetelerin kapatılması, darbe sonrasının en acayip yasaklarından biri olan "Tedbirler Kanunu" ile Demokrat Parti'ye kurulan "baskıcı ve zorba bir yönetime döndü" komplosu bırakın araştırmayı, konuşulamadı bile. Adnan Menderes İstiklal Madalyası sahibiydi, Celal Bayar Kurtuluş Savaşı'nın "Galip Hocası" idi. Ama yine de o "hürriyetçi zihniyet" birinin canını aldı; diğerininkini alamamaksa içlerinde kaldı.

Sahi, 1924 Anayasasında yeri bulunan, Menderes'in düşük rütbeli subaylar darbesinin bir gün önce araştırmasını tamamladığını söylediği ama yazdıkları raporun Milli Birlik Komitesi'nce yok edildiği Tahkikat Komisyonu çalışmasında, 1955'ten sonra başlayan provokasyonlarda doğrudan yer alan CHP ile darbeciler arasında, bildiğimizin ve gördüğümüzün ötesinde başka ne bağlantı bulmuştu?

[email protected]