Yeni savaş konsepti

Ercan Yıldırım
11.06.2016

İstanbul Vezneciler’deki terör saldırısı, 7 haziran sonrasında başlayan sürecin ne 90’lardaki PKK saldırılarına ne de 2000’lerdeki “düz ovada siyaset” yapmayla birlikte düşünülebilecek düşük yoğunluklu ama şiddetli saldırılara benzemeyeceğini ortaya koyuyor.


Yeni savaş konsepti

Ercan Yıldırım / Yazar

Güvenlik güçlerine yönelik canlı bomba ve bomba yüklü arabayla yapılan saldırılar terör örgütünün kırdan şehre yöneldiği yorumlarını destekleyebiliyordu; fakat Ankara Kızılay, Bursa ve Vezneciler’deki patlamalar meselenin terörden “savaşa” kaydığını açıkça gösteriyor. Türkiye artık şimdiye dek sadece retorik biçimde dile getirilen bir savaşın tam ortasında hatta birincil hedefi konumundadır. Terör olayları anlaşılan o ki yerini “terör furyası”na, “yeni savaşlar”ın mantığına bırakacak.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya sistemi, merkez ülkeleri yıkıma uğratacak çatışma mantığını tamamen rafa kaldırdı. Kıta Avrupası, Amerika ve kısmen Japonya hinterlandından oluşan merkez ülkeler, şehirlerini yıkacak, sivilleri öldürecek, sürecek, göç ettirecek büyük boyutlu klasik konvansiyonel savaş düzeninden, çatışmaları kendi topraklarının dışına iten, büyük oranda “icat edilmiş terör örgütleri” aracılığıyla yürüttüğü “sürekli savaş” düzenine geçti. Eskiden savaşlar birkaç günden birkaç yıla kadar yayılabiliyor, sivillerin şahit olmadığı cephelerden ülkelerin tümüne yayılan geniş bir arazide imha işlemleri gerçekleşebiliyordu. Vuran, vurulan, ölen, öldüren belliydi; düşman ve ittifak edilenler de alenen gözler önündeydi.

Düşmanla ittifak!

Yeni savaşlar sürekli istikrarsızlık demektir; istikrarsızlığı istikrar haline getirmek, soluk almadan çatıştırmak yeni konseptin gereğidir. Yeni savaşlar korku, kaygı ve propaganda üzerinden yürür. Halk korkutulur, televizyonlarla olmazsa Kızılay’da, Vezneciler’de olduğu gibi ölümle burun buruna getirilerek korkutulur; kaygı sürekli hale getirilir. Bomba patlayan mekanlardan geçerken, kalabalığa girerken, merkezi yerlerde dolaşırken sürekli endişeler, sorular, ‘acaba’lar gezinir. Aynı zamanda devletin ne kadar aciz, güçsüz olduğu kabul ettirilmek istenir. Yeni haritalara, yeni düzenlere razı etmek için doğrudan halka temas edilir. Televizyondan izleyenler bile empati yaptıkları için sokağa çıkmaktan korkar, korku güçlüye meftun eder; İngiltere’nin, ABD’nin terör uyarıları “beklenen haber” gibi görülür. Yeni savaşlar istihbarat, ajan, taşeron örgütçü savaşlarıdır. Kızılay’da patlayan araç ile Dürümlü’deki aynı yerde hazırlanır, konjonktüre göre örgütler üstlerine alırlar. Artık top, tank, uçak savaşlarının yerini keleş, mayın aldı derken, yeni savaşları kotaranlar Türkiye’de de eyp’yi, canlı bombayı, bombalı aracı gündeme yerleştirdi.  Yeni savaş düzeninde kimin kimle ittifak ettiği, kimin kimi taşeron olarak kullandığı belli değil. Ortadoğu’daki örgütlerin hemen tamamından PKK’ya kadar savaşı dışarıya taşıyan merkez ülkeler, para, eğitim, silah desteği sağlayarak pek çok örgütü kontrol edebiliyor. PKK’nın en büyük destekçilerinin aynı zamanda Türkiye’nin içine dahil olmak istediğimiz AB ülkelerinden “bazıları” olduğu, ABD’nin PYD’yi desteklediği artık sır değil.

