Yeni Kuva-yi Milliye ruhu

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü
6.05.2023

Türkiye'nin önündeki seçim, yeni Kuva-yi Milliye ruhu ile yeni mandacılar arasındadır. Bu seçim, küresel emperyalizmin dört bir yandan yönelttiği açık-örtük saldırılara karşı yeni bir Sevr ihtimalini yırtanlar ile Sevr'in uygulanmasını kolaylaştıracak yerli işbirlikçiler arasındadır.


Yeni Kuva-yi Milliye ruhu

Türkiye'nin Ak Parti hükümetleri ile birlikte küresel ilişkilerde artan özgül ağırlığı, jeopolitik konumu ve yakın bölgesinde yaşanan uluslararası gelişmeler 2023 seçimlerinin uluslararası düzeyde dikkatle takip edilmesini beraberinde getirmiştir. Bu dikkatli takibin bir diğer sebebi ise Türkiye'nin geldiği noktadan rahatsız olan küresel emperyalizmin seçimleri manipüle etme ve kendi Türkiye tahayyülü çerçevesinde yönlendirme isteğidir. Zira Türkiye'nin bugünkü güçlü pozisyonunun baş mimarı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan küresel emperyalizmin açık saldırılarına karşı Türk milletinin desteğini arkasına alarak dik durmayı başarabilmiştir.

Siyasi darbe girişimleri

Nitekim Gezi kalkışması ve FETÖ darbe girişimi gibi küresel emperyalizmin imzasını taşıyan saldırılar ne Erdoğan'ı devirebilmiş ne de Türkiye'yi istikrarlı yolundan edebilmiştir. Dolayısıyla küresel emperyalizm geçmişte açıktan yaptığı saldırılar karşısında zayıflamak bir yana milletin desteği ile daha da güçlenen Erdoğan'a karşı bugün muhalefet blokunu destekleyerek örtülü bir saldırının amacındadır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun 2023 seçimlerinin kendisini değil fakat bu seçimlerde muhalefet blokunun üstlendiği misyonu kastederek seçimleri "siyasi bir darbe girişimi" olarak nitelendirmesi işte bu noktada anlam kazanmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında küresel emperyalizmin 2023 seçimlerine ve muhalefet blokuna isnat ettiği anlam Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin gelecek projeksiyonunu yansıtan "Türkiye Yüzyılı"na karşılık 100 yıldan beri Türkiye nezdinde uygulamaya koymaya çalıştığı emperyalist plandır. Bir başka anlatımla 2023 seçimlerinin Türkiye için en açık anlamı "Türkiye Yüzyılı" misyon ve vizyonu ile küresel emperyalizmin Türkiye'yi önce jeopolitik bir kıskaç altına alma ardından da parçalama niyeti arasındaki mücadeledir. Bu bakımdan değerlendirildiğinde küresel emperyalizmin geçmişteki aktörlerinin Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde uygulamaya koymaya çalıştıkları ve fakat Kurtuluş Savaşı ile bertaraf edilen plan, bugün yeni aktörlerin yeni yerli işbirlikçileri veya yeni mandacıları ile yine gündemdedir. Böylesi bir tespiti gerçekçi payandalar üzerine bina etmek için ise tarihsel bir analojiye başvurmak yerinde olacaktır. Bu kapsamda küresel emperyalizmin eski aktörlerinin planları ile yeni aktörlerinin planları arasındaki benzerlik ve bu planı hayata geçirmek için teşvik edilen yeni işbirlikçilerin ve mandacıların muhalefet blokunda cisimleşen siyasi ajandaları dikkat çekicidir.

