Yeni Ortadoğu, yeni dış politika

Murat Yeşiltaş / SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü
30.05.2015

Bölgenin oluşmakta olan yeni yapısı dikkate alındığında, Türkiye’nin Haziran seçimlerinden sonra dış politikada karşı karşıya olacağı birçok meydan okumadan bahsetmek mümkün. Bu meydan okumalardan en az maliyetle çıkmak için dış politikanın var olandan daha dikkatli dizayn edilmesi gerekiyor.


Yeni Ortadoğu, yeni dış politika

7 Haziran seçimlerine çok kısa bir süre kalmasına rağmen, partilerin miting meydanlarındaki kampanyalarında dış politika konuları bırakın merkezi başlıklardan biri olmayı, henüz bir tür”cepheleşmenin” malzemesi olmuş durumda değil. Bölgesel ölçekte yaşanan kriz eksenleri ve bunun Türkiye’yi öyle ya da böyle dış politikada “zora soktuğu” bir dönemde bu durum biraz şaşırtıcı aslında. AK Parti hali hazırda yürüttüğü dış politikanın başarılı olduğuna dair kendinden emin bir görüntü çizerken, dış politika perspektifinde önceki çizgisini korumaya devam ediyor. 2011 seçimleri öncesindeki dış politika ajandasıyla karşılaştırıldığında, AK Parti’nin birçok başlığı beyannamede yeniden formüle etmek zorunda kaldığı ise aşikar. Ancak dış politikanın felsefesi, ilkeleri ve araçları bakımından bir süreklilik söz konusu.

CHP ve statüko

CHP ise, mevcut hükümetin dış politika pradigmasının ana omurgasını oluşturan ilkeleri ve kavramları kendince yeniden üreten bir seçim beyannamesi ile seçmenin karşısına çıkmayı tercih etti. “Vatandaş” yerine “yurttaş”, “düzen” yerine “istikrar” gibi kavramlarla, satatükoya dönüş çağrısı ile dış politikadaki geleneksel seküler ulus-devlet nosyonu üzerinden bölgesel meselelerden”geri çekilme” stratejisi uygulama vaadinde bulunuyor. Bir tür yeni angajman siyaseti ile Türkiye’nin eski Kemalist dış politikasının “jeopolitik kodlarına” geri dönme vaadiyle Türkiye’yi Avrupa’nın, daha doğrusu Batı’nın bir parçası olarak kodlamaya devam ediyor. Ortadoğu ise tarafsız olunması ve nihayetinde uzak durulması gereken coğrafi bir alan olarak temsil ediliyor. AK Parti’nin “insan merkezli” dış politika söylemi ise, CHP’de “yurttaş merkezlilik” şeklinde temayüz etmiş.

Kılıçdaroğlu’nun Suriye konusunda meydanlardaki ifadeleri ve Suriye’deki iç savaşı okuma biçimi ise, CHP’nin dış politika analayışını kristalize etmesi bakımından hayli önemli ip uçları sunuyor. Seçim kampanyasını ekonomi eksenine oturmuş olmasının bir sonucu olacak ki Kılıçdaroğlu, Suriyeli mültecilere de ekonomi penceresinden bakmayı tercih ediyor. Hatta öyle ki, “Süriyeli mültecilere verecek paranız var da emekliye verecek paranız yok mu?” şeklinde sürekli tekrar eden Suriyeli göçmenler karşıtı bir söylemi dolaşıma sokuyor. Aslında mülteciler konusundaki söylemi bununla da sınırlı değil Kılıçdaroğlu’nun. Benzerini belki de Avrupa’daki radikal sağ partilerden duyabileceğimiz, bir tür “yabancı karşıtlığı” üzerine oturan mülteci söylemi var. Nitekim şu ifadeler yine Kılıçdaroğlu’na ait: “vatana ihahet, birbuçuk milyon Suriyeliyi ülkeye sokmaktır”.

MHP, HDP ve dış politika

Diğer taraftan MHP ise kendi geleneği içinde çok da şaşırtıcı olmayan ve millilik söylemi ile tahkim edilmiş “Küresel güç Türkiye” ekseninde bir dış politika çerçevesi çizmiş durumda. Yine milliyetçi Türkiye kodlamasının hakim olduğu geneleksel dış politika söyleminin bir parçası olan Avrasya merkezli bir dünya siyaseti okuması hakim MHP’nin beyannamesinde. CHP’de sürekli vaz edilen ve dış politika kritiğinin merkezine yerleştirdiği İslamcılığın ve mezhepciliğin “Türkiye’nin seküler karakterine” tehdit oluşu, MHP’de Türklük ile yer değiştirmiş durumda. Bu anlamda Türklük vurgusu adeta bütün seçim beyannamesinin ruhuna nufüz ederek dış politikada “milliğin” de referans noktasına dönüşmüş.

