Yeni anayasa için ihtimal hesapları...

Halime Kökçe / Editörden...
6.04.2013

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun uzatmaları da tükenmek üzere... Anayasa yapım sürecinde sona yaklaştıkça hem beklenti katsayısı artıyor, hem de “acaba... mı” soruları zihne hücum ediyor. Acaba yeni anayasa yapılamayacak mı, diye endişeli sorular sormaya başladık. Zira mevcut işleyiş, çok da ümitvar bir tablo koymuyor ortaya. Her parti kendi kırmızı çizgisinin üzerine yatmış durumda, “ölürüm de geçirtmem” diyor.


Yeni anayasa için ihtimal hesapları...

Bu yaklaşım her şeyden önce anayasa yapma işini “sivil bir sözleşme” hazırlamak olarak görmemekten de kaynaklanıyor. Kimileri işin taa başında; Daha bir arpa boyu yol katedememiş. Kurucu Meclis tartışmalarını yaptığımız etapta takılıp kalmış, bantı ileri saramıyor. Halkın seçtiği milletvekillerine yeni anayasa yapma işini layık görmüyor. Belki görecek ama meclis aritmetiği işine gelmiyor. 

Engellerden bir diğeri, anayasa deyince bizde ortaya konulan şeyin bir kitap ebadında olması. Temel prensipler değil, kanunla, tüzükle düzenlenebilecek ve siyasi iradenin değişimiyle değişebilecek hususların bile birer anayasa maddesi olarak kodlanması. Hal böyle olunca uzlaşılacaklar listesi de hayli kabarık oluyor. Tabii işin başında konulan “uzlaşma şartı” yol almanın önündeki en büyük engel.  

Yeni anayasa yapım sürecinin tartışma konularından biri de iktidar partisinin başkanlık sitemine geçiş isteği oldu. Bu da muhalefetin kendi kifayetsizliğini iktidar partisinin ilanihaye orada kalacağı bir kabusa dönüştürmesine yol açıyor. Bir zamanlar askeri vesayetten medet umuluyordu. Artık bu yolun kapandı. Muhalefet, AK Parti karşısında güç toplayıp ayağa kalkamayacağına o kadar emin ki, başkanlık sisteminin Türkiye için bir öneri olduğunu, bugün Tayyip Erdoğan’ın oturması muhtemel o koltuğa gün gele kendilerinin de oturabileceğine en başta kendileri inanmıyorlar. Ve tam da bu inançsızlıktan dolayı o günleri görme olasılıklarını erteliyorlar. Çünkü bu inançsızlık dolayısıyla marjinal bir siyasete savruluyorlar, savruldukça da iktidar olasılığının uzaklaşıyorlar. 

Görünen o ki yeni anayasa bir siyasi çekişme alanına dönüştürülmüş durumda. Yusuf Tekin Kanuni Esasi’nin yapılma sürecinde olduğu gibi bugün de yeni anayasasın sokakta, oturma odalarında, kahvehanelerde konuşulduğunu, toplumdaki bu yüksek beklentinin heba edilmemesi gerektiğini söylüyor ve anayasayı “bir tür yarı doğrudan demokrasi uygulaması olarak halkın yasama sürecine katılmasına karşılık gelen” bir yöntemle “Halk Girimi” olarak yapmamızı öneriyor. Benim bundan anladığım, yeni anayasa temel prensiplerin yer aldığı kısa, öz bir metin olmalı, içeriği bir kampanyayla halka anlatılmalı ve partilerin uzlaşamadığı metne halk ne diyor, ona bakılmalı. 

Bu hafta Açık Görüş’te yer alan diğer yazılar ise şöyle: Taha Özhan barış sürecinde potronluğa soyunan “sol aydın konumu” değerlendiriyor. 

Konu ediyor. Mazhar Bağlı, “devletlerin bölünmesi ya da toplumların ayrışması azınlık milliyetçiliği üzerinden gerçekleşmiş değildir. Azınlık milliyetçiliği ancak sosyolojik yapıyı tahrip edebilir. Ama çoğunluk milliyetçiliği devleti, siyaseti tahrip eder. Devletin ve siyasetin tahrip olması durumunda farklılıkları bir arada yaşatabilecek olan irade de zedelenmiş olur” diyor. Necdet Subaşı Abdullah Öcalan’ın mektubunda da okuduğumuz zamanın ruhu kavramını felsefi sosyolojik ve dini bir çözümlemesini yapıyor. Nuh Yılmaz İsrail’in özrünün Türkiye, İsrail ve gaz politikaları açısından bir okumasını yapıyor. 

Cafer Solgun barış sürecine köstek olmak adına Alevi kimliği üzerinden yapılan “operasyona” dikkat çekiyor. Alman vatandaşı olan Mustafa Yeneroğlu “Alman makamları sağcı şiddeti tanımakta bugün dahi ciddi manada zorlanmaktadır. Güvenlik birimlerinin hafızasında ırkçılığın çağdaş tezahürü olan başta Müslüman ve diğer ‘yabancı’lara karşı işlenen suçlara hala yer yok” diyor. 

İyi haftalar dileğiyle....

[email protected]