Faruk Nafiz, 1933'te Cumhuriyet´in onuncu yıl coşkusuna Behçet Kemal Çağlar ile Onuncu Yıl Marşı'ını yazarak katılmıştı. Faruk Nafiz'in sözlerini yazdığı marş, kendisi vatana ihanet suçuyla yargılanırken bile darbecilerin dilinden düşmüyor, darbenin adeta marşı olarak her yerde terennüm ediliyordu: “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan…”
Prof. Dr. Mustafa Öztürk/ Mardin Artuklu Üniversitesi
Anadolu'yu merkeze alan memleketçi edebiyatın önemli isimlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel, 1898'de İstanbul'da doğar. Mizacıyla uyuşmadığını düşündüğü için tıp fakültesini dördüncü sınıfta terk eder. Bir süre gazetecilik macerasının ardından, 1922 yılından başlayarak Demokrat Parti'den milletvekili seçildiği 1946 yılına kadar edebiyat öğretmenliği yapar.
1922'ye kadarki ilk dönem şiirlerinde bireysel konulara yönelse de sonraki şiirlerinde toplumsal hayatın anlatımına ağırlık verir. Hece vezniyle yazdığı bu şiirleri o devirde revaçta olan sade Türkçecilik akımının etkisindedir. 1926'da Hayat Mecmuasında yayımladığı Sanat şiiri, şairin edebiyat ve sanat hakkındaki görüşlerini bütün yalınlığıyla içerir. Faruk Nafiz, görüşlerini beyan ederken sanatın toplumu esas alması ve İstanbul aydını ile Anadolu halkı arasında olumlu bir ilişkinin kurulması gerektiğini savunurken, Batı hayranlığı ve taklitçiliğinin karşısına Anadolu insanı ve kültürünü oturtur.
Anadolu'yu adım adım dolaşıp halkı tanıyan Faruk Nafiz Çamlıbel, bu sayede edebiyatımıza memleket vurgusunu getirmiş, Anadolu insanının çileli hayatına ışık tutmuş, içinde yaşadığı toplumun son bir asırlık sergüzeştini hayatı ve kalemiyle mısralarına taşımış gerçek bir memleket şairidir. Demokrat Parti milletvekili olduğu için 60 darbesinin muktedirleri tarafından Yassıada zindanlarında tarifi imkânsız acılara maruz bırakılan Faruk Nafiz, 8 Kasım 1973'te bir vapur seyahati sırasında kalp krizi sonucu hayata veda eder.
Hüsranla son bulacak milletvekilliği hevesi
Milletvekili olma hevesi, Anadolu'daki ilk öğretmenlik yıllarından beri Faruk Nafiz'in içinde sönmeyen bir ateştir. Yaptığı onca hizmete karşılık milletvekilliğini kendisi için bir hak olarak görür. 1931 seçimlerinde bu arzusu karşılanmayınca iyice ümitsizleşir.
CHP yetkilileri, onun milletvekili olmasını onaylamadığı gibi, kendisinden Atatürk'ün milli tarih tezini savunan bazı tiyatro eserleri yazmasını ister. Bu sipariş eserler, o dönemin şartlarında bir talep veya bir rica değil, dayatmadır aslında. Söz konusu dayatma şairin hayatındaki en sıkıntılı dönemlerden biri olur. O yaz, 4 ay boyunca bir otel odasında, sıkı bir denetim altında yazar bu eserleri. Neredeyse dışarıya hiç çıkmadığı bu süreçte sağlığı iyice bozulur ve tam 25 kilo kaybeder. CHP ideolojisinin ve Atatürk'ün "Tanrısal üstünlüğünün" övüldüğü Akın, Özyurt ve Kahraman gibi piyesler işte bu zorunlu misafirliğin ürünüdür.
CHP'nin sipariş ettiği eserleri yazmış olmak Faruk Nafiz'in milletvekili olma umutlarını yeniden yeşertir. Fakat 1935 seçimlerinde de eli boş gönderilir. Ümidini iyice yitiren şair, yüreğini iğneleyici şiirler kaleme alarak soğutmaya çalışır. Faruk Nafiz'in milletvekilliği hayalleri Demokrat Parti ile gerçekleşir. 1946-1960 yılları arasında, 14 yıl boyunca İstanbul milletvekilliği yapar. Uzun sayılabilecek bu milletvekilliğinin parlak geçtiği pek söylenemez. Meclis'te fazla konuşma yapmamış, Meclis'teki faaliyetlere katılmamıştır. Sabri Esat Siyavuşgil, onun sadece adının milletvekili olduğunu, kendisinin olmadığını, kürsüye çıkıp konuştuğunu görmediğini söyler. 1960 darbesi olunca o da diğer milletvekilleri gibi tutuklanır ve Yassıada'ya gönderilir. Böylece o çok istediği vekillik macerası son derece acı bir şekilde, zindan duvarları arasında son bulur.
