Yeni sistemin siyasal kültüre dair açabileceği imkânlar

Doç. Dr. Mehmet Zahid Sobacı / Uludağ Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
28.01.2017

Siyasal kültür, en genel tanımıyla toplumun siyasal sisteme ilişkin değerlerini, inançlarını ve tutumlarını ifade etmektedir. Siyasal kültür sistemin nasıl işlediğini ve niye öyle işlediğini açıklamak için formel yapı ve kurumların ötesinde informel davranış ve süreçlere yönelmeyi vurgulamaktadır.


Yeni sistemin siyasal kültüre dair açabileceği imkânlar

Bir ülkede siyasal sistemin etkinliği ve başarısı kurumsal dizayn kadar o kurumların işleyeceği toplumsal zemine, yani o ülkenin sahip olduğu siyasal kültüre bağlıdır. Siyasal kültür ve siyasal sistem karşılıklı etkileşim halindedir. Dolayısıyla, siyasal sistemin bir parçasını oluşturan hükümet etme biçiminin ürettikleri ve performansı üzerinde siyasal kültürbelirleyici rol oynamaktadır.

Türk siyasal kültürü üzerine düşünüldüğünde, “devlet-toplum karşıtlığı”; “itaat kodu”; “uzlaşı yoksunluğu”; “bürokratik vesayet”; “iktidarı sorgulayacak sivil toplumun güçsüzlüğü”, “katılımcı irade eksikliği” ve “iş takipçiliği olarak siyaset” gibi bir takım kodlar karşımıza çıkmaktadır. Türk siyasal kültürünün bu kodları, parlamenter sistemin işleyişini olumsuz etkilemiş ve Türk demokrasisinin birçok sorununa kaynaklık etmiştir. Ancak, bu noktada hemen belirtmek gerekir ki, zaten Türkiye’de parlamenter sistem 1961 ve 1982 Anayasası’nın oluşturduğu mekanizmalar marifetiyle temsili demokrasiyi tam anlamıyla yaşama geçirmek için değil, söz konusu siyasal kültürel kodların birçoğundan beslenen vesayetçi zihniyeti kurumsallaştırmak için kurgulanmıştır. Ne yazık ki, Türkiye’de parlamenter sistemin geçerli olduğu dönemlerde demokratik siyaseti zedeleyen bu kodlar ortadan kaldırıl(a)mamış, zayıflatıl(a)mamış, tersine yeniden üretilmiştir.

Türkiye’de parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, hükümet sistemi ile karşılıklı etkileşim halinde olan Türk siyasal kültürünün söz konusu hâkim kodlarında birtakım kırılmaların yaşanmasını tetikleyerek, Türkiye’de demokrasinin belirli sorunlarının aşılmasına katkı sağlama potansiyeline sahiptir. Zaten, hükümet sisteminde yapılmak istenen dönüşüm ve onun kalıcılığı bu kodlarda yaşanacak değişimle de yakından ilişkilidir. Elbette, asıl amacı yürütme erkinin, yani hükümet etme biçiminin yeniden şekillendirilmesi olan ve uyum maddeleri bir kenara bırakıldığında 14-15 maddeyi içeren bir anayasa değişikliğinden, Türk demokrasisinin tüm

sorunlarını bir anda ve sihirli bir şekilde ortadan kaldırması beklenemez. Ancak, parlamenter sistemin tersine, Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türk siyasetinin demokratikleşmesini olumlu yönde etkileyecek şekilde, birikimsel olarak bu güne kadar getirdiğimiz belirli siyasal kültürel kodlarda bir değişime katkı sağlayabilir.

Devlet-toplum karşıtlığı

Türk siyasal kültürünü tanımlamada yaygın şekilde kullanılan kodlardan biri devlet-toplum karşıtlığıdır. Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay’ın belirttiği gibi, bu karşıtlıkta devletin bekası veya devleti korumak amaç edinilmiş ve bunun sonucu devletin toplumdan uzaklaşması olmuştur. Devlet toplumdan uzaklaştıkça kutsallaşmış, kutsallaştıkça toplumdan uzaklaşmıştır. Devlet-toplum karşıtlığının panzehiri, devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi etkileşim üzerine inşa edecek bir meşru iktidarın üretilmesidir. Böylesi bir iktidar, devlet ve toplumun yakınlaşmasını sağlayacak, rızaya dayalı yönetimi gündeme getirecek ve bu rızanın alınmasını temin edecek kanalları harekete geçirecektir...

Bu bağlamda, doğrudan halk tarafından seçilen ve geniş toplumsal kesimler tarafından desteklenen bir Cumhurbaşkanı, devlet ile toplum arasındaki ilişkinin yeniden kurgulanmasına hizmet edecektir. Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesiyle üç temel erkten birini daha halkın doğrudan kendisinin belirlediği bir sisteme geçilmektedir. Böylece, halk iradesini, tercihini ve şikâyetini en iyi şekilde yönetime aktarmanın bir kanalını daha elde etmektedir. Bu, devlet ve toplum arasında iki yönlü bir ilişkinin ortaya çıkmasına, dolayısıyla makasın kapanmasına aracılık edecek çok önemli bir demokratik kazanımdır.

