Yeni anayasa sürecinde MHP nerede duruyor?

Prof. Dr. Turgay Uzun / Muğla Üni. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
19.03.2016

MHP, anayasa değişikliği sürecine olumlu bakmakla beraber önemli konular üzerinde çekinceleri olan bir parti. Başta HDP ile anayasal vatandaşlık, ana dil, etnik kimliklerin tanınması ve benzeri konularda, Ak Parti ile de başkanlık sistemi konusunda bir uzlaşmazlık yaşaması muhtemel.


Yeni anayasa sürecinde MHP nerede duruyor?

1 Kasım seçimlerinden sonra yeni Ak Parti hükümetinin kurulması ile birlikte seçim öncesi halka verilen “anayasal sistemin revize edilmesi” sözü doğrultusunda yeni anayasa için hazırlık süreci başlatıldı. Aslında bu süreç uzun bir dönemdir Türkiye’nin gündemindeydi. Hemen hemen bütün siyasi partiler kendi programları ve seçim bildirgelerinde yeni anayasa seçeneğini güçlü bir biçimde dile getirdi. Seçim bildirgesinde anayasa reformu konusu yer alan ve anayasa uzlaşma komisyonunda görüşlerini ortaya koyan partilerden birisi de Milliyetçi Hareket Partisi.

MHP, Haziran seçimlerinde bir çıkış yakalamasına rağmen 1 Kasım’da aynı başarıyı gösterememiş ve milletvekili sayısında bir düşüş yaşamıştı. Yine de MHP, kırk yılı aşkın siyasal geçmişi ve bir gelenek meydana getirmiş tecrübesiyle Türk siyasal yaşamının önemli aktörlerinden biri. Bu nedenle anayasa yapım sürecinde hangi konumda durduğu ve siyasal tavrı ile süreci belirleyici unsurlara sahip bir parti. Geçmiş dönemlerde de özellikle siyasal sistemin tıkandığı noktalarda çözüme yönelik tavırlar ortaya koyarak krizin derinleşmesi ve sistemi tehdit edici boyuta gelmesini önleyen bir yerde durmayı tercih ettiği söylenebilir. Bu tip durumlarda MHP’nin “Siyasal menfaatler ülke menfaatlerinden önde değildir” söylemini dile getirerek sıklıkla diğer muhalefet partilerinden kaynaklanan eleştirileri göğüslemeye çalıştığı görülmektedir.   Özellikle 27 Nisan Muhtırası nedeniyle yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi sonrasındaki 22 Temmuz seçimlerinin ertesinde MHP, seçim için meclise girerek 367 sayısının bulunmasını sağlamış ve Abdullah Gül’ün seçilmesinde önemli bir rol oynamıştı. Yakın geçmişte İmam Hatip Liselerinin orta kısımlarının açılması, zorunlu eğitimin uzatılması gibi konularda iktidar partisi ile aynı yönde davranmaktan çekinmeyerek kendi hassasiyetleri doğrultusunda karar vermiş ve bu tavırları nedeniyle diğer muhalefet partilerinin tepkilerini üzerine çekmişti.

Duruşunda netlik yok

MHP’nin yeni anayasa yapım sürecindeki tavrı aslında en çok merak edilen konuların başında geliyor. Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu MHP’nin hangi noktada durduğuna dair bir netlik bulunmadığını belirterek bu konudaki sıkıntıları dile getirmişti. Çünkü Ak Parti ve MHP’nin bu süreçte ortak noktalarda buluşuyor olması sürecin tıkanmasını ve yeni anayasa sürecindeki kazanımların heba olmasını önleyebilmesi açısından büyük önem taşıyor. Bu bağlamda, elbette tüm siyasal partilerin yeni anayasa metni üzerinde anlaşmaya varabilmesi ideal olanı temsil etmesine karşın, bunun mümkün olması da oldukça zor görünüyor. Özellikle MHP ve HDP’nin temel ilke ve hassasiyetleri açısından ortak noktada buluşmalarının zorluğu, oy birliği yöntemi ile sonuca ulaşmanın imkansızlığını açıkça ortaya koyuyor.

