Yeni küresel dönem ve Türk dış politikasının dönüşümü

Umut Berhan Şen / SASAM Uzmanı
2.10.2020

Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan bir Türkiye'nin AB karşısında da eli güçlenecek ve AB'ye giriş süreci de hızlanmış olacaktır. Zira, Türkiye'nin demokratikleşme, modernleşme ve reform çabaları ne kadar ileri düzeye erişmiş olursa olsun AB ülkelerinin Türkiye'yi birliğe alma konusundaki çekincelerini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.


Yeni küresel dönem ve Türk dış politikasının dönüşümü

Covid-19 pandemi sürecinde dünya yeni bir sistem tartışmasına doğru evrilirken, Türkiye Cumhuriyeti, küreselleşme sürecinin hızlanması, yani bilgi, para ve insan akışının daha önceki dönemlerde hiç görülmemiş biçimde hızlanması sonucu, artık dış politikasını daha açık, dinamik ve ön alıcı bir formata doğru dönüştürmek zorunda kalmıştır. Ancak Türkiye, bunu yaparken de Cumhuriyetin kuruluşundan beri devam eden mevcut Türk dış politikasının ana ilkelerini koruma ve muasır medeniyetler seviyesini yakalama stratejisini harfiyen sürdürmektedir.

Dış tehditlere karşı barışçı ve yaratıcı diplolmatik önlemler geliştirmek, Türk Dışişleri’nin temel strateji ve taktiği olmuştur. Mesela Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün sorumluluğunu Rum/Yunan cephesine kaydırma ve bunu yaparken de AB hedefine kilitlenme bu duruma en somut örneklerdendir.

Kilit kavram küreselleşme

Ülkemiz açısından dış politikanın en kilit kavramlarınan biri de elbette küreselleşmedir. Kısaca tanımlarsak; küreselleşme, en kısa ve doğru biçimde, Batı’nın gerek altyapısal gerekse üstyapısal etkisini bütün dünyada yaymasıdır. Günümüz dünyasında buradaki altyapının karşılığı Endüstri 4.0 Devrimi’dir. Üstyapısal olarak ise üç temel sacayağından bahsedebiliriz: akılcılık(rasyoanlizm), sekülerizm ve demokrasi. Nihayetinde küreselleşme olgusunu tarih içinde dört döneme ayırmak mümkündür. Bunlar;

Birinci Küreselleşme (1490): Bu tarih Batı’nın denizler ötesini keşfini simgeler. Ulusal devleti güçlendirecek olan kolonilerin kurulmasının temeli bu tarihte atılmıştır.

İkinci Küreselleşme (1890): Batı’nın ikinci büyük yayılması 1890’larda kurumsallaşmıştır. Sanayi devriminin yarattığı muazzam teknolojik imkanlar sayesinde, Batılı devletlerin az gelişmiş ülkelere önce büyük ticaret şirketleri, sonrasında da askeri güçleriyle üstünlük sağlaması bu dönemde gerçekleşmiştir.

Üçüncü Küreselleşme (1990): Batı’nın teknolojik ve ekonomik açıdan mutlak üstünlüğünü ilan etesi ve ardından Berlin Duvarı’nın yıkılması.

Dördüncü Küreselleşme (2020): Covid-19 pandemi süreciyle beraber dünyadaki sosyo-ekonomik modellerin ve yönetim-bilişim sistemlerinin tartışılmaya başlanması. Bu yeni süreç, bilişim devriminin altın çağı ve bilgi ekonomisinin küreselleşmesi olarak da değerlendirebilir. Ayrıca çok eksenli diplomasi ve diplomatik istihbarat unsurlarının da öne çıkacağı bir sürece girilmiştir.

Hibrit uzmanlar

Son yıllarda, Dışişleri Bakanlığı ile MİT arasındaki koordinasyonun güçlenmesi ve MİT bünyesinde kurulan ‘dış istihbarat analiz’ birimi ile birlikte diplomasi ve istihbarat birimleri sıkı bir eşgüdümle çalışmaya başlamıştır. Ayrıca ABD, Fransa ve İngiltere istihbaratının başındaki isimlerin geçmişte Ankara’da büyükelçi olarak görev yapmaları, yeni küreselleşme sürecinde diplomasi ve istihbaratın eşgüdümlü çalışmasının bir sonucudur. Diplomatik istihbarat, günümüzde çok farklı bir meslek grubunun doğuşuna da zemin hazırlamaktadır. Ulus devletlerin 21. yüzyıldaki karmaşık güvenlik sorunlarının çözümünde “hibrit profesyonel uzmanlar’’ dediğimiz yeni meslek grubunun görev alması kaçınılmazdır. Ordu-diplomasi-istihbarat denkleminde oluşan yeni güç konfigürasyonları da bunu zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla, 21. yüzyılın yeni risk ve tehditlerine karşı mücadele edecek olan bu hibrit profesyonel uzmanlar, ulus devletlerin vazgeçilmezi, birnevi melez-karma silahı, kilit öneme sahip güvenlik ve fikir işçileri olacaklardır.

