Yeni Rüstem mitosu Süleymani

Dr. M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
10.01.2020

İran denince devreye girmemesi düşünülemeyen mübalağa faktörü devreye girdi ve onlarca insan cenaze izdihamında can verdi. Definden birkaç saat sonra Tahran’da bir yolcu uçağı düştü. 176 kişi öldü. Ülke cenaze evine döndü, 24 saat içinde 250 insan öldü. Yeni Rüstem kültünün cenazesi artık unutulmaz bir hadiseye dönüşmüştü. İran, Süleymani’nin hayatından ziyade mematından faydalandı.


Yeni Rüstem mitosu Süleymani

Kısa süre öncesine kadar kendisine pek az atıfta bulunulan “kolektif hafıza” kavramını şu günlerde daha fazla konuşuyoruz. Maurice Halbwachs adını da artık daha sık duyar hale geldik. Ancak “kolektif hayal gücü” kavramını hala ıskalıyoruz. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını öneren dostlarımız var olabilir. Ancak bir hususu kendilerine hürmetle hatırlatmak isterim: Şimdiye kadar bir mitin, mitosun bir kısmının gerçekleştiği görülmüş şey değildir; ancak gerçek bir hadisenin mitoslaştığı vakidir. Şu halde gerçeği mite dönüştüren şeyin kolektif hayal gücü olduğu muhakkaktır. Bir kişinin anlatısını, bütün mantık dışılığına rağmen tüm toplumun kabul etmesi, o kişinin ikna kabiliyetinden başka bir şeyi ortaya koyar. Bu, toplumun neye inanmaya yatkın olduğudur. İşte bu sebeple Paul Ricoeur “Mitos toplumun bilinç altıdır” derken var olan mitosu yorumlamaktan öte bir şey yapmıştı. Ricoeur aynı zamanda bizlere, toplumun neyi mitoslaştıracağına yönelik öngörüde bulunmamızı sağlayacak bir formül sunmuştu. Bir toplum bilinç altında yaşattığı mitos neyi emrederse gerçek hayatı ona uygun şekilde mitleştirir. Örneğin Eliade’nin Zalmoksis’ten Cengiz Han’a kitabında anlattığı üzere –ki Eliade bu kitapta İran’ı dualitenin anavatanı olarak tarif eder- savaşçıların yırtıcı hayvan başta olmak üzere bir şeye dönüşeceğine yönelik bir inanç İran’da yaygındır. Öyle ki Kavimler Göçü sonrası Germenler bu inancı Avrupa’ya da taşımış olmalılar. Bir başka eserinde yine gerçeğin mite dönüşmesinin, daha olayın kahramanları hayatta iken vuku bulduğunu anlatmaktadır Eliade. Düğününden bir gece önce kendisine aşık olan periler tarafından kaçırılarak uçurumdan atılan bahtsız gencin hikayesini anlatan halk şarkısı Romanya’da dilden dile yayılmış. Genç adamın nişanlısı da hayattaymış üstelik. Bahtsız genç düğün arefesi dikkatsizlik sebebiyle uçurumdan düşmüş, yaralı olarak köye getirilmiş ve burada muhtemelen iç kanama sebebiyle günler sonra ölmüş. Bütün köyün aslını bildiği bu hikâyeyi adamların yüzüne baka baka “ya benimsin ya kara toprağın” diyen perilerin damadı kaçırması sonucu yaşanmış bir drama döndürmüş halk şarkısı. Eliade, kolektif hayal gücünün devreye girmesini ve kendi mitosunu yaratmasını ahalinin hikâyeden tatmin olmamasına bağlar. Düğününden bir gün önce tazecik kızı evlenmeden dul bırakan gencin hikâyesi daha şaşaalı olmalıdır. Gerçeğin ne olduğu kimsenin umurunda değildir. Cemiyetin, kendi muhayyilesine uygun bir anlatıya ihtiyacı var. İşte bu Nietzsche’nin, doğru tarihi malumata aslında hiçbir pratik sebeple ihtiyacımız olmadığı, aksine ihtiyacımız olanın zaman ve mekanı anlamlandıracak ve zaman-mekan aksında yol bulmamızı sağlayacak malumatlar olduğuna yönelik çıkarımının sağlaması anlamına gelir.  

