Yeni dünya düzeni miti ve neo-liberal çatışma dinamiği

Necdet Özçelik / Yazar
26.03.2022

Liberal düşünce sisteminin kurduğu yeni dünya düzeni iddia edildiğinin aksine küresel bir barış iklimi ve istikrar getirmedi. Aksine tek taraflı askeri ve ekonomik müdahaleler nedeniyle birbirine entegre olmuş tüm aktörler üzerinde yarattığı etkiler nedeniyle küresel bir istikrarsızlığa sebep olarak potansiyel çatışmaları canlandırdı.


Yeni dünya düzeni miti ve neo-liberal çatışma dinamiği

Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle başlayan süreçte uluslararası örgütlerin işlevselliği, yapısal şekilleri ile bölgesel ve küresel krizlere dönük ikircikli yaklaşımları yeniden tartışmaya açıldı. Ukrayna'daki savaşın fiziki olarak bölgesel veya küresel bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği tartışılırken, savaşın dünya düzeni içindeki sosyo-ekonomik etkileri çoktan Ukrayna sınırlarını aştı. Rusya'nın saldırgan askeri tavrı ile ABD öncülüğündeki Batılı küresel hegemonların sistemik ağırlığı arasındaki çatışmanın Uzak Doğu'da Tayvan ile Orta Doğu'da Körfez bölgesindeki diğer çatışma dinamiklerini de harekete geçirebileceğine dair emareler izlenmektedir. Bölgesel çatışmaların önlenememesi, etkilerinin küreselleşmesi, aktörlerin vekaleten desteklenmesi ve muarızların bütünüyle dışlanması mevcut dünya düzenin de tartışılmasına neden olmaktadır.

Jeopolitik düşünce değişimi

Mevcut dünya düzenine nasıl gelindiğini anlamak için jeopolitik düşünce sistemindeki değişime kısaca bakmakta fayda var. Jeopolitik düşüncenin son yüzyıldaki tarihi gelişiminde üç ana yaklaşımın etkisi görülür. İkinci Dünya Savaşı öncesinde İngiliz ve Alman etkisindeki emperyalist düşünce, Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik çatışma, Soğuk Savaş'tan sonraki süreçte ise ABD etkisindeki liberal düşünce küresel jeopolitik üzerinde etkili olmuştur. İçinde bulunduğumuz jeopolitik düşüncenin sistemin etkisinde şekillendiğini söyleyebiliriz. Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte liberalizmin mutlak zaferini ilan eden Batılı düşünürlerin büyük bir bölümü yeni bir dünya düzeni kurulduğunu ilan ederler. Öyle ki bu düşünürlerden Fukuyama insanoğlunun ideolojik evriminin son noktasına ulaştığını ve Batılı liberal demokrasinin beşeri yönetim biçiminin son evresi olarak evrenselleşmesi gerektiğini iddia eder. Sermaye ve endüstri ürünü malların ülkeler arası serbest dolaşımını destekleyen ancak emek dolaşımına sınırlama getiren yeni dünya düzeninin ise küresel sermayeyi daha üstün hale getirerek devletlerarası bağımlılığı hem derinleştirip hem de asimetrik bir hale getirdiği ifade edilebilir. ABD'nin dünya siyaseti üzerinde kapital üstünlüğünü inşa ettiği yeni liberal sisteme iki eski ideolojik düşmanı Rusya ve Çin direnmeyerek 1990'lı yıllar ile 2000'li yılların başında pragmatik bir şekilde uyum gösterdiler. Böylelikle, ABD öncülüğündeki ittifaklar tek taraflı ve maliyeti büyük müdahalelerle meşgulken, ABD ve Çin hem kendi ulusal güçlerini konsolide etmeyi başardı hem de yeni dünya sistemi içindeki kırılgan alanlara hükmederek sistem içindeki işlevselliklerini pekiştirdi. Liberal sistemin ekonomik çarklarının döndüğü enerji güvenliği Rusya'nın manipülasyon alanına girerken, sanayi ürünleri de Çin'in tekeline girmiş oldu. Bu süreçte, artan nüfusu ve insan gücüyle birlikte sanayi yatırımlarını artıran Hindistan'ın da Çin'e benzer şekilde liberal dünya düzeni içinde önemli bir aktör haline geldiği görülmektedir.

Çatışmanın ihalesi

Jeopolitik düşüncenin değişim süreci etkisi savaşın dönüşümü üzerinde de etkisini gösterdi. İkinci Dünya Savaşı da dahil olmak üzere ittifaklar arasında yürütülen konvansiyonel savaşlar, Soğuk Savaş döneminde yerini ittifaklar arası çatışmasızlığa bırakarak mevzii gerisindeki tehdit şeklinde seyretti. Soğuk Savaş'tan sonraki süreçte ise küçük ölçekli konvansiyonel ve düzensiz savaşların küresel etkileri görülmeye başlar. 1991 Körfez Savaşı, 1992 Bosna Savaşı, 1994 Çeçenistan Savaşı, 2001 Afganistan İşgali ve 2003 Irak işgali küçük ölçekli konvansiyonel savaşlar arasındaki yerini alırken, 1998'de başlayan ve 2001 yılında küresel bir tehdit olarak sunulan terörizm etrafında gelişen çatışmalar düzensiz savaş örnekleri olarak kayda geçer. Günümüz liberal dünya düzeni içinde savaşın vekil aktörlere ihale edilerek fiziki etki alanının sadece çatışma alanıyla sınırlandırıldığına, çatışmanın da kamu diplomasisi, ekonomik yaptırımlar gibi silahsız yöntemlerle desteklenerek etkisinin çatışma alanı dışına taşındığı bir çatışma doğasına tanıklık etmekteyiz.

