Yeni anayasa ve sistem tartışmaları

Prof. Dr. Haluk ALKAN / İstanbul Üni. Öğr. Üyesi-Stratejik Düşünce Enstitüsü
14.11.2015

Türkiye’de başkanlık sistemi konusundaki tartışmalar 1 Kasım seçimlerinden sonra tekrar gündeme gelmiş bulunuyor. 1961 Anayasası döneminde de zaman zaman gündeme gelen, 1982 Anayasası döneminde ise sıklıkla tartıştığımız Türkiye’de sistem sorunu konusu, gerek tartışmaların odaklandığı konular, gerekse güncel siyasi ayrımların gölgesinde kalan niteliği ile sonuca ulaşamıyor, konu semboller ve kişiler üzerinden tartışılmaya devam ediyor.


Yeni anayasa ve sistem tartışmaları

Özellikle 7 Haziran öncesinde yaşanan süreç bu konuda iyi bir yerde olmadığımızı gözler önüne serdi. 1 Kasım sonrasında da benzer bir durumun tekrarlanmaması için, Türkiye’de sistem sorunu ve ne yapılması gerektiği konusunda belli hususların altının çizilmesi gerekiyor.

1982 rejiminin yürürlükte bulunduğu otuz yılı aşkın süredir zaman zaman yakinen yaşadığımız, zaman zaman işimize geldiği için görmezden geldiğimiz ve sistemin kurgulanmasından kaynaklanan birçok siyasi krizle Türkiye karşı karşıya kalmıştır. 1982 Anayasası vesayetçi unsurların siyasi aktörleri ve sivil toplumu geniş bir biçimde denetim altına aldıkları bir anayasal oligarşi getirmiştir. Doğrudan müdahaleye gerek kalmaksızın anayasal kurumlar aracılığı ile siyasi aktörlere ve demokratik süreçlere müdahale edilebilmesine fırsat tanıyan bu kurumsal çerçeve tam anlamıyla herhangi bir hükümet sisteminin mantığı ile uyumlu değildir. Özellikle cumhurbaşkanlığı makamında sivilleşme süreci ve beraberinde 2007 Anayasa değişikliklerinin seçimli bir cumhurbaşkanlığı otoritesi getirmesi, Anayasanın oligarşik modelini anlamsız kılmış, ancak beraberinde ortaya çıkan yeni ilişkileri karşılayamayacak derecede sorunlu bir anayasal yapı doğurmuştur. 1982 Anayasası’nda maddelerin muğlak bir biçimde kaleme alınmış olması, yetkilerin tanımı ve ayrımı konusunda belirsizliklerin bulunması, iki güçlü yürütme otoritesinin bir arada nasıl çalışabileceklerine ilişkin sınırların tam olarak çizilmemiş olması, normal bir demokratik süreçte her an kilitlenme sorunu doğurabilecek nitelikte tehlikeleri içinde taşımaktadır.

82 Anayasasıyla olmaz

Cumhurbaşkanı’nın kırk beş günlük süre içinde hükümetin kurulamaması üzerine Meclis seçimlerinin yenilenmesine karar vermesinin bir sonucu olarak anayasal bir zorunluluk olan geçici bakanlar kurulunun oluşturulması ve devamında yaşanan tartışmalar, Türkiye’de siyasal aktörlerin anayasal boşlukları uzlaşmacı bir biçimde ve sorun çözücü bir yaklaşımla doldurabilecekleri konusunda da bir umut vermemiştir. 1 Kasım seçimlerinde, 7 Haziran’a benzer bir sonuç çıksaydı Anayasa’nın 114. maddesinin yorumlanması konusunda yeni bir tartışmanın yaşanması kaçınılmaz olacaktı. “Geçici Bakanlar Kurulu seçim süresince ve yeni Meclis toplanıncaya kadar vazife görür” hükmü nedeniyle seçimin hemen ertesi günü hükümetin anayasal olarak sona erdiği iddiaları, Cumhurbaşkanı’nın nasıl hareket edeceğine ilişkin tartışmalar, karşılıklı anayasayı ihlal suçlamaları ile gündem meşgul olacak ve biz asıl sorunumuz olan, tartışmamız gereken konulardan uzaklaşmış olacaktık...

