Yeni ekonomi paketinden ne çıktı?

Prof. Dr. Ayfer Gedikli / Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı
18.02.2022

Enflasyonla mücadele, tüm ekonomik birimlerin topyekün mücadelesi ile başarılı olabilir. Bu nedenle enflasyonla etkin bir mücadele için kamunun yaptığı fedakârlığı destekleyecek şekilde firmaların da özveride bulunması ve çaba sarf etmesi hayati önemdedir.


Yeni ekonomi paketinden ne çıktı?

Birçok ülkede farklı isimlerle uygulanan ve dolaylı bir vergi olan Katma Değer Vergisi (KDV) Türkiye'de Turgut Özal'ın başbakanlığı döneminde 1985 yılında hayata geçmiştir. O dönemde KDV'nin tüm toplum katmanları tarafından kabulü ve uygulamanın başarılı olması için değerli tiyatro sanatçımız rahmetli Ayşegül Atik hanımefendinin hala hafızalarımızdan silinmeyen "bir alışveriş bir fiş" sözleri ile sloganlaşan kamu spotları yayınlanmıştı.

Fiş hassasiyeti dönemi

Uygulamada bir yandan vatandaşlara her ay sonunda doldurdukları vergi iade zarfları ile ödedikleri KDV'nin belli bir bölümünün iadesi ile ek gelir sağlanırken, diğer yandan vatandaşlar aracılığı ile vergi gelirlerinin üretici/satıcı üzerinde kalması yerine kamu kaynaklarına dönmesi hedeflenmiştir. Bu model, vatandaşların adeta birer gönüllü vergi müfettişi gibi fişlerini hassasiyetle toplayarak KDV gelirlerinin kamuya akmasına yardımcı olmasını sağlamıştır. "Fiş/fatura almazsak fiyat ne olur?" pazarlıkları yerini "aman fişimi eksik kesme" hassasiyetine bırakmıştır. Yıllar içinde vergi iadesinin vatandaşa bakan tarafında etkinlik önemli ölçüde zayıflasa da KDV vazgeçilmez bir kamu geliri olmuştur. Bu dolaylı vergi zamanla vatandaş için satın aldığı malın fiyatının mütemmim cüzü olmuş, malın fiyatının içinde unutulup gitmiştir.

Pandemi öncesi dönemde birçok mal ve hizmet için yüzde 18 civarında olan KDV oranları, salgın döneminin ekonomi üzerindeki resesyon etkisini azaltmak ve gıda maddelerinden başlamak üzere birçok mal ve hizmette vatandaşa destek olmak maksadıyla kimi sektörlerde yüzde 8, kimilerinde yüzde 1'lere çekilmiştir. Yavaşlayan ekonomik aktivitelerin kısmen normalleşmesiyle birlikte 01 Ekim 2021 tarihinden itibaren geçici olarak yüzde 1'e indirilen KDV oranları yüzde 8'e, yüzde 8'e indirilen KDV oranları yüzde 18'e yeniden yükseltilmiştir. Öte yandan, geçen birkaç ay içerisinde hızla artan enflasyon, mal ve hizmet fiyatlarının hızla yükselmesine sebep olmuştur.

TCMB verilerine göre; Ocak 2021'de yüzde 14,97 olan TÜFE, Haziran 2021'de yüzde 18,95'e ve Kasım 2021'de yüzde 21,31'e, takip eden iki ayda ise sırasıyla yüzde 36,08 ve yüzde 48,69'a yükselmiştir. Enflasyon oranlarındaki bu sert artışlar, günlük hayatta gıda başta olmak üzere birçok tüketim malında hızlı fiyat artışlarının yaşanmasına yol açmıştır.

