Yeni bir dil kurmak

Dr. Necdet Subaşı / Yazar
26.12.2020

Kimse yeni bir dil kurmanın muhabbetle, dert sahibi olmakla, sorumluluk üstlenmekle ve bizden esas istenenin ne olduğuna bakmakla ilgili bir şey olabileceğine dikkat kesilmiyor. Oysa dünyayı yeniden kurmak kadar yeni bir dilin bize iyi geleceğini fark etmenin de sonuçta bizi bütün bu halimizle taşıyacağı bir dünyanın peşinde bir yerdeyiz.


Yeni bir dil kurmak

Dil her seferinde yeniden kurulur. Kendisine duyulan ihtiyaç onu hep bir aciliyetin parçası olarak yardıma çağırır. Onarılmayı, tahkim edilmeyi, açımlanmayı ve yeniden kurulmayı bekleyen dildir. Dilde her an yeniden var olan dünyamızı bulmak ve olup bitenleri de onunla anlamak isteriz; ondandır aramıza bir mesafe girsin istemeyiz. Bir dile sahip olamamanın çekilecek hiçbir tarafı yoktur, dilin bize yetmemesi ise ağır bir tıkanmadır, aşılması gerekir. Bize lazım olan “o” dil nasıl bulunur, nerden tedarik edilir, yokluğunun ya da eksikliğinin maliyeti nasıl karşılanır?

Yeni bir dil kurma düşüncesi giderek her düzeyden insan için bir kurtuluş statüsüyle gündeme geliyor. “Böyle olmaz, bu dille olmaz” yakarışları hızla çoğalıyor, herkes bizi bu badireden çıkaracak bir sözün peşinde. Bir söz ama dile düşmüş, karşılık bulma potansiyeli olan, hakikati bugüne taşıyan, bugünden yarına götürecek bir söz.

Yerleşik teamüller

Dünyayı umursayanlar yeni bir dilin peşinde. Yerleşik kabul ve teamüller üzerinde sağlam bir uzlaşıda buluşmak giderek zorlaşıyor. İnsanlar bildik mensubiyetlerinden kopuyorlar, kopmakla kalmıyor, bile isteye uzaklaşıyor ve başka bir mecranın, güçlü ve kavrayıcı bir hikâyenin peşine düşüyorlar.

Din artık bir alan konusu olarak ele alınıyor. Onun gündelik gerçekliği afaki ve enfüsi düzlemde kuşatma iddiası taşıyan bütüncül evreni bugün bölük pörçük ilgilerin çoğalttığı bir malumat kargaşasına dahil edilmiş gibi. Parçacı, sentetik ve eklektik ilgilerin bitirdiği bir dil artık kimseye özgün bir kapı aralama kudretine sahip değil. Din durduğu yerde duruyor durmasına ancak aracılar, taşıyıcılar, temsilciler ve yorumlayıcılar nezdinde dinin getirildiği verili düzlem hiç de güçlü bir maneviyat membaı olarak işlev görmüyor. Sahih olana yönelik sondajlar hakikati yerle bir etti; doğru olana erişim kaygısı pespaye bir mutlaklık arzusuyla tutuşan iman sahiplerini birbirine düşürdü.

Yeni bir sözde karar kılmak artık sıkça tekrarlanan bir arayışın etkileyici bir formulasyonü olarak dillere pelesenk oldu. Dert sahipleri “bu böyle olmaz, kesin bir yerde yanlışlık yaptık” dediklerinde sorunun birbirinden bağımsız işlemeye başlamış muhteviyatına odaklanmakta artık giderek daha çok zorluk çekiyoruz. Ne yapmalı sorusu, bir ideolojiye kapılmaksızın cevaplanamıyor; nerden başlamalı sorusu güçlü ve dirençli bir motivasyon duygusundan epeydir uzak.

Bıktırıcı söz oyunları

Gündelik dilin sıradan akışına teslim edilmiş ve bu dil içinde yuvalanmayı marifet bilmiş bir dinselliğin sonuçta kişiden kişiye değişen ve çoğalan yüklü söz dağarcığıyla herkesin iflahını kesmeye yettiğini görmek acıtıcı. Din sıkıştırıldığı alandaki laik ve seküler muhafızların savunusuna ikna olarak varlığını sürdürmeye zorlanıyor. Din dilinin içinde şekillenen belli başlı söylem biçimleri de birbirilerini muhatap aldıkları ölçüde adım adım kendilerini tüketmeyi göze almış durumdalar.

Yeni bir dil kurma ihtiyacı, bıktırıcı söz oyunları, asap bozucu mirasyedilikler, pespaye kavga seansları, bilenle bilmeyen arasında hiçbir fark gözetmeyen birbirine eşitlenen husumetler ve büyük küçük saymayan edep kayıpları karşısında kendi arayışını meşrulaştıran bir dert edebiyatıyla sahaya dahil oluyor.