Risk ve maliyet hesabı

Savaşlar devletler ile uluslararası örgüt/ittifakların dış politikalarında süregelen temel müdahale aracıdır. Ancak askeri güç kullanımının risk ve maliyet hesabı ekonomik yaptırımları daha kullanışlı müdahale aracı haline getirmiştir. Liberal düşünce sistemi üzerine inşa edilen yeni dünya düzeninde, orta ve büyük ölçekli muarız aktörlere müdahale yöntemi olarak askeri enstrümanlar yerine ekonomik araçların tercih edildiği görülür. İran gibi Rusya'ya karşı uygulanan ekonomik yaptırımların da askeri güç kullanmanın risk ve maliyetlerinden kaçınmak için tercih edildiği ortadır. Rusya'ya uygulanan yaptırımların uluslararası iki örgüt olan G7 ve Avrupa Birliği (AB) aracılığıyla uygulandığı görülmektedir. G7 ülkelerince uygulanan yaptırımların AB ülkelerine oranla daha hızlı ve agresif bir şekilde hayata geçirildiği gözden kaçmazken, AB'nin yaptırımları daha tereddütlü hayata geçirdiği görülmüştür. Bunun nedeni ise enerji-pazar bağımlılığı arasındaki denge meselesiyle açıklanabilir. G7 ülkelerinin enerji güvenliği alternatif tedarik kaynaklarıyla sağlanabilirken Rusya'nın bu ülkelere temelden pazar bağımlısı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak, AB ve Rusya ilişkilerindeki enerji-pazar bağımlılığı daha dengeli ve yapısaldır. AB'nin Rusya'ya yaptırımlarını arttırması durumunda hem Rusya hem de AB üzerindeki yıkıcı etkisi daha büyük olacaktır. Bu durumda Rusya'nın alternatif Çin, Hindistan ve Türkiye gibi pazarlara yönelmesinin mevcut dünya düzeninde bir değişime de neden olabileceği beklenebilir.

Alternatif bir dünya düzeni mi?

Yaptırımların genellikle tek başına kullanıldığı görülmekle birlikte silahlı çatışma süreçlerini hazırlamak veya devam eden çatışmaları desteklemek amacıyla da uygulandığı görülmektedir. Rusya'ya uygulanan ekonomik yaptırımların devam eden çatışmayı arzu edilen şekle çevirmek için destekleyici bir konjonktürel rolü olduğu ortadır. Ukrayna'nın ulusal güvenlik mücadelesi verdiği gerçeğinin yanı sıra, liberal dünya düzeninin savaşını da vekaleten yürüttüğü söylenebilir. Liberal düzenin hegemonlarının saldırgan Rusya'ya karşı askeri olarak karşılık vermeyip Ukraya'yı vekil aktör olarak eğit-donat-savaştır stratejisiyle harekete geçirdiği, müteakibinde Rusya'ya karşı ekonomik yaptırım uygulayarak pasifist bir müdahaleyle yıpratarak sonuç almaya çalıştığı görülmektedir. Bu da neo-liberal düzenin çatışmaya bakış açısını yansıtmaktadır.

Liberal düşünce sisteminin kurduğu yeni dünya düzeni iddia edildiğinin aksine küresel bir barış iklimi ve istikrar getirmedi. Aksine tek taraflı askeri ve ekonomik müdahaleler nedeniyle birbirine entegre olmuş tüm aktörler üzerinde yarattığı etkiler nedeniyle küresel bir istikrarsızlığa sebep olarak potansiyel çatışmaları canlandırdı. Uluslararası örgütlerin de hegemon güçlerin enstrümanları haline geldiği süreçte, uluslararası birlikler ve ittifakların misyonları ve işlevleri daha da tartışılır bir hal almıştır. Konjonktürel dışlamaların ve sistematik yaptırımların ulus devletler üzerindeki kronik etkileri yeni olarak ifade edilen mevcut dünya düzeninde yapısal bir değişim meydana gelmesini zorunlu kılmaktadır. Aksi bir durum, haklı veya haksız nedenlerle müşterek mağduriyetler yaşamış ulus devletleri birbirine yakınlaştırarak alternatif bir dünya düzeni kurmaya mecbur bırakabilecektir. Muhtemel alternatif bir düzenin enerji-üretim-tüketim ilişkisi ekosisteminde Doğu Avrupa-Tayvan-Körfez çatışma üçgeni içinde yer alan birçok aktörü de içine alacak şekilde gelişmesi beklenebilir. Bu da yeni bir jeopolitik değişim ve çatışma dönüşümü anlamına gelmektedir.

@necdet4059