Yeni bir anayasaya gerçekten ihtiyaç var mı?

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
15.10.2021

Muhalefet partilerinden beklenen geriye değil, ileriye gidiştir, ileriye doğru hamlelerdir. Bu hamlelerden birisi de denge ve denetimi sağlanmış bir başkanlık sisteminin oluşturulmasıdır. Geçmişte acı tecrübelerle öğrendiğimiz üzere koalisyonlar hiçbir şekilde yürümezken yeni anayasa süreciyle başkanlık sistemi çok daha etkin ve sorunsuz çalışabilir.


Yeni bir anayasaya gerçekten ihtiyaç var mı?

İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde hazırlanan Federal Alman anayasasının ilk maddesi şu veciz sözle başlar: "insan onuru dokunulmazdır (die Würde des Menschen is unantastbar)" ve şöyle devam eder: "ona saygılı davranmak ve onu korumak bütün devlet iktidarının görevidir." Anayasalar ait oldukları toplumun Geist'ını ruhunu temsil ediyorlarsa eğer bu söz oldukça anlamlıdır. Çünkü söz konusu cümleyle Yahudilerin onuruna dokunan, onları imha eden bir geçmişe atıfla insan onurundan bahsediliyor olabilir. Nitekim bahsediliyor. Aynı zamanda bu anayasanın Almanlara, Alman halkının isteği ve inisiyatifi doğrultusunda değil de Amerikalılar ya da daha doğru bir deyişle galip gelen müttefiklerin baskısıyla ve biraz da zorlamayla yaptırıldığı düşünüldüğünde aynı onura dokunma halinin Yahudilerin onuruna dokunan Almanlar için de geçerli olduğu söylenebilir. Bir zamanlar dünyaya meydan okuyan Almanya mağlup olarak galiplerin anayasasını benimsemiş ve böylece onuru zedelenmiştir. Hatta bu anayasayı yeni bir anayasayla değiştirme umuduyla Almanlar, "anayasa" kavramına karşılık gelen Almanca Verfassung kavramı yerine "temel yasa" anlamına gelen Grundgesetz kavramını kullanmayı tercih etmişlerdir.

Bizi kim yönetecek?

Bugün çağdaş demokrasilerin kendisine mutlaka sorduğu en önemli sorulardan birisi "bizi kim yönetecek?" sorusundan ziyade "nasıl daha iyi yönetiliriz?" sorusudur. Bu soruyu ileri liberal demokrasiler dahi "demokrasiyi daha fazla demokratikleştirmek" adına kendilerine sorarlar. "Nasıl daha iyi yönetiliriz?" sorusu anayasal yönetimin nasıl olacağı sorusunu da içine alır başka soruları da. Dolayısıyla hangi yasal değişikliklerin yapılacağı ve nasıl yapılacağı sorularını da içine alır. Bu soruyu millet olarak biz de kendimize sormak durumundayız. Bilhassa 28 Şubat hadisesinden bu yana Türkiye'de vesayet sistemleri ile güçlü bir siyasi ve sivil mücadele gerçekleşti. Askeri, bürokratik, hukuki ve the Cemaat vesayetleri önemli ölçüde geriletildi. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından yeni bir sisteme, yani Başkanlık sistemine demokratik bir yöntem ile, referandum yoluyla hızla geçildi. Bununla birlikte yeni sistemi taşıyacak güçlü ve demokratik bir anayasa henüz yapılamadı. İktidar ve muhalefet partileri bu konuda çeşitli girişimlerde bulundular. Kimileri kamuoyuna açık anayasa toplantıları düzenledi kimileri kapalı kapılar ardında anayasa taslakları hazırladı.

Nasıl birlikte yaşayabiliriz?

Anayasa temel yasadır. Aslında kanunların kendisinden türetildiği bir kaynak değildir, siyasal olana ilişkin olanı, yani insan hakları ile devlet örgütlenmesinin dayandığı temel ilkeleri gösterir. Tarihsel örneklere de baktığımızda kanunlar anayasadan önce gelirler. Kanunlar anayasalardan çıkmamıştır, onlardan önce de vardırlar. Yine anayasalar özel ilişkileri düzenlemezler. Temel fonksiyonları devlet iktidarını sınırlandırmak, birey hak ve özgürlüklerini güvence altına almak, yönetenleri hukuka bağlamaktır. Türkiye'de yeni bir anayasa ihtiyacı eskiden beri dile getirilir. Hatta 2011 yılında pek çok sivil toplum örgütü bu konularda halkın görüşünü almak üzere toplantılar düzenlediler. Bunlardan birisi olan Yeni Anayasa Platformu (YAP)'a ben de katılmış ve o dönemde toplantılarda pek çok sosyolojik gözlem yapma imkanı bulmuştum. Yaklaşık 24 il ve ilçede 6 bin civarı kişinin katıldığı bu toplantılarda toplumun her kesiminden insanın davet edildiğini söyleyebilirim. Toplantılarda bu insanların yeni bir anayasadan beklentilerinin ne olduğunu anlattıklarını, anayasayla ilgili fikirlerinin alındığını gördük. Çok ilginç fikirler öne sürenler oldu. Bununla ilgili yayınlanan kitapçığa göz atılabilir. Kıssadan hisse, bu platformlarda taleplerini dile getiren insanlar aslında birlikte nasıl yaşayacaklarının imkanını da araştırmaktadırlar. Farklı etnisite, sosyal sınıf ve cinsiyetten gelen insanlar kendilerine nasıl birlikte yaşayabiliriz diye soruyorlardı.

