‘Yeni CHP’nin yeni had bildirme tarzı

Doç. Dr. Fahrettin Altun - İst. Şehir Ünv. Öğretim Üyesi
2.11.2013

‘Başı-örtülü’ ve ‘başı-açık’ kategorileri ve onlar üzerinden oluşturulan dikotomi sosyolojik değil ideolojik bir zemine dayanıyor. Söz konusu zeminin buharlaşması siyasetin ve sosyolojinin önünü açacak bir gelişme olacaktır.


‘Yeni CHP’nin yeni had bildirme tarzı

Demokratikleşme Paketi’nin Türkiye siyasal hayatına getirdiği normalleşme ortamı meyvelerini vermeye devam ediyor. Kamuda başörtüsü yasağının kalkması, birçok kamu kurumunda olduğu gibi TBMM’de de başörtülü çalışabilme imkanını doğurdu ve 31 Ekim’de dört AK Partili kadın milletvekili başörtülü olarak TBMM Genel Kurul’una katıldı. Ve böylelikle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yeni bir sayfa açılmış oldu. 

Abartıyor muyum dersiniz? Abartmadığıma delil getirmek için ben de bugünlerde sıkça yapıldığı gibi Refah Partisi İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı’ya TBMM çatısı altında 2 Mayıs 1999’da yapılan zulmü hatırlatabilirim. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “burası devlete meydan okunacak yer değildir, bu kadına haddini bildirin” sözlerini sarfederken kustuğu nefretin toplumda yarattığı travmalardan bahis açabilirim. Fakat bu yetmez.

Zira başörtüsü sorunu, Kemalist Türkiye’nin ayrımcı politikalarının en somut göstergelerinden biridir. Kemalist rejimin tepeden inmeci çağdaşlaştırma projesinin bir ürünüdür. Türk jakobenizminin kadın bedenine yönelik tasarrufundan neşet eden başörtüsü zulmü, sadece “sistem”e değil, aynı zamanda “gündelik hayata” ilişkin bir şeydir. Bir başka deyişle Kemalist sistemin gündelik hayatı sömürgeleştirmesinin somut bir örneğidir. 

‘Yeni Türkiye’de muhalefet

Başörtüsü sorunu sadece 1930’ların totaliter zihniyetinin ya da onun temsilcisi konumundaki bürokratik oligarşinin yarattığı bir sorun da değildir. Başörtüsü sorunu örneğin katıldığı canlı televizyon programında “türbanlı öğrenciye ders vermemek Anayasal hakkımdır” diyen profesörün, TRT’de katıldığı bir canlı televizyon programında “üniversiteye başı kapalı giremezsiniz, Anayasa Mahkemesi koymuş, Danıştay koymuş, AİHM koymuş, başı bağlı olarak okutulan yerler vardır, oralara git Suudi Arabistan’da filan vardır, oralara git” diyen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gibi “devlet adamları”nın, “örtünmeye evet diyorum ama türbana hayır diyorum” diyen Murat Karayalçın gibi sözümona muhalif siyasetçilerin, “okul birincisi olduğum halde törene katılmama müsaade edilmedi” diye bağıran genç kızın ağzını kapatıp “konuşma, konuşmaya hakkın yok senin” diyerek onu tartaklayan öğretmenin, başörtülü yaşlı kadını, başı açık fotoğrafı olmadığı için devlet hastanesine almayan ve “benim babaannem de başörtülü, ama bana verilen emir böyle almayacaksın deniyor. Niye alayım şimdi” diyen hemşirenin ve daha nicelerinin performansları ile gündelik hayatın alanına taşınmıştır. Özellikle üniversite ortamı ve siyaset sahası başörtüsü sorununun her düzeyde kendisine yer bulduğu zeminlere dönüşmüştür. 