HDP’nin öncelikleri arasında dış politika ağırlıklı bir yer tutmamış olsa da kağıt üzerinde Ermenistan, Suriye veya diğer dış politika konularında daha “cesur” bir kavramsal çerçeveye sahip gözüküyor. Bir bütün olarak bakıldığında ise partilerin dış politika perspektifleri, medeniyet, seküler-milliyetçilik ve Kürt muhalifliği ana hatları üzerinde ayrışmış gözüküyor. Ne var ki hali hazırda seçim meydanlarına bu tartımalar yansımış durumda değil. 7 Haziran sonrasında oluşacak meclis aritmetiği ve yeni kurulacak hükümet ile birlikte bunun Türkiye’nin dış politikasına nasıl bir etkide bulunacağı ise ucu açık bir tartışma. Zira bölgesel dinamiklerin nereye doğru seyredeceği, Türkiye’nin bölgesel düzen-istikrar düşüncesi ve pratik siyasal angajmanlarını doğrudan etkileyecek.

Hali hazırda bölgesel düzenin yeni doğasını şekillendirmeye devam eden üç temel ana eksen var ve bunların hepsi de öyle ya da böyle Türkiye’ye, ya yeni alanlar açma ya da mevcut alternatiflerini daraltma ihtimaline sahip. Yeni bölgede en dış çevrede yer alan ilk ana eksen, “İran karşıtlığı” noktasında tahkim edilen ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin oluşturduğu askeri bloğun giderek ortak bir güç temerküzü oluşturması. Görünüşte Suriye, Irak ve Yemen üzerinden işlevsel hale gelen bu “jeopolitik düşmanlık” bölgesel ittifak sistemini yeniden konsolide ederken, bu gerginlik karşısında Türkiye daha ihtiyatlı bir yaklaşım benimsemiş durumda.

Bu hat üzerinde yaşanan gerginliğin daha da derinleşmesinin kısa vadede Türkiye’ye alan açmak yerine daha fazla sınırlandırıcı bir etki ortaya çıkaracağına hiç şüphe yok. Suudi Arabistan’da Kral Salman liderliğinde uygulanmaya başlanan ofensif dış politika tercihi “İran’ın abartılmış etkisiyle” birlikte bölgesel ittifak sistemi açısından ayrıştırıcı bir etki ortaya çıkarmış oldu. İran’ın nükleer müzakerelerden kazanan taraf olarak çıktığı hissine kapılan Arap ittifakı, Obama’nın S. Arabistan ve Körfez’e yönelik isteksiz ve belirsiz tutumu ile birlikte ele alındığında daha “sıkı bir yumruğa” dönüşme ihtimali ise çok yüksek. Öte yandan Camp David zirvesi ise, Körfez ülkelerinin güvenlik önceliklerinin ve beklentilerinin ABD tarafından karşılanması konusunda sıkıntılar olduğunu gösterdi.Türkiye ise bölgesel ölçekte yaşanan cepheleşmenin daha fazla gerilmesinden son derece tedirgin.Zira her bir yeni kriz Suriye iç savaşının sona ermesini geciktirdiği gibi bölgesel aktörlerin yeni maliyetler üstlenmeleri anlamına geliyor.

Yeni bölgesel düzeni şekillendirmeye devam eden ikinci ana ekseni ise Arap ülkelerindeki iç savaşlar oluşturuyor. Suriye, Irak, Yemen ve Libya’da yaşanan çatışmalar bölgededeki bütün aktörlerin siyaset yapma biçimlerini radikal bir biçimde değiştirdiği gibi aşırıcı bir zemin üzerine yerleştirdi. IŞİD görünüşte bu radikalliğin ve aşırıcılığın merkezinde yer alıp karşı radikallik sürecinin üretimine neden olurken, diğer taraftan Irak ve Suriye’nin uniter devlet yapılarını devam ettirmelerini giderek zorlaştırıyor. Örneğin Kürtler bu süreçten maksimum fayda ile çıkmak için elinden geleni yapıyor. Yeni oluşan de facto durum Sunniler, Şiiler ve Kürtler ekseninde belirsiz ama daha çatışmacı bir yöne sürüklenecek gibi görünüyor. Var olan mücadelenin çatışmacı yapısı böylece farklı etnik ve mezhepsel siyasi öznellikleri yeni bir kollektif aidiyet ve yeni bir “direniş” söylemi ekseninde yeniden konumlandırmış durumda.