Anayasa değişimi kaçınılmaz

MHP’nin hedefleri neler? Nasıl bir anayasa istiyor? Diğer partiler ile uzlaşabileceği ve uzlaşmaya kapalı olduğu noktalar neler? Bu sorulara verilecek cevaplar aslında sürecin birlikte götürülebilmesi açısından da büyük önem taşıyor. Burada özellikle MHP söyleminin analizi önemli ipuçlarını bize sağlayabilecek. İlk olarak MHP programına bakıldığında yeni anayasa ile doğrudan ilişkilendirilebilecek bir unsura rastlanmamakla birlikte dolaylı olarak yeni bir anayasa ihtiyacının altının çizildiğini söylemek mümkün. Özellikle kişi hak ve özgürlüklerine verilen önem bağlamında 1982 Anayasası’nın yapısı bir değişimi kaçınılmaz kılıyor. Askeri darbe ürünü olan 1982 Anayasası’nın temek hak ve özgürlükler anlamında bir geriye gidişi temsil ettiği ve özgürlük-otorite denkleminde otoriteden yana tavır koyduğu düşünüldüğünde, bireysel özgürlüklerin bu anayasa ile tam anlamıyla genişletilebilmesi de oldukça problemli. Bu bağlamda, bir siyasal partinin temel haklar noktasındaki hassasiyetinin mevcudiyeti doğal olarak yeni bir anayasa talebini açık biçimde ortaya çıkarmaktadır. Kaldı ki MHP ve ülkücü hareketin, 12 Eylül darbesinde gördüğü zarar, lideri ve yöneticilerinin yargılanmış, mensuplarının uzun süre cezaevlerinde kalmış, baskı ve işkenceler ile karşılaşmış olduğu düşünüldüğünde bu darbenin ürünü olan bir anayasanın değiştirilmesine karşı olması da son derece doğaldır.

MHP söyleminde anayasa süreci açısından fikir verebilecek bir başka önemli belge de seçim bildirgeleri. 1 Kasım seçimlerinden önce ilan edilen bildirgede yeni anayasa ile ilgili önemli ipuçlarını elde etmek mümkün.”Hukukun üstünlüğü”, “insan şeref ve haysiyeti”, “fikir, teşebbüs, din ve vicdan özgürlüğü”kavramları öne çıkartılmakta, bu kavramların güvencesi olarak demokratik siyasal rejimin görüldüğü ifade edilerek, bu rejimin tüm kurum ve kuralları ile işletilmesinin temel hakların genişletilmesi ve güvence altına alınmasının kaçınılmaz şartı olduğu vurgulanmaktadır.

Yeni anayasa yapım süreci ile ilgili olarak aynı bildirgede “Milli ve demokratik nitelikte bir anayasanın, mümkün olabildiğince geniş bir uzlaşmaya dayanması gerektiği”vurgulanarak anayasanın, tüm kesimlerin katkısı ile yapılmasının gerekliliği öne çıkartılmaktadır. Anayasa komisyonunda MHP’nin, dört partinin de sürece katılması gerektiğine yönelik tavrı bu bağlamda değerlendirilebilir. Diğer yandan, uzlaşma kapısının açık tutulması, olası krizlerin önüne geçilerek sürecin tıkanmasının engellenmesi, sürecin canlı tutulması açısından sorumluluğun da eşit olarak dağıtılması yöntemini benimsendiği söylenebilir. 