Yıpranmış, menzilini kaybetmiş, bitirimleştirilmiş bir dilin bugün yeniden canlandırılması için ne yapılabilir? Gündelik pratiklerin rutinine teslim edilmiş bir sıradanlıktan medet umanların arayıp bulamadığı bir derinliği olabildiğince elitist bir müzakere alanının içinde yuvalanmış bir muammada bulabilir miyiz?

Yeni bir dil kurma çabasını türedi ve heveskar bir zaman eğlencesinden ayrı tutarak sürdürmenin mümkün arayışları bizi yeni bir düşünme biçimine, özgün bir kavrayış haritasına, yüzleşme ve hesaplaşma çabalarına açık olmaya davet ediyor. Tarihin, coğrafyanın, geleneğin, ekonomi ve politiğin savruk endişeleriyle biçimlenmiş bir arada kalmışlığın bugün kimseye iyi gelmediği açık. Geleneği yetersiz ve hazırlıksız söylem akışlarıyla gözden çıkarmak kadar bugünün ve yarının getirdiklerini yorgun ve enerjisi kaybolmuş bir geçmişin kült değerleriyle karşılamak hep rastlaştığımız bir uygulama adımı. Oysa dil bizim sınırlılıklarımızı da sınırsızlıklarımızı da afişe eden bir referans içinde kendine bir ses yakalıyor.

Dökük bir emtia

Belli ki bu alışılmış dilin kayıpları hepimize dokunmaya başladı. Müktesebatımızın tedavülde bir karşılığı yok. En azından bugüne getirdiklerimiz çoklukla hasarlı ve kimsenin bu derece dökük bir emtiayla yola devam etme hesabı kalmamış. Bugünü ve yarını cesaretle karşılamanın gereksiz aceleciliği içinde elimizde avucumuzda ne varsa hepsini üşenmeden gözden geçirmemizi zorunlu kılan bir hassasiyet çoktan terk edilmiş durumda. Oysa eldeki mevcut birikimle hiç vakit kaybetmeden buluşmak, bunların ne kadarıyla yola devam edileceğine, ne kadarıyla ne olur ne olmaz diye bir pazarlık yapacağımıza, hangilerini kapının önüne koyacağımıza esaslı bir dünya bilgisiyle, güçlü bir kavrayışla karar vermemiz gerekirdi. Dünden vazgeçmeye çoktan hazır, yarını karşılamaya her zaman heveskar bir dünya tasavvurunun elinde birer aparattan farklı durmayan din ve tefekkür de sonuçta etrafa saçılmış onca bakiyenin nasıl okunacağı konusunda kendini arafta hisseden pek çok sesin bir dile dönüşmesini hızlandırıyor.

Bir derdin aşınması

Sürekli aynı şeylere yapılan vurgu, sık sık tekrarlanan dil kurma arzusu sonuçta ortaya konulması bir hayli gecikmiş bir derdin aşınmasına, enerjik tabiatının sönümlenmesine yol açıyor. Hemen herkesin bir ucundan tutarak söze karışmayı murat ettiği bir ortamda dilin esas sahipleri, sorunun kaynakları, arayışın dinamikleri mütemadiyen ıskalanmak durumunda kalıyor. Oysa entelektüel çaba hayatı kollar, orada içkin olanın anlamına odaklanır, onu geçmişin ve geleceğin fırsatlarıyla b uluşturur. Anlama çabasına değer katan onu varlığın dünyasına dahil etme noktasındaki heyecanda açıklık kazanır. Oysa bugün dilin hangi zeminde kurulacağı konusu gerçek bir belirsizlikle ve hayatiyetini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Dil kurma hevesi tüketici bir aydın heveskârlığından kendini kurtarmak zorunda.

Kuşaklar arasında giderek derinleşen iletişim sorunları başta din ve felsefe olmak üzere hayatın anlamına ilişkin arayışların tatminkâr dillerini bulma konusunda hepimizi açıkta bırakan bir özerklik duygusunu kamçılıyor. Sesler birbirine karışmıyor, diller muhabbet etmiyor, sohbetler örgüt lehçesiyle tatmin olmayı seçmiş durumda.

İki dünyalılık

Kimse yeni bir dil kurmanın muhabbetle, dert sahibi olmakla, sorumluluk üstlenmekle ve bizden esas istenenin ne olduğuna bakmakla ilgili bir şey olabileceğine dikkat kesilmiyor. Oysa dünyayı yeniden kurmak kadar yeni bir dilin bize iyi geleceğini fark etmenin de sonuçta bizi bütün bu halimizle taşıyacağı bir dünyanın peşinde bir yerdeyiz. Acaba “dareyn saaadeti” denilen bir iki dünyalılık bilinci bize nereden başlayacağımız konusunda sahici bir referans noktası verebilir mi? Biraz da buna bakanlarımız olsa, bunu bütün içeriğiyle konuşsak, bir yolunu bulsak.

@darulmedya

Dr. Necdet Subaşı / Yazar