Üçüncü ana eksen

Mevcut bölgesel düzenin üçüncü ana eksenini ise devlet dışı askeri yapıların giderek çeşitlenerek bölgesel ölçekte karmaşık bir güvenlik mimarisinin oluşmasına kaynaklık etmeleri oluşturuyor. Başta IŞİD olmak üzere Suriye’de rejim karşıtı muhalif güçlerin çeşitliliği, Rojava’daki YPG/PKK varlığı, Irak Kürdistanı’ndaki Peşmerge, PKK, Irak’daki Şii milisler, Libya’daki milis güçler, El Kaide, Yemen’deki Husi milisler birbiriyle bağlantılı birçok değişkeni yerel, ulusal ve bölgesel ölçekte aynı anda harekete geçirme kapasitesine sahip artık. Diğer bir ifadeyle, bir bölge olarak Ortadoğu’nun altında “devleti-dışılığın” hüküm sürdüğü yeni bölgesel alt sistemleroluşmuş durumda. IŞİD’in Irak-Suriye sınırını tamamen kontrol eden bir aktöre dönüşmesi bunun en çarpıcı misali.Bu durum çözüm bekleyen birçok sorunu aktörlerlerin belirsizliği nedeniyle daha karmaşık bir siyasi sürecin içine sürükleyerek çözüm üretimini zorlaştırdığı gibi yeni cins sorunların çıkmasına da neden olacağa benziyor. Giderek bilindik devlet yapılarını çökerten bu yeni yapı, var olan dış politika mekanizmlarının ötesinde yeni araçlar geliştirmeyi de zorunlu kılıyor.

Bölgenin oluşmakta olan yeni yapısı dikkate alındığında, Türkiye’nin Haziran seçimlerinden sonra dış politikada karşı karşıya olacağı birçok meydan okumadan bahsetmek mümkün. Bu meydan okumalardan en az maliyetle çıkmak için dış politikanın var olandan daha dikkatli dizayn edilmesi gerekiyor. Birkaç noktanın, yukarıda bahsetmiş olduğum yeni bölgesel şartların da dikkate alınarak altının çizilmesi gerekli.

Haziran sonrasında meclis aritmetiği ne olursa olsun yeni oluşan mevcut şartların gerektirdiği bir uyum sürecine hazırlıklı olmak gerekecek. Makro ölçekte İran-Arap gerginliği bir süre daha tırmanarak devam etme ithtimali son derece yüksek iken, iç savaş ve istikrarsızlıklara da kısa vadede çözüm bulmak oldukça zor gözüküyor. Öte yandan yeni silahlı aktörlerin bir süre daha kalıcı olma ve ciddi jeopolitik sonuçlar üretme ihtimali de hayli yüksek. Bu nedenle yeni şartlara uygun davranabilmeye imkan sağlayacak bir “esneklik kabiliyeti” oluşturmak için dış politikanın daha hassas bir planlanma ile dizayn edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin haziran sonrasında karşılacağı ikinci meydan okuma ise etrafında yaşanan krizler arasındaki süreklilik unsurlarının da farkında olacak şekilde bir tür “senkronize anlayışa”sahip olması. Bu senkronizasyon ilk olarak dış politika yapım sürecinin kurumsal işleyişinden başlamak zorunda. Cumhurbaşkanlığının bu kurumsal mimaride bir yeniliğe işaret ettiği ve hali hazırdaki örnekler üzerinden takip edildiğinde merkezi bir yeri olacağı açık.Senkronizasyonun diğer bir ayağını ise dış politikada enerjinin daha çok hangi alana ya da krizlere kanalize edileceği konusu. Bir bütün olarak bakıldığında sonuç olarak, Haziran sonrasında AK Parti’nin dış politika anlayışının yeni bir versiyonun devreye sokulması gerekecek.Bu önceliklikli olarak, Türkiye’nin mevcut dış politika araçları ile mevcut kapasitesi arasındaki dengenin iyi anlaşılmasından geçiyor.Söz konusu denge, Türkiye’nin en azından bölgesel krizlerden daha az maliyetle çıkması için bir zorunluluk.

[email protected]