Bürokratik vesayet

Türk siyasal kültürünün bir diğer özelliği, bürokrasinin ayrıcalıklı bir konuma sahip olması ve siyasetin üzerinde bir vesayet makamı olarak hareket etmesidir. Türkiye’de toplum için “iyi olanı” toplum yerine tanımlayan ve o iyiyi yukarıdan aşağı uygulayan gardiyan bürokrasi anlayışı hâkimdir. Devletçi zihniyetle iç içe geçmiş bir şekilde, Türkiye’de bürokrasi devletin bekasını sağlamak ve laikliği korumak başta olmak üzere birçok farklı misyonu yüklenen siyasete meyilli bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bürokrasi içindeki elitler, kendisine araçsal bir değer atfederek, siyasetçinin benimsediği politikayı uygulamak yerine Türk siyasal hayatında politika belirlemeye soyunmaktadır.

Türkiye’de karizmatik liderler etrafında örgütlenen toplumsal kesimlerin iktidarı elde ettiği istisnai dönemler hariç, parlamenter sistemde oluşturulan zayıf koalisyon hükümetleri bir iktidar boşluğuna yol açmış ve gelenek gereği bu boşluk sivil, askeri ve yargı kanadıyla bürokrasi tarafından doldurulmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’de parlamenter sistem siyasetin halkın tercihlerine göre değil, vesayetçi zihniyetin iradesine göre işlemesine aracılık etmiştir.

Ancak, halk tarafından seçildiği için güçlü bir siyasal meşruiyet zeminine sahip bir kişiye yürütme gücünü veren Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye’de zayıf koalisyon hükümetlerini ortadan kaldırarak, güçlü bir yürütmeyi beraberinde getirecektir. Türkiye’de siyasetin merkezinin böylesi güçlü bir aktör tarafından doldurulması, bir yandan yönetimde istikrara yol açacak, diğer yandan gücünü halktan almayan siyaset dışı aktörlerin siyasete müdahalesini ve devleti kontrol etme çabalarını boşa çıkararak, siyasal kültürde bu anlamda bir kırılmayı başlatabilecektir.

Uzlaşı kültürünün yoksunluğu

Türk siyasal kültürünün barındırdığı kodlardan biri uzlaşı kültürünün yoksunluğudur. Esasında, Türkiye’de siyasetin doğasının çatışmacı bir nitelik arz etmesinin temel sebebi, Türkiye’de hizmet siyasetinin değil, hala kimlik siyasetinin geçerli olmasıdır. Türkiye, kimlik siyaseti bağlamında tartışılan ve fay hatları olarak nitelendirilen çeşitli ayrımlara dair sorunlarını daha tam anlamıyla çözememiştir. Dolayısıyla, kimlik siyaseti seçimlerde yaşanacak iktidar değişimleriyle birlikte çeşitli toplumsal kesimlerin varoluşsal bir kaygı hissetmelerine yol açmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de uzlaşı kültürünün yoksunluğunun büyük ölçüde daha yapısal birtakım problemlerden kaynaklandığını kabul etmek gerekmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’de parlamenter sistemin kimlik problemlerine dair sorunların ortadan kaldırılması, böylece uzlaşı kültürünün yeşertilmesi açısından başarılı olmadığı da ifade edilmelidir.

Türkiye’de pratik siyasette bu uzlaşı kültürünün yoksunluğu yönetimde istikrarsızlığa ve sosyo-ekonomik kalkınmada yavaşlamaya yol açmaktadır. Parlamenter sistem çerçevesinde seçimden tek başına bir iktidar çıkmadığında, yani koalisyon hükümetleri döneminde, halk bu uzlaşı yoksunluğunu çok daha yakından tecrübe etmektedir.