100 yıllık Türkiye planı

Bilindiği üzere küresel emperyalizm Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik tasfiye planını I. Dünya Savaşı öncesinde netleştirmiştir. Bu kapsamda İngiltere 1878 yılından itibaren takip ettiği Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü koruma politikasını sona erdirip imparatorlukta kendi ulusal menfaatlerine uygun küçük devletler oluşturma politikasını hayata geçirmeye niyetlenirken, Rus Çarlığı boğazları ele geçirme ve sıcak denizlere inme emelini öncelemiş, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Balkanlardaki varlığını güçlendirmeyi hedeflerken Fransa Osmanlı hâkimiyetindeki Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine yönelik sömürge planlarını ortaya koymuştur. Bu bakımdan küresel emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşmaya yönelik amaçları yapılan gizli anlaşmalarla somutlanmıştır. Öyle ki İstanbul Antlaşması (1915) ile boğazlar bölgesinin Rus Çarlığına bırakılması, Londra Antlaşması'yla (1915) Antalya, İzmir ve On İki Ada üzerinde İtalya'nın hâkimiyetinin kabulü, Skyes-Picot Antlaşması'yla (1916) Osmanlı'nın Orta Doğu topraklarının İngiltere ve Fransa arasında paylaşılması, St. Jean de Maurienne Antlaşması (1917) ile Antalya'ya ek olarak İzmir-Kayseri-Mersin üçgeni arasında kalan Güneybatı Anadolu Bölgesi'nin İtalya'ya bırakılması ve Balfour Deklarasyonu (1917) ile Filistin'de Yahudilerin devlet kurma çabalarının desteklenmesi hedeflenmiştir. Ancak Türkiye küresel emperyalizmin bu paylaşım planlarına karşılık başlattığı Kurtuluş Mücadelesi ile söz konusu anlaşmaların uygulanmasını büyük ölçüde engellemiştir. Ancak küresel emperyalizmin bu planları bir kez engellenince vazgeçeceğini düşünmek abesle iştigaldir. Nitekim söz konusu planların hayata geçirilmesi için her zaman bir fırsat kollanmaya devam edilmiş ve yine içeride yerli işbirlikçiler ile mandacılar arayışı sürdürülmüştür. Bunu ortaya koymak için küresel emperyalizmin yeni aktörleri ile günümüzde Türkiye için amaçladıklarını ortaya koymak yeterlidir.

Küresel emperyalizmin yeni aktörleri

Bugün küresel emperyalizmin kendisini ve Türkiye planını ifşa etiği ilk alan başta ABD ve Fransa olmak üzere Batı'nın Suriye'nin kuzeyinde PKK/PYD'nin terör devleti kurmayı hedeflemesidir. Bu bakımdan kurulacak terör devleti, PKK ve onun siyasi uzantısı olan HDP'nin özerklik söylemleri çerçevesinde Türkiye'nin toprak bütünlüğünü ve iç siyasi istikrarını bozma potansiyelini barındırmaktadır. Küresel emperyalizmin Türkiye planının ikinci sacayağını Türkiye'nin Ege ve Akdeniz'deki egemenlik haklarının Yunanistan tarafından ihlal edilmesinin Batı tarafından teşvik edilmesi oluşturmaktadır. Öyle ki, Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de hidro-karbon kaynakları bulunması sonrasında Lozan Barış Antlaşması'na aykırı bir şekilde Ege adalarını silahlandırmaya hız vermesi, enerji kaynaklarının transferinde Türkiye'nin by-pass edilmesini sağlamaya yönelik politikaları, Fransa ile Yunanistan arasında yapılan Güvenlik ve Savunma Alanında Stratejik İş Birliği Anlaşması'nın ikinci maddesinde taraflardan birinin işgale uğraması durumunda diğer tarafın her türlü askeri desteği vereceğinin yer alması, 2021 yılında ABD ve Yunanistan arasında Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması'nın yapılması ile ABD'nin dört askeri üsse sahip olması Yunanistan'ın küresel emperyalist plandaki işlevini ortaya koymaktadır. Küresel emperyalizmin üçüncü hedefi Türkiye'yi FETÖ, DEAŞ ve PKK/PYD gibi terör örgütleri ile mücadelesinde yalnız bırakarak ve hatta bu terör örgütlerini açık-örtülü destekleyerek Türkiye'nin güvenlik alanında kendisine ihtiyaç duymasını sağlamaktır. Bununla bağlantılı dördüncü emperyalist hedef Türkiye'nin yerli ve milli teknolojilerde atılım yapmasını engellemek maksadıyla başta savunma sanayi olmak üzere yerli ve milli projelere yönelik yaptırımlar uygulanmasıdır.