Enflasyon, toplumun bütün katmanlarını olumsuz etkileyen bir ekonomi hastalığıdır. Ekonomide nispi fiyat yapısının değişmesi ile kaynak dağılımında optimizasyondan uzaklaşılır. Yüksek enflasyon ortamında tasarruf düzeyleri azalırken, fiyatların hızla artacağı beklentisi harcamaları arttırır. Bu nedenle enflasyonla mücadelede Merkez Bankaları tarafından sıklıkla başvurulan yöntemlerden birisi sıkılaştırıcı para politikası enstrümanı olarak faiz oranlarının arttırılması ile tüketimin kısılması, tasarrufun teşvik edilmesidir. Bu politika bir çeşit acı reçetedir ve maalesef yüksek gelir grubuna mensup ve yüksek mevduatlara sahip bireylerin artan faiz oranları üzerinden daha fazla rant ve risksiz kazanç elde etmesine fırsat verirken, herhangi bir birikimi olmayıp ancak günlük yaşayarak hayat mücadelesi veren toplum katmanları ile aralarındaki gelir eşitsizliğinin daha da artmasına yol açar. Bir başka deyişle enflasyonist ortamda, gelir ve servet dağılımı değişir, zengin ile yoksul arasındaki gelir uçurumu artar. Alt ve orta gelir grubuna mensup toplum tabakaları enflasyonist ortamdan en fazla etkilenen sınıfı oluşturur. Bilhassa dar gelirli kesim, hızlı artan enflasyon oranlarına denk düzeyde gelir artışlarına sahip olamadıklarından artan fiyatlar karşısında hızla yoksullaşırlar. Yıllık nominal ücret artışları zahiren gelir artışı hissi verse de aldıkları ücret artışları çok zaman enflasyon oranlarının altında kaldığından reel olarak yoksullaşırlar.

Salgının sebep olduğu türbülanstan çıkmaya çalışan Türkiye'de son aylarda enflasyonun hızlı artışı birçok sektörde yüksek fiyat artışlarını da beraberinde getirmiştir. Gıda maddeleri başta olmak üzere artan fiyatlar, hanehalkının giderek artan mutfak maliyetleri ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Kış mevsiminde olmanın dezavantajı ile tarımda yeni sezon mahsullerin de toplanamaması meyve/sebze fiyatlarında yüksek artışlarını beraberinde getirmiştir. Öte yandan, artan elektrik, doğalgaz ve akaryakıt fiyatları girdi maliyetlerinin artmasına yol açmış; üretici/tedarikçi/satıcılar tarafından bu zamlardan kaynaklı maliyet artışları ürün fiyatlarına yansıtılmıştır. Temel gıda maddeleri başta olmak üzere, birçok market ürününde yaşanan fiyat artışları en çok düşük gelir grubunda olan vatandaşları etkilemiştir. Bu çerçevede 12 Ocak 2022 tarihinde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Nurettin Nebati, enflasyonun dar gelirli kesim üzerinde sebep olduğu sıkıntıların kısmen hafifletilmesine ve yatırımların finansmanında yerel kaynakların daha aktif kullanılmasına yönelik bir ekonomi destek paketi açıklamışlardır.