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş, Türkiye’de koalisyon hükümetlerini sonlandıracaktır. Bu durum başlı başına yönetimde istikrar ve kalkınma açısından önem arz etmektedir. Ancak, bu Cumhurbaşkanlığı sisteminde uzlaşı arayışının ve koalisyonların hiçbir zaman olmayacağı anlamına gelmemektedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda hiçbir adayın salt çoğunluğu sağlayamaması ve seçimin ikinci tura kalması durumunda, partilerin adayları Cumhurbaşkanı seçilebilmek için mutlaka bir uzlaşı arayışına gitmek durumunda kalacaktır. Veya Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinin parlamentoda çoğunluğu sağlayamadığı durumda, Cumhurbaşkanı parlamento ile uzlaşı içinde çalışma zorunluluğunu hissedecektir. Ancak, uzlaşı arayışı açısından parlamenter sistem ile Cumhurbaşkanlığı sistemi arasında çok önemli bir fark vardır. Bu noktada, Cumhurbaşkanlığı sistemini parlamenter sistemden farklılaştıran husus, uzlaşının parlamentoda parti liderleri veya siyasal elitler arasında değil, büyük ölçüde doğrudan halk nezdinde aranmasıdır. Halk nezdinde uzlaşıyı sağlamış siyasal meşruiyeti güçlü aktör veya aktörler, kararlarını ve politikalarını yaşama geçirmek için çok daha güvenli bir şekilde adım atacaktır. Bunun en yakın örneği anayasa değişikliği teklifinde AK Parti ve MHP arasında yaşanmıştır. Bugün AK Parti ve MHP’nin ilişkilerini bu derece yoğunlaştıran ve ortak bir anayasa değişikliği teklifi geliştirmelerini sağlayan faktör, 15 Temmuz işgal girişimi sonrasında AK Parti ve MHP seçmeni nezdinde ortaya çıkan ve devletin bekası üzerine yükselen sosyolojik koalisyondur. Dolayısıyla, siyasal elitleri merkezine alan bir uzlaşı arayışından, halkı merkezine alan bir uzlaşı arayışına geçmek, özellikle orta ve uzun dönemde Türkiye’de demokrasiyi destekleyecek tarzda siyasal kültürel kodlarda bazı kırılmaların yaşanmasına katkı sağlayabilir.

İş takipçiliğinin sonlanması

Türk siyasal kültürünün bir parçası olarak, Türkiye’de toplumun siyasete yüklediği anlamlardan biri onun “iş takipçiliği mekanizması” olmasıdır. TBMM’de milletvekili odaları her daim iş, atama, tayin, ruhsat, izin vb. taleplerle milletvekillerini ziyarete gelen vatandaşlarla dolup taşmaktadır. Parlamenter sistemde hükümet yasamanın içinden çıktığı için bakanlar ve milletvekilleri arasında yoğun bir temas gerçekleşebilmekte ve bu temas iş takibi açısından ortaya çıkan vatandaş-milletvekili-bakan ilişkisini yerleşik hale getirmektedir. Bu yerleşik ilişki tarzı, partilerin grup toplantılarında bakanların eline tutuşturulan notlara ilişkin medya görüntüleri eşliğinde, Türkiye’de siyasal kültüre dair bir patoloji olarak çokça eleştirilmiştir. İşin ilginç yanı, düne kadar milletvekillerinin bu tarz iş takipçiliğinden yakınan kesimler, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş tartışmalarında bu patolojiyi parlamenter sistemin bir fazileti gibi sunmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte, bakanların Cumhurbaşkanınca parlamento dışından atanması veya milletvekilleri arasından bakan atansa bile bu kişinin milletvekilliğinin düşmesi, bakanlar ile milletvekilleri arasındaki iş takipçiliğine dayalı bu bağı koparacaktır. Milletvekili ile bakan arasındaki mesafenin açılmasına bağlı olarak, milletvekilini ziyarete gelen vatandaş zaman içerisinde taleplerine karşılık bulamadığını görecektir. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle doğabilecek bu süreç, siyasetin ve milletvekillerinin iş takipçiliği mekanizması olarak anlamlandırılmasının önüne geçecektir.

Ancak, burada dikkat edilmesi ve çözüm bulunması gereken bir husus, gerçekten haklı talebini dile getirmek ve işini yaptırmak için milletvekillerinin yanına gelen vatandaşların, milletvekilinin aradan çekilmesi neticesinde bürokrasi ile baş başa kalmasıdır. Bu noktada, vatandaşları milletvekillerine götüren unsurun büyük ölçüde bürokrasiyi kendisinin çalıştıramaması ve bu dişliyi emriyle çalıştıracak bir mekanizma araması olduğu unutulmamalıdır. O nedenle, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle birlikte, vatandaşı bürokrasi karşısında ezdirmeyecek ve “bugün git yarın gel anlayışını” sönümlendirecek mekanizmaların üretilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda, öncelikli hususlardan biri, bürokraside yerleşik hale gelen siyasetçinin yolcu bürokrasinin hancı olduğu anlayışının kırılmasıdır. Bürokrasinin bu anlayışı içselleştirmesini sağlayan en önemli güç “daimi statüye” sahip olmasıdır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilirse, üst düzey yöneticilerin Cumhurbaşkanı kararnamesi ile atanması önemli bir uygulama olacaktır. Çünkü, üst düzey yöneticiler kamu kurumlarında politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında sorumluluğu olan ve alt düzey memurları çalıştıracak pozisyondaki kişilerdir. Bu uygulama, bürokrasiye bir dinamizm katmak, kamu kurumlarının işlerliğini sağlamak ve vatandaş odaklı bakış açısını benimse(t)mek açısından oldukça belirleyici olacaktır.

[email protected]