12 Eylül zihniyetine tepki

MHP, yeni anayasada, temel hakların genişletilmesini, özellikle “Genel sınırlama hükümlerinden daha çok genel koruma hükümlerine yer vermesini ve özgürlükleri esas alınması”nı savunmaktadır. 1982 Anayasası’na hakim olan “sınırlama” anlayışı yerine “tanıma ve güvenceye alma” anlayışı benimsenmektedir. Temel hakların korunması açısından gösterilen hassasiyet, MHP hareketinin darbe dönemini ağır biçimde yaşaması, sistemin otoriterleşmesi tehdidi karşısında anayasal güvencelerin genişletilmesini savunması ve anayasal yapının özgürlükler açısından koruyucu niteliğinin öne çıkmasını talep etmesiyle açıklanabilir. 

MHP’nin “ulusal egemenlik” ilkesinin somut yansımasının anayasa ve TBMM olduğu,”milli ve üniter devletin” tartışılmasına kesin biçimde karşı olduğu, “bölgeci ya da federatif” düşüncelere kapalı olduğu da ifade edilmektedir. Diğer yandan, partinin anayasayı, günümüz açısından önem taşıyan bir belge olmasının yanında “gelecek nesilleri de etkileyecek, siyasetin ve zamanın üstünde ve ötesinde bir sözleşme” olarak gördüğü belirtilmektedir. Buradan hareketle, anayasanın bir toplumsal sözleşme olması gerektiği, dolayısıyla toplumsal kesimleri ve ülkede mevcut tüm siyasal görüşleri de içine alan bir yapım sürecinin benimsenmesinin uygun görüldüğünü çıkarmak mümkün. Haziran sonrası ortaya çıkan tabloda muhalefetin tüm ısrarlarına hatta başbakanlığı Devlet Bahçeli’ye teklif etmelerine rağmen, HDP ile dolaylı da olsa bir birliktelik içerisinde olmamak adına muhalefette kalma ısrarını dile getiren MHP’nin, anayasa sürecinde dört partinin de içinde bulunduğu bir süreci destekliyor olması, HDP’ye oy veren kesimleri dışlamanın, anayasanın “sözleşme”niteliğine gölge düşürmesinden çekinmesi ile açıklanabilir.

En geniş mutabakat zemini

Yine bu doğrultuda seçim bildirgesinde partinin, “çağdaş normlarda bir Anayasa için mümkün olabildiğince geniş bir uzlaşma ile toplumun tamamının beklentilerini dikkate alan, farklı görüş ve düşüncelere saygı gösteren bir anlayışla herkesin katkısının sağlanacağı uzlaşma arayışlarıyla ve ahlaka uygun yöntemlerle yapılmasını” gerekli gördüğü ifade edilmektedir. Bu bağlamda MHP’nin Anayasa yapım sürecindeki “kapsayıcı” yöntemin öne çıkartılması ve hiçbir partinin dışlanmadan mümkün olan en geniş mutabakat zeminini arayacağı söylenebilir. Elbette bu mutabakat zemininin, MHP’nin hassasiyetleri ile çeliştiği noktada son bulacağını söylemek de yanlış olmayacaktır.

MHP’nin özellikle geniş tabanlı bir mutabakat neticesinde demokratik, kişi hakları ve özgürlüklerini öne çıkartan bir anayasaya “evet” dediğini söyleyebiliriz. Daha yakından bakmak gerekirse, öncelikle “siyasal yapıdaki anti demokratik uygulamaların tasfiye edilerek modern demokrasilerde olduğu gibi düşünce, teşebbüs, örgütlenme ve benzeri alanlarda temel hak ve hürriyetleri güvence altına alan demokratik devlet yapısına ulaşılmasının” yeni anayasadan kaynaklı temel beklentiler olduğu görülüyor. Yine, toplumsal bütünlük duygusuna dikkat çekilerek, anayasanın “halkın anayasası” niteliğine sahip olabilmesi için “farklılıkları değil, birliktelikleri” öne çıkartması, “kutuplaşmayı değil kaynaşmayı sağlamasının” üzerinde durulmakta. Yani MHP’nin anayasada, Türk kimliği dışında herhangi bir etnik kimlik ya da çoğunluktan farklı bir özelliğin ifade edilmesini onaylamadığı ve bunun “ayrışma” yaratabilecek bir unsur olduğunu savunduğu söylenebilir. Diğer yandan, etnik kimlik, inanç, mezhep gibi özellikleri dışlamayarak “bütün içinde ve zenginliği oluşturan” birer unsur olarak tanımlaması da  çok kültürlülüğü tanıyan  bir anayasal yapı yerine, bunları ana kimlik içindeki parçalar olarak tanımlayan bir yapıyı benimsediğini göstermektedir.