KDV indirimleri

Paketin ilk bölümünde, temel gıda ürünlerinde yüzde 8 olan KDV oranlarının yüzde 1'e indirildiği açıklanmıştır. Özellikle dar gelirli kesim için oldukça önemli olacak bu uygulama, adeta düşük gelirli bireylerin yüzde 7 nispetinde daha fazla gelire sahip olmalarını sağlayacaktır. Resmi Gazete'de yayınlanması ile uygulamaya başlanacak yüzde 1 KDV uygulamasına, bir mobil uygulaması da eşlik edecek ve satın alınmak istenen ürünün en uygun fiyatla nerede satıldığı tüketici tarafından takip edilebilecektir. Devletin önemli bir vergi gelirinden fedakârlık ederek vatandaşa bir çeşit kamu transferi gerçekleştirmesi, artan enflasyonun en fazla zorladığı kesimleri destekleme noktasında iyi bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Sayın Bakan açıklama yaparken hemen herkesin aklına "Acaba etkin şekilde uygulanabilecek mi? Marketler devletin feragat ettiği yüzde 7'lik indirimi fiyatlara yansıtacaklar mı? Yoksa fiyatları değiştirmeyip karlarını arttırırlar mı?" soruları gelmiştir. Bu konuda Sayın Bakan, konunun takipçisi olacaklarını açıklamış ve KDV indirimleri yapılması konusunda marketlerin sıkı şekilde denetleneceğini belirtmiştir. 2008 Küresel Finansal Kriz döneminde yaşanan resesyonun Türkiye'de otomotiv sektörünü olumsuz etkilediği dönemde benzer bir uygulama yapılmış, 2009 yılı Mart ayında ÖTV oranları yüzde 37'den yüzde 18'e indirilerek sektörde hareketlilik sağlanmaya çalışılmıştır. Yüksek ÖTV indirimleri nedeniyle artan birinci el otomobil talebi karşısında firmaların fırsatçılık yaparak fiyat yükseltmeleri üzerine Sayın Cumhurbaşkanı devreye girmiştir. Yapılan ÖTV indiriminin kamunun gelirinden önemli bir fedakârlık olduğunu, ancak bu fedakârlığın amacının otomobil satıcılarının karlarını arttırmak değil, yavaşlayan sektöre destek olmak olduğunu vurgulamış ve firma sahiplerinden artan talep nedeniyle yaptıkları fiyat artışlarını geri almalarını talep etmiştir. Bu örnekten hareketle, KDV indirimi uygulamasında tüketiciye hizmet veren market/tedarikçi/üreticilerin fırsatçılık yapmalarının ya da KDV indirimlerini istismar etmelerinin önüne geçecek tedbirlerin alınacağına, kontrollerin sıkı şekilde yapılacağına şüphe yoktur.

Sayın Cumhurbaşkanımız, TV'de konuşması esnasında kamunun yüzde 7'lik KDV indirimine ek olarak, üretici ve satıcıların da yüzde 7'lik fiyat indirimleri ile sürece katkı sağlamalarını istemiştir. Kamunun vergi indirimi yapması önemli bir fedakârlık olmakla birlikte, neticede kamu tercihi ve kararıdır. Ancak özel sektörün fiyatlarda indirim yapması kamu tercihi kadar kolay olamayacaktır. Zira, özel sektör her şeyden önce kar amacı güder. Üstelik başta elektrik, doğalgaz ve akaryakıta yapılan yüksek zamlar, kurda yaşanan sert yükselmeler ve fiyat artışları üretim maliyet artışlarına yol açmıştır. Ayrıca, karantina nedeniyle uzun kapanma dönemlerinde küresel tedarik zincirinin bozulması sonucunda hammadde ve ara mal üretim ve tedariğinde yaşanan sorunlar girdi maliyetlerinin artmasına katkı sağlamıştır. Artan maliyetler firmalar tarafından ürün fiyatlarına yansıtılarak kompanse edilmeye çalışılmıştır. Öte yandan, kapanma dönemlerinde üretimin sekteye uğraması dolayısıyla artan talebi karşılayacak düzeyde arzın artmaması daha fazla talebin daha az arzla karşılanmasına yol açmıştır. Bu sorunlar birleştiğinde ortaya çıkan talep ve maliyet enflasyonlarının bir arada etkisi ile fiyatlar genel seviyesi daha hızlı artış trendine girmiştir. Bunlara ek olarak ücret ve fiyat yapışkanlıkları nedeniyle fiyatların hemen geri çekilmesi biraz zorlayıcı olabilir. Fiyat yapışkanlığı; piyasada belli bir denge fiyatı üzerinden satılan bir malın talep ve arz koşullarında meydana gelecek değişikliklerin, fiyatlara eş zamanlı olarak yansımaması olarak tanımlanabilir. Bu nedenlerle kar marjının düşük olduğu mallar için yüzde 7 nispetinde fiyat indirimi üretici ve satıcılar açısından kolay olmayacaktır. Ancak enflasyonla mücadele tüm ekonomik birimlerin topyekün mücadelesi ile başarılı olabilir. Bu nedenle enflasyonla etkin bir mücadele için kamunun yaptığı fedakârlığı destekleyecek şekilde firmaların da özveride bulunması ve çaba sarf etmesi hayati öneme haizdir.