Geniş tabanlı müzakere

Yeni anayasa girişimi, bizler için, bu çağda yaşayan bizler için büyük önem taşıyor. Çocuklarımıza daha güzel bir gelecek bırakabilmek için bireyin haklarını ve özgürlüklerini koruyan demokratik bir anayasaya süratle ihtiyacımız var. Bu anayasanın nasıl ve ne şartlarda yapılacağı da oldukça önem taşıyor. Anayasa eğer toplumsal bir sözleşmeyse anayasanın yapılma sürecine mümkün olduğunca çok sivil ve siyasi aktörün katılımı şarttır. Geniş tabanlı toplumsal katılımı içeren müzakereci bir süreç olmalıdır yeni anayasanın yapım süreci. Kapalı kapılar ardında sivil bir anayasa, toplum sözleşmesi yapılamaz. Halk siyasi temsilcileri ve sivil toplum örgütleriyle bu süreçte yer almalı, anayasa ile ilgili taleplerini dile getirerek süreci etkilemelidir. Anayasanın bir zümrenin, siyasi, etnik bir grubun veya sınıfın anayasası değil, herkesin anayasası olması için geniş tabanlı katılımın olduğu bir müzakere süreci gerekmektedir.

Darbe anayasası

Mevcut anayasamız, gayri meşru yöntemlerle hazırlanmış, darbe koşullarının üretimi bir anayasadır. Doğal olarak eskimiş vesayetçi yapıları destekleyen bir anayasadır. Sivil hükümetler tarafından vesayet odakları ne kadar geriletilirse geriletilsin bu anayasal koşullar altında söz konusu odaklar uygun siyasi iklimi bulur bulmaz eski konumuna geri dönecektir. İhtiyacımız olan anayasa seçilmiş başkanı ve parlamentoyu fonksiyonlarını yerine getirmede hem serbest bırakacak hem de denetlenmesini sağlayacak bir anayasa olmalıdır.

Seçilmişlerin anayasası değil, demokratik iradenin anayasası. Türkiye'de sürekli olarak toplumsal kutuplaşmadan söz edilmektedir ve bu durumdan herkes şikayetçidir. Bununla birlikte herkes yapılmış yeni anayasaya güvendiğinde mevcut toplumsal kutuplaşmanın da önüne geçilecektir. Neticede yeni anayasanın halkın iktidarını bürokratik vesayetten kurtarması beklenir bir durumdur. Yeni anayasa mevcut başkanlık sistemi için de oldukça önem arz etmektedir. Demokratik ilkelerle, hukuk ve insan hakları ölçeğiyle çağdaş bir şekilde sınırlanan bir lider kendisine de güven duyar. Milleti de ona güvenir. Anayasaya, demokrasiye, millete güvenen bir lider daha kolay karar alır ve hareket eder. Aktif, hızlı ve doğru karar alabilen bir lider bölge dinamiklerine de uygun düşecektir. Bugün muhalefet partileri güçlendirilmiş (!) parlamenter sisteme dönüş için toplantılar yapıyor olsalar da geçmişle ilgili şu gerçeği hiçbir şekilde değiştiremezler: yeterli çoğunluk elde edilemediğinde kurulan koalisyonlar sonrası başarısızlığın faturasının kimseye kesilememesi gerçeği. Siyasi ve ekonomik kriz vuku bulduğunda ve koalisyonlar dağıldığında sorumlu kim olacaktır? Millet kimden hesap soracaktır? Her bir koalisyon üyesi diğerine suçu attığında fatura kime kesilecektir? Cevap basittir: daha önce olduğu gibi fatura yine millete kesilecektir. 2001 siyasi ve ekonomik krizinde millet acı bedeller ödemiştir. Başkanlık sisteminde ise kötü ya da iyi gidişten tek sorumlu başkanın kendisidir. Adres bellidir. Kim olduğu bellidir, hesap sorulacak kişi bellidir.

Demagoji demokrasilerin en önemli niteliklerinden birisi. Anayasa ve başkanlık sistemi üzerine de bolca demagoji yapılıyor. Yeni kurulmuş bir sistemin tıkandığı yerler varsa eskiye dönmek yerine yeninin üzerinde çalışılabilir ve daha iyi hale getirilebilir. Muhalefet partilerinden beklenen geriye değil, ileriye gidiştir, ileriye doğru hamlelerdir. Bu hamlelerden birisi de denge ve denetimi sağlanmış bir başkanlık sisteminin oluşturulmasıdır. Geçmişte acı tecrübelerle öğrendiğimiz üzere koalisyonlar hiçbir şekilde yürümezken yeni anayasa süreciyle başkanlık sistemi çok daha da etkin ve sorunsuz çalışabilir.

[email protected]