Çok kutuplu ve çok eksenli bir dış politika stratejisi yürütmek; dinamik, aksiyoner, insiyatif alan, bölgesinde ve dünyada etkili bir aktör olan Türkiye’nin etkili bir grand strateji geliştirmesinin de önünü açacaktır.

Geçtiğimiz günlerde, Libya’da UMH lideri Sarrac’ın istifasını, Türkiye’nin dış politikasında stratejik bir kayıp ve yenilgi olarak yorumlayanlar bulunsa da, bu konuya bakış açımızı değiştirerek bakmamız gerekiyor. Zira, Libya’da son günlerde artan sosyal ve ekonomik protestolar ve hayat pahalılığının yarattığı hoşnutsuzluklar, Sarrac’ı bu kararı almaya itmiş olabilir. Ayrıca, Sarrac, Libya’da siyasi müzakereler yakında başarıya ulaşırsa, Anayasanın kabulü ve genel seçimler gibi ülkenin yeni yönetimini belirleyecek temel süreçlerin yeni bir hükümetle belirlenmesinin önünü açmak istemiş olabilir. Aslına bakılırsa, istifanın ardında yatan en somut ve rasyonel gerekçe de budur. Dolayısıyla, ileride yaşanacak olan yeni politik süreçler için de ön açıcı ve fedakarca bir hamle olarak da değerlendirilebilir.

Sevilla haritası

Son günlerin bir diğer önemli gündem maddesi ise Sevilla haritası. Sevilla Haritası, 2000’li yılların başında Sevilla Üniversitesi’nden akademisyenler Juan Luis Suárez de Vivero ile Juan Carlos Rodríguez Mateos’un Avrupa Birliği’nin talebi üzerine, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmazlığının çözümü için hazırladığı bir çalışmadır. Bu harita, Yunanistan’ın kıta sahanlığını Türkiye’ye ne kadar yakın olursa olsun Yunan adalarının sınırlarına göre çiziyor. Bu haritanın iddiasına göre Meis Adası’ndan başlayan Yunan kıta sahanlığı, güneye doğru Akdeniz’in ortasına kadar iniyor ve Türkiye’ye Antalya Körfezi dışında bir çıkış fırsatı tanımıyor. Nihayetinde, ABD’nin bu haritayla ilgili, “Sevilla Haritası’nın ‘hukuki statüsü’ hususunda ABD, Sevilla Haritası’nın hukuki bir öneme sahip olduğunu düşünmemektedir. Avrupa Birliği’nin de Sevilla Haritası’nı hukuki bağlayıcılığı olan bir belge olarak değerlendirmediğini görmekteyiz.” açıklamasını yapması aslında Türkiye olarak yürüttüğümüz çok eksenli dış politikanın bir sonucudur.

Kuşkusuz 2019 bizim için çok zor bir yıl oldu. Şu sıralar son çeyreğine girmek üzere olduğumuz 2020 yılı ise, genel sorunlar ve tehditler açısından 2019’u da aratan bir yıl oldu. Geride bırakılan son 4 yılda çok tehlikeli sorunları ve tehditleri omuzlamak zorunda kalan Türkiye, ABD, Fransa ve Rusya gibi zorlu aktörler karşısında kendi milli menfaatlerini koruyan hamleler yaparak, her şeye rağmen güçlü bir ülke ve köklü bir devlet olduğunu hem Suriye’de hem D. Akdeniz’de ispat etmiştir.

Alternatif güç dengeleri

Unutmamak gerek; Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan bir Türkiye’nin AB karşısında da eli güçlenecek ve AB’ye giriş süreci de hızlanmış olacaktır. Zira, Türkiye’nin demokratikleşme, modernleşme ve reform çabaları ne kadar ileri düzeye erişmiş olursa olsun AB ülkelerinin Türkiye’yi birliğe alma konusundaki çekincelerini ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Sonuç olarak, alternatif güç dengeleri ve yeni stratejiler oluşturmak, bu yeni küresel dönemde, Türkiye için bir zorunluluk halini almıştır.

[email protected]