İşte bu nedenlerle TBMM Genel Kurulunda ve kürsüsünde başörtülü milletvekillerinin olması, kamu kurumlarında başörtülü kadınların çalışabilmesi ve yıllar yılı başörtüsü sorununun merkezî üssü olarak öne çıkan üniversiteleri koordine eden kurumun bugünkü başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın Demokratikleşme Paketi’nin hemen ardından “devlet üniversitelerine başörtülü rektör” atanabileceği yönündeki açıklaması yeni bir dönemde ve yeni bir Türkiye’de yaşadığımızın apaçık kanıtları. 

Peki bu yeni dönemin siyasal muhalefeti bu değişime ayak uydurabilmiş durumda mı? Bilindiği üzere başörtülü milletvekillerinin TBMM çatısı altında görev yapması konusu gündeme gelir gelmez, mikrofonlar başbakana yöneltildi ve başbakan Erdoğan, “iç tüzükte başörtülü vekillerin girmesine engel olmadığı” yönündeki net kanaatini ifade etti. Başbakanın bu açıklamasının hemen ardından ise gözler CHP’ye yöneldi. O günden 31 Ekim tarihine kadar CHP yönetimi ve milletvekillerinin nasıl bir tavır takınacağı tartışıldı. Kimileri CHP’nin Kılıçdaroğlu sonrasında daha da belirginleşen neo-Kemalist ve ulusalcı damarı nedeniyle bu sürece açıktan direneceğini, kimileri ise direnme şansı olmadığı için sessizce yutkunacağını belirtti. 

31 Ekim akşamı, genel hava CHP’nin olumlu ve mutedil bir tavır takındığı yönündeydi. Doğrusunu isterseniz ben CHP’nin tavrını bu denli pozitif nitelememize elveren davranışının ne olduğunu anlamakta zorlanıyorum. Sanıyorum mesele CHP’ye ilişkin beklentilerin düzeyi ile ilgili. CHP’lilerin Meclis salonunda başörtülü bir milletvekili gördüğünde bütün rasyonalitelerini kaybedebilecekleri, kendilerini Kemalizmin yılmaz bekçileri olarak başörtülü vekillere karşı siper etmeye kalkışabilecekleri gibi bir beklenti söz konusuydu belki de. Türkiye’nin geldiği nokta adına sevindirici olan, Meclis çatısı altında geçmiştekine benzer bir vandalizmin yaşanmamasıydı elbette. 

Bununla birlikte ben 31 Ekim günü Meclis’te söz alan iki CHP’li vekilin, Muharrem İnce ve Şafak Pavey’in konuşmalarını ve bir diğer CHP’li vekil Dilek Akagün Yılmaz’ın üzerinde Atatürk ve Türk bayrağı resmi taşıyan bir tişörtle Genel Kurul salonuna gelmesini göz önünde bulundurduğumda, CHP’nin tavrını en hafif deyimiyle tutucu, anti-demokratik ve ötekileştirici bir tavır olarak nitelendirmek gerektiğini düşünüyorum. 

Şafak Pavey buyurdu ki

Meclis Genel Kurulunda gündem dışı söz alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Şafak Pavey, bir yandan hakikatin tekelini elinde bulunduran bir yargıç edasıyla kendisiyle aynı statüde çalışan kimi mesai arkadaşlarına (“başını örten” AK Partili vekillere) bundan böyle  neler yapmaları gerektiğini belirtirken, bir diğer yandan AK Partinin “başı açık” kadın milletvekillerini “vitrin vekilleri” olarak niteleyerek yeni dönemde kendilerine gerek kalmadığı imasında bulundu. 

Kadınlık üzerinden tesanüd vurgusu yapan, kadın özgürlüklerinin altını çizen Pavey, kadın milletvekillerini “rasyonel siyasi özne”ler olarak değil, kaderleri AK Partili erkekler tarafından belirlenen “kozmetik unsurlar” olarak nitelendirmektedir. Bu bağlamda Pavey’in kadın milletvekillerini “başı-örtülü” ve “başı-açık” diye özcü kategorilere ayırması ve onları bu özcü kategorilerden hareketle değerlendirmesi de CHP geleneğine son derece uygun bir siyasi reflekstir. 