Yeni Kuva-yi Milliye ruhu

Bu çerçeveden bakıldığında Erdoğan'ın "Türkiye Yüzyılı" misyon ve vizyonu küresel emperyalizmin Türkiye planına karşılık Türkiye'nin "yeni kurtuluş mücadelesi" reçetesi olarak kendisini göstermektedir. Nitekim "Türkiye Yüzyılı" vizyonunda bulunan öneriler ve hedeflere bakıldığında son 20 yıllık dönemde siyasi, ekonomik, askeri ve normatif gücünü arttıran, Arap Baharı ve 15 Temmuz darbe girişimi başta olmak üzere iç siyasi istikrarı bozan pratikleri tecrübe etmesine rağmen siyasi istikrarını korumayı başaran, bölgesindeki krizlerde barış ve güvenliğinin sağlanmasında önemli bir ülke olduğunun bilincinde olan bir Türkiye ve siyasi irade kendisini göstermektedir. Dolayısıyla "Türkiye Yüzyılı" vizyonu Türkiye'nin muasır medeniyetler düzeyine çıkmanın da ötesinde bu düzeyi belirleyen bir devlet haline gelmesine rehberlik edecek bir içeriğe ve pratiğe sahiptir. Bununla birlikte "Türkiye Yüzyılı" vizyonunun rehberlik ettiği dış politika; Türkiye açısından bölgesinde ortaya çıkan Dağlık Karabağ, Katar, Libya, Doğu Akdeniz ve Suriye gibi krizlerde barış ve güvenliğin sağlanmasını merkeze alma, terör örgütleriyle bulunduğu yerde mücadele prensibini benimseme, bütün alanlarda egemenlik haklarının korunmasını önceleme ve normatif güç temelli stratejilerin izlenmesi unsurlarından oluşmaktadır. Bu kapsamda "Türkiye Yüzyılı" vizyonu, yüzyıl öncesinde küresel emperyalizm tarafından Sevr Antlaşması ile dayatılan parçalanmış Türkiye anlayışının Kurtuluş Savaşı ile engellenmesine benzer şekilde günümüzde farklı stratejilerle küresel emperyalizm tarafından dayatılan parçalanmış Türkiye anlayışının bertaraf edilmesini sağlayacak yeni bir Kuvâ-yı Milliye ruhunu bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye Yüzyılı vizyonunda yerli ve milli kalkınma hamlesine yeni yüzyılda da kararlılıkla devam edileceğinin vurgulanması sadece dış politikada değil, aynı zamanda ekonomi, enerji ve savunma sanayii alanlarında Türkiye'nin kapasitesinin artmasının hedeflendiğini göstermektedir. Ekonomi politikaları üretim, istihdam, ihracat, dijital dönüşüm ve yeşil ekonomi üzerinden şekillenirken, dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla teknoloji paylaşımı içeren iş birliklerinin oluşturulması benimsenmektedir. Aynı zamanda hidroelektrik ve nükleer santral gibi projeler ile karada Cudi ve Gabar'da günlük 100 bin varil üretim kapasitesine sahip petrol sahası ve Karadeniz gaz sahasının bulunması gibi kara ve deniz alanlarında enerji kaynaklarının keşfi çalışmaları yerli ve milli kalkınmaya ve bağımlılığı azaltmaya yönelik diğer bir stratejidir. Bunlarla birlikte İHA ve SİHA'lar, Milli Muharip Uçak, İnsansız Savaş Uçağı, TCG Anadolu gemisi, ATAK helikopteri, Altay Tankı, Atmaca ve Tayfun füzeleri, İMECE ve TURKSAT 6A uyduları, Hisar-A ve Hisar-O hava savunma sistemleri, akıllı mühimmatlar ve TOGG gibi yerli ve milli projeler dünyada ilgi uyandırmıştır. Söz konusu projeler bir taraftan ekonomik getiri, dış politika ve güvenlik alanında kaldıraç etkisi oluştururken, diğer taraftan Türkiye'nin artık uluslararası seviyeyi belirleyen bir teknolojik güç haline gelmeye başladığını ortaya koymaktadır. Bu kapsamda "Türkiye Yüzyılı" ile sürdürülecek yerli ve milli kalkınma hamlesi, küresel emperyalizmin ekonomi ve teknoloji alanlarında tek taraflı bağımlı Türkiye tahayyülünün ortadan kaldırılması ile Türkiye'nin cumhuriyet kazanımlarını koruması ve büyük güç olma sürecinde motor gücü işlevi görme potansiyelini içerisinde barındırmaktadır. Dolayısıyla "Türkiye Yüzyılı", Batının Türkiye için çizdiği gelecek yerine kadim Türk devleti geleneğine sahip çıkan, kendi egemenlik ve ulusal çıkarını önceleyen ve büyük güç olma strateji izleyen bir Türkiye vizyonunu ifade etmektedir.

