Yeni Soğuk Savaş Akdeniz’e inerken Moskova zirvesini okumak

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney - Bahçeşehir Kıbrıs Üni. İİSBF Dekanı, CEMES Başkanı
14.04.2019

ABD ile soğuk Rusya ile sıcak ilişkilerine rağmen Ankara, iki rakip büyük güç arasında bir tercih yapmayı, yeni Soğuk Savaşı bu tercihle yaşamayı düşünmüyor. Bu nedenle de kendi savunma reflekslerini geliştirmeye mecbur. Bu duruş Türkiye için artık bir tercih değil, bir zorunluluktur.  Eski Soğuk Savaş’ta de Gaulle Fransa’sının hikayesini imrenerek okuyanlar, Yeni Soğuk Savaş’ta Ankara’nın hikayesini çok iyi izlemeli.


Yeni Soğuk Savaş Akdeniz’e inerken Moskova zirvesini okumak

8 Nisan tarihinde, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan Moskova’da gerçekleşen mutat Rusya-Türkiye Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) çalışmaları kapsamında Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir görüşme gerçekleştirdi. Aslında, ÜDİK’in varlığı, ikili ekonomik ilişkilerde öne çıkan başlıklar (örneğin 2015 krizi sonrası iki ülke arasında normalleşen ticaret hacmi – mevcut 26 milyar dolar- ve Türkiye’ye gelen Rus turist sayısındaki artış- bu sene 6 milyon Rus turist-) ve ikili ilişkilerden iki ülkenin ekonomik beklentisi (örneğin karşılıklı ticaret hacminin 100 milyar dolar seviyesine çıkarılması), Türkiye-Rusya ilişkilerinin, karşılıklı bağımlılığa ve kazan-kazan prensibine dayalı bir iç dinamiği olduğunu gösteriyor. Ayrıca uzun bir süredir, bu iç dinamik, yani ikili ilişkilerde güçlenen karşılıklı bağımlılık, iki farklı ayağa dayanan stratejik bir konjonktür önünde gerçekleşiyor. Bu iki ayaklı stratejik konjonktür nedeniyle de herkes, içeride ve dışarıda, Erdoğan-Putin zirvesinden çıkacak sonuçlara, özellikle de Putin’in Türkiye’nin Washington karşısında elini rahatlatan açıklamalar yapıp yapmayacağına odaklanıyor. 

Washington’ın dengelenmesi 

Stratejik konjonktürün ilk ayağı, Rusya-Türkiye karşılıklı bağımlılığının geldiği seviye ile ilgili. Herkesin bildiği gibi ÜDİK ekonomik bir mantık üzerine kuruldu ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin belkemiği enerji ticareti yeni değil, ta 1980’lerde Avrupa Rus gazı ve Rus gazını taşıyan boru hatlarıyla donanırken başladı. 

Ama Ankara ve Moskova ikili ekonomik ilişkileri ticaretin sınırlarında tutmamak konusunda stratejik bir kararlılık gösterdiler ve Türkiye-Rusya karşılıklı bağımlılığını her iki başkent için de çok önemli stratejik (Türk-Akım ve Akkuyu) ve askeri (S-400 alımı ve İdlib Anlaşması) alanlara taşıyarak derinleştirdiler. Yakın tarihte yaptığımız ve önümüzdeki günlerde basılacak bir çalışmamızda bir grup akademisyen arkadaşımla beraber, bu derinleşmenin Ankara’nın pazarlık gücünü nasıl artırdığını ve karşılıklı bağımlılığın – iddia edildiğinin aksine- Türkiye’nin lehine çalıştığını inceledik. Burada teorik detaylarını vermemize gerek olmayan bu çalışmamız, aslında Ankara ve Moskova’nın dört ayrı kompartımanda yürüyen ve kendi artılarını getiren bu iş birliği alanlarını bilinçli olarak, niyet ederek, günümüz uluslararası ve bölge konjonktüründe farklı bir artıya, yeni bir kazanca ulaşmak için ilişkilendirdiğini gösteriyor. Bu yeni kazancı en basit biçimiyle “Washington’ın dengelenmesi” olarak özetleyebiliriz. 