Yukarıdakine benzer pek çok örnek verilebilir. Tarafların her şeyden önce Türkiye’de bir sistem sorunu olduğu konusunda uzlaşmaya, sorunun kişilerden kaynaklı geçici bir durum olmadığının ve yapısal bir boyut taşıdığının farkına varmaları gerekmektedir. Yapılan tartışmalarda parlamenter sistem adına 1982 Anayasası’na sahip çıkılması gerçekten düşündürücüdür. Mevcut Anayasa doğası gereği otoriter bir yapıya sahiptir ve üzerinde konumlandığı konsept değiştiği için otoriterlik-istikrarsızlık denklemine doğru ülkeyi itmektedir. Bu noktada sistem sorunu ve değişimine yönelik bir söylem öne çıkartılıyorsa, buna mevcut Anayasa’ya sahip çıkılarak karşı çıkmak yerine katkı sağlayıcı bir tutumla karşılık vermek daha gerçekçi bir tutum olacaktır.

Modellerin tartışılması

Türkiye’de sistem sorununa ilişkin olarak üzerinde durulması gereken ikinci husus, tartışmaların sadece anayasal kurumlarla, hükümet sisteminin niteliği ile sınırlı bir konu olmamasıdır. Hükümet sistemi aslında sorunun nispeten küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Bir sistem değişimi sadece yasama ve yürütmenin karşılıklı konumlarına indirgenerek çözümlenemez. Bu iki güç arasındaki ilişkinin demokratik bir biçimde işletilmesine ilişkin diğer kural ve uygulamalarla desteklenmesi gerekir. Türkiye’de başkanlık sistemi konusundaki bir tartışmanın ister istemez, seçim sistemi, siyasi partiler yasası, yerel yönetimler reformu gibi pek çoğu sistemin işleyişini doğrudan etkileyecek bir dizi diğer yasal düzenleme ile birlikte ele alınması zorunluluğu bulunmaktadır. Sistem tartışmalarının diğer boyutu, sistem değişiminin siyasal kültür, sosyal yapı, ekonomik yapı ve uluslararası sistem gibi unsurlarla uyum konusunun da dikkate alınması ile ilgilidir. Liderlik ve meşruiyet algısı, toplumsal hareketliliğin niteliği ve siyasi kurumların bütün bunları nasıl içerebileceği sistem tartışmaları ile birlikte düşünülmelidir. Kısaca sistem tartışmalarında kurumsal, sistemsel ve sosyokültürel düzeyde uyuma dikkat edilmelidir.

Başkanlık yolda mı?

Başkanlık, parlamenter ya da yarı başkanlık sistemlerinin her biri kendi içinde bir bütünlük oluşturur ve yine her birinin avantajlı ve sakıncalı yönleri bulunmaktadır. Hükümet sistemlerinin hepsi demokratik modeller üretebilmiş örneklere sahiptirler. Başka bir ifade ile sadece sistem değişimine bağlı olarak bir otoriterleşmenin yaşanacağı iddiası tek başına tartışmalı bir tezdir. Önemli olan bu sistemlerin demokratik bir model altında işleyebilme koşullarını dikkate almak ve sistemlerin taşıdığı olumsuzlukları minimize edecek modellerin oluşturulabilmesidir. Bu nedenle bazı genellemeler üzerinden tartışmanın yürütülmesi, sistemlerin kamuoyu tarafından tanınması ve sağlıklı bir biçimde değerlendirilmesi önünde bir engel oluşturmaktadır. Türkiye’de sistem tartışması bir sonuca ulaşacaksa, ancak üzerinde çalışılmış modellerin tartışılması ile bu mümkün olabilir. Başkanlık sistemine karşı çıkma söylemi başka bir şey, model önerisi getirerek sorunu tartışmaya açmak başka bir şeydir.

1982 Anayasası üzerinde yapılacak bir revizyonla sistem değişimine gitmek sistem krizini derinleştirmekten öteye bir sonuç doğurmaz. Türkiye’de öncelikle sistem değişimi, devlet ile halk arasındaki ilişkileri bu güne kadar biçimlendiren tek tipçi, otoriter bakış açısından kurtulmak ile mümkün olabilir. Ülkeye aidiyetin güçlendirilmesi, insan haklarının, çoğulculuğun gereği reformların hayata geçirilmesi, halka hesap verebilir bir bürokratik sistemin inşası gibi konularda adımlar atıldıkça sistem sorunu konusundaki tartışmaların da daha güçlü bir zeminde yürütülmesi mümkün olacaktır.

[email protected]