Yeni mandacılar

Tüm bu noktalardan bakıldığında küresel emperyalizmin muhalefet blokuna verdiği destek yine küresel emperyalizmin muhalefet blokuna isnat ettiği işlevi açığa çıkarmaktadır: Yerli işbirlikçilik ve yeni mandacılık. Bu tespitin geçerliliği ise küresel emperyalizmin güncel Türkiye planları ile muhalefet blokunun siyasi ajandası arasındaki "paralellik" ve örtüşmede anlam kazanmaktadır. Öncelikle 6'lı masanın dış politikada küresel emperyalizmin yeni aktörleri ile yoğun iş birliğinin kurulmasına öncelik vereceği anlaşılmaktadır. Zira Babacan'ın Ortak Politikalar Mutabakat Metni'nin küresel güçler tarafından "aferin" alacağını belirtmesi, muhalefetin temel niyetinin küresel emperyalizm ile her alanda uyum olduğunu açığa çıkartmıştır. Muhalefet blokunun adayının uluslararası alanda yaşanan sorunların çözümü noktasında ABD ile ilişkileri yeniden güçlendirmeyi önceleyeceğini belirtmesi ve muhalefetin Erdoğan'ın yürüttüğü dış politikanın çok maliyetli olduğunu ileri sürerek küresel emperyalizm ile uyum temelinde müdahalesizlik politikasını önermesi de benzer anlamı içermektedir. Öyle ki, CHP'nin Libya, Irak ve Suriye tezkerelerine ret oyu vermesi, Doğu Akdeniz ve Dağlık Karabağ krizlerinde takındığı "pasif" tutum, İsveç'in NATO üyeliği hususunda Türkiye'nin gösterdiği tavrın yanlış olduğunun belirtilmesi ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Türkiye'nin yaptırımlara katılması gerekliliğini ifade etmesi bu tespiti doğrulamaktadır. Ancak mutabakat metninde hem ABD hem de Rusya ile ilişkilerin eşitler arası bir anlayışla yürütüleceğini açıklayan muhalefet, Erdoğan'ın bunu 20 yıldır dış politikada uyguladığını ve küresel emperyalizm ile ortaya çıkan sorunların Erdoğan'ın mimarı olduğu ve eşitler arası bir anlayış üzerinden icra edilen dış politikadan kaynaklandığını görmezden gelmektedir. Daha da önemlisi, muhalefet adayının Batı ile yaşanan sorunların müzakereler ile çözülebileceği yanılsamasına düşmesidir. Öyle ki küresel emperyalizmin müdahil olduğu Yunanistan ile yaşanan Ege ve Doğu Akdeniz sorunları, Kıbrıs Sorunu, FETÖ ve PKK/PYD terör örgütlerine yardım, Suriye ve Irak'ın parçalanması gibi meseleler küresel emperyalizm ile müzakere edilerek değil mücadele edilerek Türkiye lehine sonuçlandırılabilecek meselelerdir. Dolayısıyla muhalefet blokunun dış politika tahayyülü, küresel sermaye ile uyum için Türkiye'nin ilk yüzyılındaki kazanımlarını tehlikeye atabilecek stratejiler içermektedir.

Dış politikaya ek olarak muhalefet blokunun ekonomi, teknoloji ve güvenliğe dair tahayyülü de Türkiye'nin geleceği açısından bazı sorunları bünyesinde barındırmaktadır. Nitekim muhalefet blokunun adayının "ABD yolculuğuna Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı Vizyonumuz için çıktım" söylemi ve temiz para bulmak için Londra'ya gittiğini beyan etmesi ekonomi politikalarında küresel emperyalizmin kurum ve fonlarından destek almaya dayanan bağımlı bir ekonomi politikasını işaret etmektedir. Bununla birlikte yerli ve milli projelerin karalanması ve Atatürk Havalimanı'nı uzay ve havacılığın merkezi yapmak için ABD'li Sierra Nevada Şirketi'yle (SNC) anlaşıldığının açıklanması göstermektedir ki muhalefet bloku adayı, iktidara gelmesi durumunda teknolojide bağımlılığın azaltılması yerine çeşitli sektörlerde küresel emperyalizme daha fazla bağımlılığı ortaya çıkaracaktır. Diğer taraftan Avrupa Yerel Özerklik Şartı'na ve kayyumlara son verilmesi konusunda muhalefet blokunun uzlaşması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde PKK/PYD'nin güçlenebileceği koşulların oluşmasına yol açabilecektir.

Görüldüğü üzere en iyi niyetli yorum küresel emperyalizmin Türkiye planı ile muhalefet blokunun siyasi ajandasının örtüştüğüdür. Ancak emperyalizm ve emperyalist planlar iyi niyetle ya da iyi niyetli yorumlarla bertaraf edilemez. Hele ki küresel emperyalizmin 2023 seçimlerine ve seçimin taraflarına isnat ettiği anlam göz önüne alınırsa seçimin taraflarının konumlanmalarını açık bir şekilde belirtmek bir elzemdir. Dolayısıyla söz konusu olan Türkiye'ye yönelik yeni emperyalist planlar olduğunda en kötüsüne göre pozisyon almak gerekliliği açığa çıkmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye'nin önündeki seçim yeni Kuva-yi Milliye ruhu ile yeni mandacılar arasındadır. Yine bu seçim küresel emperyalizmin dört bir yandan yönelttiği açık-örtük saldırılara karşı yeni bir Sevr ihtimalini yırtanlar ile Sevr'in uygulanmasını kolaylaştıracak yerli işbirlikçiler arasındadır. O halde "Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin" yaklaşımı politik bir tercih değil vatanın geleceğini tehlikeye atmaya ortak olan bir gafletin hatta hıyanetin ifadesi olabilir. Zira küresel emperyalizmin güncel saldırısına karşılık Türkiye'nin mevcut kalkanı Erdoğan ve onun vizyonunun ifadesi olan "Türkiye Yüzyılı"dır.

[email protected]