Feda kültü 

İran mitolojisi bu işlere hevesli olan herkesi kıskandıracak kadar dinamik bir şekilde İran sokağına hükümferma. İslam öncesi tarihine ve mitolojisine sahip çıkan bir mollalık İran’daki. 300 Spartalı filmine karşı ortaya koydukları reaksiyon da bunun göstergesiydi. Modernitenin zir-ü zeber ettiği nice kolektif muhayyileye inat İran binlerce yıllık mitolojisini kendisine son derece uygun bir din yaratarak yaşatıyor. İmamiye Şiası İran’ın kolektif bilinçaltına son derece uygun bir resmi gözler önüne koyuyor. Feda kültünün ön plana çıkarıldığı, Rüstemlerin karanlığa karşı her daim savaştığı bir kültürdür bu. Özünü Maniheizm’de bulur. Kadim bir anlatıdır “Başlangıçta iyi ve kötünün kaynağı olan ışık ve karanlık vardır. Karanlık âlemde birbiri ile her daim savaş halinde olan beş kral vardır: Duman, rüzgâr, ateş, su ve karanlık kralları. Bunların hepsinin üzerinde Karanlık Tanrısı oturmaktadır. Karanlıklar Tanrısı ve altındaki krallar gözlerini aydınlık krallığına dikmiştir, zira aydınlığın kendilerinin olmasını istemektedirler. Bu durum Aydınlık Tanrısını şaşırtır, zira her ne kadar bir ordusu varsa da böyle anlamsız bir savaş için bu orduyu kullanmanın bir anlamı yoktur; ordusu böylesi bir savaş için var değildir. Bu sebeple Yücelikler Tanrısı, karanlığa karşı bu savaşa tek başına girmeye karar verir ve en güçlü silahı olan Yüce Ruh’u  “Yaşamın Anası” suretinde savaş alanına sürer. Bu aynı zamanda tüm canlıların anası olarak adlandırılmayı hak eden bir ruhtur. Böylelikle bir çift oluşur: Yüceliğin Babası ve Yaşamın Anası. Bu ikilinin çiftleşmesinden ilk insan doğar. Aydınlık ve Karanlığın savaşından Aydınlık galip çıkar; zira savaşta Karanlık Aydınlığı yutmuş, ancak bu yutuş Karanlığın darmadağın olmasına sebebiyet vermiştir. İnsan bir savaşın mahsulü bir savaşçı olarak doğmuştur ve asli görevi karanlığa karşı savaşmaktır. Dilerseniz bu karanlığa büyük şeytan deyin. Formül bozulmaz. Yıkılması zaruri bir kötülük merkezine karşı aydınlığın ümididir savaşçı. 

Büyük hikaye yokluğu 

Bu inancı İslamileştiren hadise bütün İslam ümmetinin müşterek gözyaşı olan Kerrü belâ hadisesi olmuştur. Karanlığa karşı savaşan yiğit Rüstem kültünün yerine oturtulan Hz. Hüseyn, Pers mitolojinsin en fazla kutsanan feda kavramına uygun şekilde şehid olmuş, Zibh-i Azim olmuştur. Ve günümüz İranlısı kolektif hafızasındaki mitolojik kökenli tatmine her yıl Aşura merasimlerinde ulaşır. Şehadet vurgusu ve “gönlümüzü teskin edecek intikam nasip et” duaları kolektif hayal gücünün yarattığı ve kolektif hafızanın kuşaktan kuşağa aktardığı Farisi benliğini tahkim eder. Tahran’da gerçekleştirilecek kısa bir seyahatin sizlere bilbordlarda, binaların duvarlarında, şehrin meydanlarındaki afişlerde sürekli olarak şehit resimleri sunması bu sebeple sürpriz değildir. Şehit Ayetullahlar, İran-Irak Savaşı şehitleri ve daha niceleri. Bütün bu görsellik İranlı’ya asıl kimliğini sunar. 