Han Duvarları'ndan Zindan Duvarları'na
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Bu mısralar, Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları isimli ölümsüz şiirinden. Memleketçi Şiir akımının şaheserlerinden olan bu şiir, Anadolu'yu en yalın ve gerçekçi bir üslupla anlatır. Şair, odasına kapanarak 4 günde yazdığı bu şiiri için, "Birisi görecek diye adeta utanıyordum. Ama kısa sürede çok meşhur oldu." demiştir.
Han Duvarları, Faruk Nafiz Yassıada'ya kapatıldıktan sonra çektiği sıkıntıları anlattığı Zindan Duvarları adlı eserine ilham olur. Faruk Nafiz, Adadan Kıtalar ve Ölüm Kalım Arasında isminde iki bölümden oluşan Zindan Duvarları'nı ancak 1967'de yayımlamaya cesaret edecektir.
Faruk Nafiz, Yassıada zindanındaki duygu ve düşüncelerini mısralara dökerken Han Duvarları'ndan tanıdığımız Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ı hatırlatır bize. Tıpkı onun yaptığı gibi ızdırabını duvarlara işler. Şeyhoğlu Satılmış, acılarını bir han duvarına yazarken, Faruk Nafiz bu acılarını yattığı zindandaki duvarlara yazıyordur. Kendisiyle onun arasındaki farkı "Bu canım yurt ona gurbet, bize zindân oldu" diyerek anlatır.
Şairin diğer Demokrat Partili vekillerle gördüğü muamele içler acısıdır. Haftalar öncesine kadar ülkenin bu en kudretli güruhu şimdi darbecilerin elinde nezaketsizce itilip kakılıyor, vatana ihanet gibi aşağılayıcı suçlamalara maruz kalıyordu. Darbeciler, onları idamla yargılıyor, ölüm korkusunu iliklerine kadar hissetmeleri için hiçbir gaddarlığı esirgemiyor, cehennemi bu dünyada yaşatmak için her şeyi yapıyorlardı. Şairin, "Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada / Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız" mısraları, darbecilerin bu konuda ne kadar başarılı olduklarını göstermesi bakımından manidardır.
Yassıada sakinlerinin sürüklendikleri ruh hâlini çok çarpıcı kelimelerle tasvir eden şair, "Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri" diyerek zindandakilerin umutsuzluğuna tercüman olur. Bir avuçluk kara parçası olan elem adası Yassıada'ya kuşlar hicran getirirken, dalgalar da hüsran götürür onun gözünde. Öyle acılar yaşar ki kendisini gezen bir ölü veyahut gömülen bir diri olarak tasvir eder. Yassıada zindanını bir kabristana benzeten Faruk Nafiz, kendisini bu kabristanda mumyalanmış yüz bir senelik mahkum gibi hisseder ve "Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda" diyerek, bir gün dışarı çıksa da bu aşağılayıcı mahpusluğun izlerini ilelebed taşıyacağına işaret eder.