CHP söylemi, yıllar yılı kadınların ya “kötücül siyasi niyetler” dolayısıyla ya da “kandırıldıkları” için başlarını örttüklerini ve kamusal alanda başörtülü bir biçimde yer alma talebinde bulunduklarını iddia etmiştir. Pavey de aynı çizgiyi sürdürerek kadınların “kendilerini kontrol eden aile güçleri tarafından zorla kapatıldıkları” tezini tekrar etmiş, “beş yaşında örtülen, on beş yaşında evlendirilen kızlarımız”a yaptığı referansla Türk oryantalizminin klişelerini yeniden üretmiştir. 

Pavey’in konuşması, birçok açıdan CHP ve Kemalist ideolojinin “korku politikası” geleneğine uyumlu bir çizgide ilerlemiştir. “Sekülerizmin geleceği ile ilgili muazzam endişeler” taşıdığını belirten Pavey, yeni bir “Şeriatın Ayak Sesleri” tiyatrosu oynamış, “hukukun karşısına dini koyan anlayış”tan korktuğunu belirtmiştir. Bu süreçte Pavey, net bir “siz-biz” ayrımı yapmış, kendisini “Sivas’ta yakılan, Gezi’de vurulan, evlerine işaret konulan, hayat tarzından ötürü cezalandırılan”ların kampında konuşlandırarak esas mağdurun kendileri olduğunu belirtmiştir. 

Bütün bunların yanında beni Pavey’in konuşmasında dikkat çeken bir diğer nokta, Türkiye’nin kronik sorunlarının hesabını o gün ilk defa farklı bir kıyafetle meclise gelen kadın vekillerden sormaya kalkışmasıydı. Kadın vekillerin “kendi inanç özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyeti” niçin Ruhban Okulu, azınlık okulları, cemevleri” vb. gibi alanlarında göstermediklerini sorgulayan Pavey’e göre “bundan böyle; mini etek giydiği için işten atılan, sol kulağı küpeli olduğu için dövülen, dekoltesi bakanın hoşuna gitmediği için linç edilen, oruç tutmadığı için öldürülen, Hıristiyan olduğunu gizlemek için isimlerini değiştirenlerin güvenlikleri, herkesten çok bu kadın vekillere emanettir”. 

Burada kullanılan moralist siyaset dili, her şeyden önce CHP’nin yeni dönemde AK Parti’ye siyasal pragma elde ettirmemek adına devreye soktuğu bir dildir. Nitekim CHP’li Muharrem İnce de konuşmasını bu bakış açısından yapmış, “benim ninem de hacıydı” söyleminden “benim kızkardeşim 12 yaşından beri başörtülü” söylemine geçilmiş, kulun Allah karşısındaki konumuna dikkat çekilmiş, başörtüsü dışındaki dinin emirleri hatırlatılmıştır. 

İdeoloji değil sosyoloji 

CHP, söz konusu tarihi oturumda bir yandan Kemalist reflekslerine, bir diğer yandan Kılıçdaroğlu siyasetine uygun bir tarzda tepki vermiştir. Kılıçdaroğlu, 2010’dan bu yana “başörtüsü meselesini biz çözeriz” mesajı vermiş, nasıl sorusuna ise daimi surette “olay başörtüsü sorunu da değildir. Peki ya başı açıkların sorunu yok mu? Onların da sorunları var” diye cevap vermiştir. Bir diğer yandan CHP yönetimi başörtülü kadınları ya kandırılmış, pasif ve irrasyonel varlıklar olarak ya da kötü niyetli siyasal amaçlar besleyen özneler olarak görmeye devam etmişlerdir. 

Umuyorum başörtüsü yasağının kalkması ve 31 Ekim’de atılan sembolik adım artık siyasetten popüler kültüre hemen her alanda toplumsal sınıf mesabesinde görülen “başı-örtülü” “başı-açık” kategorilerini normalleştirir. Çünkü bu iki kategori ve onlar üzerinden oluşturulan dikotomi sosyolojik değil ideolojik bir zemine dayanıyor. Söz konusu zeminin buharlaşması siyasetin ve sosyolojinin önünü açacak bir gelişme olacaktır. 

[email protected]