PYD güçlendikçe Türkiye’de sivillere yönelik saldırılar aratacak; DAEŞ bir kaldıraç olarak yeni savaşların meşrulaştırıcı gücü haline gelecek.  Türkiye’nin müttefiklerinin aynı zamanda bizi vuranların arkasında olduğu bir düzende son aylardaki olaylar artık gecikmeden “yeni savaş konsepti”ne geçilmesini zorunlu kılıyor. PKK ile mücadelenin ne 90’lardaki, ne siyaset yoğun 2000’lerdeki yöntemlerle olmayacağı çok net gözüktü; meselenin PKK’nın ötesinde yeni bir dünya düzeni ihdası olduğunu görmek, bunun için gerekeni retoriğin insafına bırakmadan acilen yerine getirmek şart.

Henry Kissenger yenilerde Türkiye’de de yayımlanan Dünya Düzeni kitabının sonunda açık açık yazar, dünyanın tabii ki ABD merkezli bir yeni düzene geçmesi gerektiğini; bu düzen Vestfalya’nın “modernize”, doğrusu, “küreselize” edilmiş hali olacaktır. Kissenger, çok kültürlülüğün bu düzenin esası olacağını belirtirken Ortadoğu vurgusunu arka planda tutar. PYD’nin ABD askerleriyle aynı tank üzerinde savaşması, PYD ekseninde Suriye organizasyonu, Irak ve Suriye’de Kürt devletine ilişkin adımlar, “klan devletler” modelinin adım adım Ortadoğu’da hayata geçirilmek istendiğini de gösteriyor.

Dünyayı ABD idare ediyor demek inancımıza ters, fakat bugün Vezneciler’de Ankara’da patlayan bu bombaları dünya düzeninin yenilenmesinde bir aşama olarak görmek de aklın asgari gereği.

Tampon bölge stratejisi

İstiklal Harbi’ni anlatırken, Rıza Nur’un anılarında bahsettiği bir sahne vardır. Polatlı’da mukavemet ve huruç kararı alınacaktır; kurmaylar endişelidir, Fevzi Paşa elinde Kur’an ile ön saflarda askere “din ve namus” vurgulu nutuklar atar. Erler ve düşük rütbeli “genç subaylar” hâlâ ümidini kaybetmemiştir. Ama dünya düzeni işte bu aşamada yavaş yavaş tesis edilmektedir de. Türkiye komünist Rusya, İran, Ortadoğu ile Avrupa arasında bir “tampon bölge” olarak düşünülür. Kemal Tahir’e bakılırsa komünistlerle anlaşılsa bu bile fazla gelecektir aslında. Anadolu’nun İslamlaştığı dönemde İslam ile küfür arasında hat olan Anadolu coğrafyası, I. Dünya Savaşı’nda “tampon bölge” stratejisine indirgenmiştir.

Yıllarca Türkiye denge unsuru olarak görüldüğü için varlığı bir biçimde meşrulaştırılıyordu fakat Arap Baharı ile başlayan süreçte Türkiye’nin ne stratejik bir güç ne de denge unsuru olamayacağı, olmasına gerek kalmadığı algısı da yerleştiriliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin tampon bölge algısı yerini Kürdistan’a, Kürtlere bırakıyor. Artık Kürtler dünya düzeni içinde “kritik rol oynadıkları” fikrini taşıdıkları için gönül bağlarını gevşettikleri gibi çift taraflı ve çok yönlü diplomasinin kurallarını öğrenerek oynamanın verdiği hazzı yaşıyor.