MHP’nin ‘kırmızı çizgileri’

MHP için, anayasanın başlangıç kısmında ve ilk üç maddesinde ifadesini bulan esaslar ile cumhuriyetin kurucu değerlerinin olmazsa olmaz nitelikte konular olduğu biliniyor.  Bildirgede, cumhuriyetin temel nitelikleri, Türk milli kimliği, demokratik rejim ve temel insan hakları gibi değerleri “vazgeçilmez” olarak kabul ettiği ve bunların müzakere edilmesini bile reddettiği ifade edilmektedir. MHP’nin, “tek millet-tek devlet” esasına dayanan, üniter yapıyı herhangi bir biçimde tartışmayı reddederek anayasa uzlaşma sürecine dahil etmediğini de görüyoruz. Anayasal sistemde, “partikülarist”olarak tanımlayabileceğimiz, her etnik kimliğin tanınması ve bunun anayasaya dahil edilmesi ile etnik kimliklere “kolektif” haklar tanınmasına, Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere anayasal statü kazandırılmasına karşı olduğu da açık bir biçimde dile getirilmektedir. Türk milliyetçiliği ideolojisini kendisine temel bakış açısı olarak benimsemiş olan bir parti olarak MHP, özellikle “anayasal yurttaşlık” kavramı bağlamında tartışmaya açılan “Türkiyelilik” ifadesine de itiraz ederek, Türk ulusal kimliğini temel referans olarak kabul etmeyen anayasal kimlik tanımlamalarına da karşı tavır almaktadır. 

Son dönemde, iktidar ve muhalefet partileri arasında ciddi bir polemik konusu haline gelen başkanlık sisteminin de MHP’de kabul görmediği, parlamenter sistemin demokratik siyasal sistem açısından vazgeçilmez olduğu ve “Türk milletine en uygun” yönetim şekli olarak değerlendirildiği ifade edilerek, sistem tartışmaları ve çözüm önerilerinin parlamenter sistem içerisinde çözülmesinin yerinde olacağı vurgulanmaktadır. MHP, başkanlık sistemine, “iktidarın kişiselleşmesi suretiyle temel hak ve özgürlükler bakımından tehlikeli bir otoriterleşmenin önünü açabileceği”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuruluş esaslarından kopararak devleti ve milleti farklı siyasi ve idari yapılanmalara götüreceği” gerekçesiyle  karşı çıktığını da ifade etmektedir. Aslında burada, bir hükümet sistemi olarak başkanlık sisteminden çok Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkan olmasına daha güçlü bir karşı çıkış olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak MHP, anayasa değişikliği sürecine olumlu bakmakla beraber önemli konular üzerinde çekinceleri olan bir parti. Özellikle kendi ideolojisinden kaynaklı olarak müzakere ve uzlaşmaya kapalı unsurların, komisyondaki diğer bazı partiler tarafından savunulduğu dikkat çekiyor. Bu nedenle başta HDP ile anayasal vatandaşlık, ana dil, etnik kimliklerin tanınması ve bölgesel otoritelerin kurulması gibi konularda, Ak Parti ile de başkanlık sistemi nedeniyle bir uzlaşmazlık yaşaması uzak bir ihtimal olarak gözükmüyor. Yeni bir anayasa ihtiyacı Türkiye açısından kaçınılmaz olsa da Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan yakın bir zamanda dört partinin içinde olduğu bir “uzlaşmanın” çıkmasının da çok mümkün gözükmediğini söyleyebiliriz.

[email protected]