Son derece iptidai şartlardaki kalabalık koğuşlara balık istifi tıkılan mahkumların durumunu anlatırken "Gece zindanda Yusuflar sıralanmış yatıyor" ifâdelerini kullanır. Arkadaşlarının gördüğü korku dolu, sapsarı rüyalarını onlar uykudayken yüzlerinden okumaktadır; "Kimi sehpâda görür kendini, çarmıhta kimi." Yassıada, onun ruhunda ve zihninde Hz. Hüseyin'in tarif edilmez eziyetlere düçâr olduğu bir Kerbela olarak yankı bulur. Bu duyguları kaleme aldığı sırada takvimler, 1960 yılının 1961'e bağlandığı yılbaşı gecesini göstermektedir:
Kerbelâ akşamının Marmara ufkunda tüten,
Çölü deryaya çevirmiş sel olan göz yaşımız,
Görerek kanlı bulutlarda Hüseyn'in yüzünü,
On Muharrem gibi mâtem tutuyor yılbaşımız
Baskı altında verilen ifâde, vefasızlıklar, tuhaflıklar
Gerek Faruk Nafiz, gerek Yassıada'daki diğer DP'li mahkumların verdikleri ifâdelerin baskı ve işkence altında alındığını ve normalde söylemeyecekleri sözlerin altına imza attırıldığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Faruk Nafiz de bunlardan biridir. Yassıada Mahkemesindeki savunmasını 23 Ağustos 1960'ta verir. Savunmasında; Demokrat Partili olduğunu adeta inkâr ettiğini, onlardan değilmiş gibi davrandığını, hatta Demokrat Parti'ye yapılan suçlamaları kabul ettiğini görmekteyiz. Ayrıca Demokrat Parti'nin partizan politikalar uyguladığını, dikta rejimi kurduğunu, şiddet politikalarına başvurduğunu ve gazetecilere baskı yaptığını da söyler. Partisinin son dönemlerdeki politikalarını hiç beğenmediğini söyleyen şair, parti içindeki muhaliflerden olduğunu, kötü gidişatı durdurmak için parti yöneticilerini uyardığını da ekler.
Tercüman'dan Celalettin Çetin'e 1961'de verdiği bir mülakatta sorulan, "Size göre Menderes mi daha suçluydu Bayar mı?" şeklindeki bir soruya, "Bazı hatalar oldu belki ama o hataların tashihi mümkündü. Bu kusurlar halka abartılarak aksettirildi. Öte yanda büyük işlerin yapıldığı da inkâr edilemez. Vallahi ben ikisinden de çok muhabbet gördüm." şeklinde cevap vererek DP'yi ve Menderes'i kötülememiş, asıl hissiyatını geç de olsa ortaya koymuştur.
Faruk Nafiz, zindanda yatarken uğradığı bazı vefasızlıklara çok içerlenir. Daha yargılanması bitmeden Edipler Birliği'nden atılır. Sabri Esat Siyavuşgil, bu konuda Yeni Sabah'ta yazdığı bir yazıyla büyük şaire yapılan saygısızlığa tepki gösterir:
Ben, Faruk Nafiz hesabına değil, siz genç arkadaşlarım namına üzülüyorum. Yoksa onu derneğinizden atmakla şahsının ve eserinin kaderi üzerinde zerre kadar müessir olabileceğinizi sanmıyorum!
Vatan hainliği gibi korkunç bir iftira ile boğuştuğu sırada tuhaf bir şey olur dışarıda. Faruk Nafiz, 1933'te Cumhuriyet´in onuncu yıl coşkusuna Behçet Kemal Çağlar ile Onuncu Yıl Marşı'ını yazarak katılmıştı. Faruk Nafiz'in sözlerini yazdığı marş, kendisi vatana ihanet suçuyla yargılanırken bile darbecilerin dilinden düşmüyor, darbenin adeta marşı olarak her yerde terennüm ediliyordu:
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan.
Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan;
Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan.
Hayata küsen şair kalbi
Faruk Nafiz, Haziran 1960'ta girdiği zindandan Eylül 1961'de suçsuz bulunarak salıverildi. Büyük bir hevesle girdiği politika hayatı çok acı tecrübelerle son bulmuştu. Yıllar sonra verdiği bir mülakatta, "Politikayla 11 yıldan beri dargınız... Ve bu dargınlık sürecek de... Politikanın doktorasını Yassıada'da verdik. O işi bitirdik !.." diyecekti.
Hapis günlerinden sonra Arnavutköy´deki evinde inzivaya çekildi. Yassıada´da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı, zulmü, baskıyı, acıyı çok kuvvetli, bir o kadar da anlamlı şiirlere, dörtlüklere döktü. Eşi Azize Hanım amansız bir hastalıktan aniden vefat edince Faruk Nafiz sarsıldı. Hayatını paylaştığı eşinin ölümü üzerine, dinlerken içimizi titreten o sözleri kaleme aldı; büyük bestekâr Alâeddin Yavaşça'nın hicaz makamında bestelediği o muhteşem şiiri:
Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok
Bir yer ki, sevenler sevilenlerden eser yok!
Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok
Bir yer ki sevenler sevilenlerden eser yok!