İran bir süredir mitos ile realite arasında yaşanan bir gerilime sahne oluyor. Petrol fiyatlarının üç katına çıkması, ekonominin petrole endeksli olduğu ülkede her şeyin zamlanması ile sonuçlandı. Sokaklar karıştı. Büyük şeytana karşı verilen savaşta herkesin üzerine düşen görevler vardı var olmasına ama gerçeklik öyle sert çarpıyordu ki İran halkının yüzüne, mitos buna mukavemet edemeyecek kadar zayıf kalıyordu. Sokaklar karışmış, insanlar yolsuzlukla eş tuttukları molla düzenini sorgular hale gelmişlerdi. Ekonomiyi en fazla zorlayan hadiselerin başında ise yıllardır süren dış savaşlar geliyordu. Yemen’de, Suriye’de, Lübnan’da, Afganistan’da, Irak’ta süren çatışmalar İran ekonomisindeki deliği büyütmekteydi. Asıl bahtsızlık ise, İran-Irak Savaşı da dâhil olmak üzere on yıllardır süren savaşların İran kamuoyunu tatmin edecek büyük hikâyeler çıkartamamış olmasıydı. Orta ölçekli hikâyeler dönemsel ve lokal etkiler yaratmakta, bu ise mitosun güçlenerek toplumsal bir tatminin meydana gelmesine vesile olmamaktaydı. Tam zamanında öldü Süleymani. Köprüden önceki son çıkış gibi bir ölüm oldu. Trump bu ölüme ne kadar sevindi bilinmez ama Süleymani’nin ölümü asıl İran rejiminin işine geldi. Bir büyük hikaye doğdu. Karizmatik ve büyük bir figür en doğru şekilde öldü. Hem de büyük şeytana karşı savaşta kalleşçe öldürüldü. “Şehid serdâr-ı büzürg-ü reşid Kasım Süleymani”nin cesedi günlerce şehir meydanlarında dolaştırıldı. İlk durak olan Ahfaz, ayaklanmaların ilk çıktığı merkezlerden birisiydi. İnsanlara “utanın ve nadim olun” mesajı verildi. Mahcup olmaya son derece mütemayil İranlı bu mesaja duyarsız kalamadı. Meddah Mahmud Kerimi’nin okuduğu matem ağıdında “İtibâr-i mâ, iftihâr-i mâ” deyişi bu sebeple çok mühimdir. Ki günlerdir internette karşımıza çıkan bu törende toplu bir hipnoz ve tecdid-i biat seremonisi gözümüze sokuluyor. Tecdid-i biat Hamaney’e değil, Fârisi kolektif muhayyilesine ediliyor. Her zaman modern talepler ile meydana çıkmasına alıştığımız gençler bu kolektif benliğe kayıt yaptırıyor. Kasım Süleymani’nin ölümü bu sebeple İran İslam Devrimi sonrası yaşanmış hadiselerin belki de en önemlisidir. Zira bu ölüm yeni jenerasyonları, hiç de cazip durmayan bir aidiyetin tam ortasına, kendi rızalarıyla çekmeyi başaran büyük bir hipnozun meydana gelmesine vesile oldu.    

Eliade’nin Romen baladını anlatırken altını çizdiği “normal bir hikaye insanlara yetmeyecekti” vurgusu Süleymani’nin cenazesinde de karşımıza çıktı. Humeyni’nin cenazesinden sonra düzenlenen en büyük cenazeye şahitlik etti İran. Ateşli konuşmaların yapıldığı sloganların atıldığı, dövizlerin taşındığı bir cenaze, Türkiye’de bildiğimiz cenazelerin aksine politik bir aksiyona ve şova dönüştürüldü. Neticede İran denince devreye girmemesi düşünülemeyen mübalağa faktörü de devreye girdi ve onlarca insan yaşanan izdihamda can verdi. Cenaze defnedildikten birkaç saat sonra Tahran’da bir yolcu uçağı düştü. 176 kişi öldü. Ülke cenaze evine döndü, yirmidört saat içinde iki yüz elli insan öldü. Yeni Rüstem kültünün cenazesi artık unutulmaz bir hadiseye dönüşmüştü. İran, Kasım Süleymani’nin hayatından ziyade mematından faydalandı. 

Rejimin asıl tasası  

Peki, bundan sonra ne olacak? Bu satırlar yazılırken İran, Irak’ta bulunan Amerikan üslerine füze saldırısı gerçekleştiriyor. İran’da yer-gök intikam diye inlerken hakikaten Süleymani ölçeğinde bir intikam teşebbüsünde bulunulacak mı? Sorunun cevabı elbette hayır. Bir yanda İran kamuoyunu intikam hisleri ile mobilize ederken –ki İran toplumunun bu konuda ne kadar kabiliyetli olduğunu hepimiz biliriz- bir yandan da çok güçlü oldukları hissini verecek ufak çaplı saldırılarda bulunulacak. Ancak İran, Amerika’nın sınır tanımazlığına hiçbir zaman mukabele edemeyecek. Trump da bunu biliyor olmanın rahatlığına sahip zaten. Zira intikam talepleri, sloganları ancak yukarıda resmini çizmeye çalıştığımız toplumsal hipnoz piyesinin tiradı olarak gerekli. Ancak intikamın kendisi zinhar gerekli değil. Zira yürek soğutacak bir intikam, yıllarca söylenecek matem türküleri ve yakılacak ağıtlar kadar fayda sağlamayacak İran İslam Cumhuriyetine. Karanlığa karşı beslenecek nefret ile sosyal kapitali yükseltmek, asıl tasası varlığını sürdürmek olan rejim için her şeyden daha önemli. Yahut sokaktaki adamın anlayacağı şekilde ifade edelim: Ye tatlıyı içme suyu yanarsa yansın! 

@Taceddin_Kutay