Firmalar da destek vermeli

Özetle, yüzde 7'lik KDV indirimi, yüksek enflasyon nedeniyle olumsuz etkilenen alt gelir gruplarını desteklemeye yönelik iyi bir politika olarak değerlendirilebilir. Benzer bir fedakârlığı firmaların da yapması toplumsal dayanışma ve enflasyonla mücadele açısından önemlidir. Devletin KDV indirimleri desteğine firmaların katkı sağlaması hususunda kamunun takipçi olması, bu süreçte gerekli denetim ve kontrollerin yapılması, sorumluluğun kamu-özel sektör el ele yürütülmesinde yönlendirici olacaktır. Ayrıca, fiyatlarda geriye çekilmeyi daha güçlü ve kalıcı şekilde sağlayabilmek adına, kamunun gücü ve imkânları nispetinde, üretim maliyetlerini önemli ölçüde etkileyen akaryakıt, elektrik, doğalgaz ve diğer enerji girdilerinde yapılacak sübvansiyonların uygulanması da burada sözü edilebilecek diğer önemli desteklemeler olabilir.

Yastık altındakiler için strateji

Sayın Maliye ve Hazine Bakanımız'ın açıkladığı paketin ikinci bölümünde yastık altındaki altınların ekonomiye kazandırılması ve firmalara sağlanacak kredi destekleri konusunda uygulanacak stratejiler yer almıştır. Saklama amaçlı altın talebi (yastık altı altın talebi: iddihar) genellikle hanehalkının gelecekte yapacağı yatırımlar için birikim yapmak maksadıyla gerçekleşen taleptir. Yastık altına çekilen altınlar, yeterli birikim sağlandığında konut ya da araç alımı ya da düğün gibi önemli törensel etkinliklerin finansmanı gibi büyük harcamalarda kullanılmak üzere biriktirilir. İddihara giden altınlar uzun süre saklandığından finansal sistemden çekilmiş olur. Bu nedenle, bu saikle altın talebinin amacı yatırımdan ziyade servet birikimidir ve uzun vadelidir.

World Gold Council'in 2015 yılında yaptığı bir değerlendirmede Türkiye'nin yılda ortalama 181 ton altın tüketimi ile dünyanın dördüncü en büyük altın tüketicisi olduğunu ve hanehalkının yastık altında yaklaşık olarak 3.500 ton altını bulunduğunu açıklamıştır (https://www.gold.org/goldhub/research/turkey-gold-action). 2015 yılından günümüze gelene değin yastık altında bulunan altın miktarında elbette artış olmuştur. Ancak bu miktarın bir kısmının hurdaya çıktığı, bir kısmının gelişen teknoloji ve dijitalleşme ile alternatif yatırım alanlarına kaydığı düşünüldüğünde, son dönemde sıklıkla dillendirilen yastık altında 5 bin ton altın olduğuna dair tahminler aşırı iyimser olabilir. Tahmini miktarı ne olursa olsun toplumumuz altını servet saklama ve yatırım aracı olarak gören yaygın bir kültüre sahiptir. Bebek dünyaya geldiğinde, sünnette, düğünlerde altın takmak en bildik adetlerimizdendir. Belli yaşın üzerindeki yatırımcılar da altını yatırım olarak kullanmayı çok severler. ING (2021, https://www.ing.com.tr/F/Documents/Tasarruf_Q2.pdf) araştırmasına göre 2021 yılında ikinci çeyrekte en fazla tercih edilen tasarruf aracı yüzde 21 ile yastık altı altın ve nakit ile emeklilik fonları olmuş, bunları yüzde 14 ile sistem içi altın takip etmiştir. Türkiye'de altın yatırımcılarının birikimlerini yastık altında saklamalarının en önemli nedenlerinden birisi, altının kendi değer artışını korumaktır. Bu nedenle uzun zamandan beri özellikle katılım bankalarında altın hesapları bulunmakla beraber, altın hesabı açan yatırımcı, yatırdığı altınını altın olarak geri alma beklentisini tam karşılayamadığından bankaya yatırmak yerine yastık altında tutmayı tercih etmektedir.