Türkiye’deki patlamalar, Kürdistan’ın tampon hayallerini kuvvetlendiriyor, sadece Kürtler açısından değil dünya düzenini yenileyenler açısından da. “Türkiye sonrası”, vatanın, toprağın elden çıkması ya da bölünmeyle ilgili bir sanrı değil aynı zamanda stratejik düşünen “dünya sistemi aklı”nın bir sonucu. 2023’e giden yollar taşlı, hem taşlı hem eyp’lerle, el yapımı patlayıcılarla tuzaklı. Ermeni tasarısının, Ermeni tehcirinin beyni olan ülkede kabulünden tank üzerinde PYD-ABD askerinin “kolkola” fotoğraflarına kadar giden geniş savaş oyunu Türkiye’nin 1000 yıllık fonksiyonunu tüketmeye yönelik.

Sahi bu kadar olay gerçekleşirken, Ramazan da geldiği halde hala ortalıkta gözükmeyen İsrail’i niçin kimse konuşmuyor?  Türkiye yeni savaşlara çok karışık bir panoramada giriyor. İç siyasette teröre bağlı protestolara ve destek gösterilerine ana muhalefet partisinin örgüt üyelerini hastanelerde ziyaret ettiği konuşmaları dahil oluyor. Askerliğini yedek subay olarak yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diploması gündemde tutulmaya çalışılıyor. Bazı suni konular üzerinden terör eylemleri “lanetleme ile rahmet okuma”nın ötesine geçemiyor. Siyasetin tarafları “yeni savaşlar”ı okumada son derece zayıf. Kızılay’dan Vezneciler’e yeni savaşın içinde Türkiye “savunma”da. Millet teröre karşı operasyonlar yapılmasını talep ederken, bunun daha ötesinde başka “devlet aklı” olduğunu düşünmeden edemiyor. Bu savunma durumu bir Turan taktiği olabilir mi, şimdilik millet hayatında Ortadoğu’daki gelişmelere karşı esaslı bir duruşumuzun olacağı ihtimali kuvvetli biçimde duruyor.

Hakikat ayartılamaz

Türkiye’de sadece güvenlik açısından değil entelektüel planda da bir takım gelişmeler yaşanmaktadır. Kürt meselesinden PKK’ya, demokratik özerklikten HDP’ye kadar geniş bir alanda sadece “dokunulmazlıkların kaldırılması”na ayarlanmış gündem hakim. Fakat tüm operasyonlara, dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşın Kürt hareketi özyönetim, demokratik özerklik hatta federalizm iddiasından vazgeçmiş değil. Hatta son aylarda bu yöndeki çalışmalar, tartışmalar, makaleler daha da artmakta, Türkiye’nin zaten AB kriterlerine göre 20-25 bölge esasına göre müzakere yürüttüğü gerçeği üzerinden kendi özerk alanlarını koruma ve ihata etmenin imkanlarını araştırmaktadır.

Sol kesim ise Kürt hareketinin özerk yönetim taleplerini “demokratikleşmenin artacağı” iddiasıyla sonuna kadar desteklemeyi sürdürüyor. Özyönetim talebinden “demokrasi manifestosu” çıkarmaya hevesli sosyalistler, hendeklerde afallamış, Ankara bombalamasıyla sorgulamaya başlamış fakat HDP üzerinden Kürt milliyetçiliği ve Ermeni iddialarından vazgeçmemiştir. Özsavunma ve önleyici şiddeti demokratik gören sosyalistler, Vezneciler saldırısında bile ilkin kaba hümanist sloganlar atmasına rağmen meseleyi sürekli “iki taraflı” tartışmayı, tartıştırmayı sürdürerek, “suçluysa devlet de örgüt de suçlu” kanaatini yerleştirmek istemektedir. Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden yürütülen propagandalar, ithamlar, otoriterleşme, diploma gibi konular sadece görünenleri örtmeye çabalamaktan öteye geçmez.  Gerçekler acıdır, acı olduğu gibi gerçek boğazdan inmez, en iyi ihtimalle boğazda takılır kalır. Hakikat ayartılamaz, gündemin ayarttıkları var fakat hakikat mutlaka ortaya çıkar. Siyasi gündem de, terör operasyonları da hakikati karşılamıyor, hakikat örtünün altında durmaya devam ediyor. Hakikat biraz da patlamalarla artan beka endişesiyle, kalabalıklara karışmaktan korkan insan gerçekliği arasında geziniyor.

[email protected]