Yerli kaynak kullanımı

2019 yılında Sayın Berat Albayrak'ın Hazine ve Maliye Bakanı olduğu dönemde de yastık altındaki altınların ekonomiye kazandırılması için girişimlerde bulunulmuş, o dönemde altın tahvili ve altına dayalı kira sertifikası ihraçları yapılmıştır. Sayın Nurettin Nebati döneminde ise yastık altında saklanan altınların finansal sisteme kazandırılarak, yatırımların fonlanmasında yabancı kaynaklar yerine yerli kaynak kullanımının arttırılması amacıyla daha esnek bir modelin uygulanması planlanmıştır. Buna göre, altın yatırımından hem yatırım getirisi, hem de altının kendi değer artışını eş zamanlı olarak temin etmek üzere altın yatırım modeli geliştirilmiştir. Bu modelde, kamu ve katılım bankalarının belli şubeleri ile bin 500 kadar kuyumcu altın alımı konusunda yetkilendirilecektir. 01 Mart 2022'den itibaren açılacak hesaplarda altın yatırımcıları tasarruflarını kuyumcular ve bankalar aracılığıyla finansal sisteme dahil edecekler ve talep etmeleri durumunda altın olarak geri alabileceklerdir. Yatırımcının tercihine bağlı olarak fiziksel altın olarak da teslim edebilecektir. Altın karşılığı TL ve altın dönüşümlü mevduat yanında katılım hesapları da açılarak değer koruması sağlanabilecektir.

Bu model, yastık altında tutulan altının 5 bin ton (300 milyar $) olduğunu kabul ettiğimizde, yüzde 10'luk kısmı finansal sisteme dahil edilebilse, 30 milyar dolar gibi bir fon kaynağının açığa çıkmasına yardımcı olacaktır.

Pakette ayrıca, KOBİ ve büyük ölçekli firmalara yönelik kredi destekleri de yer almaktadır. Bu çerçevede 60 milyar TL'lik kefalet desteği ile yatırım, ihracat destek ve ihracat harcama olmak üzere üç paketin uygulamaya konması hedeflenmiştir. Altı aya kadar ödemesiz olmak üzere KOBİ'ler için 25 milyon, daha büyük ölçekli firmalar için 100 milyon TL destek planlanmıştır. Firmaların üzerindeki pandeminin olumsuz etkilerini azaltmak ve yeniden pandemi öncesi performanslarına ulaşmalarını sağlamak için açılan bu paketin ilerleyen dönemlerde devam edeceği sinyali de verilmiştir.

Bir sosyal bilim olan iktisat biliminin diğer pozitif bilimlerde olduğu gibi mutlak tek bir doğrusu yoktur. Bu nedenle, ortaya konan ekonomi politikaları, kimi çevrelerce takdir edilirken, kimileri tarafından eleştirilebilir. Ancak herkesin ittifak ettiği noktalar, enflasyon seviyelerinin tek haneli makul seviyelerde seyretmesi, yatırım ve üretim için güvenli bir ortamın oluşması ve geleceğe yönelik beklentilerin pozitif olması ile sürdürülebilir bir ekonomik büyüme performansının yakalanmasıdır. Umarız uygulanmaya konan bu paket ülkemiz ve vatandaşlarımız için hayırlı olur, enflasyonun hararetini hafifletir, ekonomimiz rahatlar, çarklar yeniden güvenle dönmeye devam eder.

[email protected]