Hedef net, araç değil 

Malum, bir süredir Ankara-Washington hattında ikili ilişkiler çok da iyi gitmiyor. İki NATO müttefikini birbirinden uzaklaştıran ve Beyaz Saray’ın çözmek konusunda bir türlü somut adım atmadığı pek çok mesele var: ABD’nin Türkiye için gerçek güvenlik sorunu oluşturan iki örgüt ile FETÖ ve PYD, bağlarını kesmekte çok tereddüt yaşadığı biliniyor. ABD’nin 2016 sonrası Akdeniz’e geri dönmeye karar vermesine bakarak, bu cümleyi rahatlıkla; Washington, bu iki terör örgütünün hala Karadeniz- Balkanlar- Akdeniz-Afrika ekseninde yararlı olacağını düşünerek FETÖ/PYD ‘ye desteğini çekmiyor şeklinde de kurabiliriz. Sorun, ABD’nin stratejik hedefinin çok açık olmasına rağmen, araç ve siyasalarının çok net olmaması. ABD sahaya, bölgedeki herkesin nabzını yoklamak, sınırlarını ve sinirlerini test etmek için küçüklü büyüklü pek çok taşı (terör örgütlerini, küçük ya da gücü sınırlı devletleri -Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi- Yunanistan vs.- sınırlı gücüne rağmen sınırsız güce sahipmiş oyununu oynayabilen aktörleri- İsrail, Suudi Arabistan vs-) aynı anda sürüyor. Bu sinir testinin yarattığı muğlaklığın da düşmanlık olmadığını iddia edebiliyor. Oysa Ankara, uzun bir süredir, ABD’nin yarattığı bu muğlaklığın bölgede istikrarsızlığı artırıp, Ankara karşıtı aktörleri ve terör gruplarını cesaretlendirdiğinin farkında. Bu nedenle müttefiklerinden, öncelikle de Washington’dan sadece teröre desteği durdurmasını değil, Türkiye’nin savunma ihtiyaçlarını, özelikle de Ankara bölgede istikrar sağlayıcı bir aktör olarak çeşitli riskleri alırken, anlamasını bekliyor. Ancak, Ankara’nın son hava savunma sistemi edinimi hamlesinde gördüğümüz gibi, Washington DC müttefik sorumluluğundan da bölgede var olmayı kafasına koymuş bir büyük güç cazibesinden de çok uzak bir duruş sergiliyor. 

Bilindiği gibi uzun bir süredir Türkiye, savunma ihtiyacı doğrultusunda hava savunma sistemini güçlendirmek istiyordu. Çin füzesiydi, Patriot sistemleriydi derken kimi engele takılan, kimi aslında paylaşılmayan birçok öneri sonrası, Ankara Moskova ile derinleşen karşılıklı bağımlılık -bu arada güçlenen pazarlık gücünü kullanabileceği- ilişkisinin bir kompartımanı olarak Rusya’dan S-400 savunma sistemi alma kararını aldı. Bu arada Türkiye’nin ihtiyaçları ve kararlılığı, Baltıklardan Akdeniz’e kadar hattı S400’leri ile kapatmak için Suriye’ye alan kapatma kabiliyetleri yerleştiren Moskova’nın stratejik bakışı ile çakıştı. Tarihin bu tür jeopolitik sürprizleri ABD’ye hazırladığı bir dönemdeyiz ne de olsa. ABD’nin tüm tehditlere (ortak üreticisi olduğu F35’lerin teslim edilmemesinden tutun ambargo tehdidine kadar) ve muğlak havuçlara (pahalı, teknolojisi paylaşılmayan ve teslim edilip edilmeyeceği garanti olmayan Patriot sistemleri) rağmen Türkiye’nin S-400’lerin alımı konusundaki kararlılığını anlamamakta direnmesinin de asıl nedeni bu kötü sürprizin Washington’un ağzında bıraktığı acı tat. Oysa ABD, her şeyden önce Türkiye ile anlaşma fırsatını kaçırmasına neden olan güç kibri ve Rusya ile Türkiye’yi hafifseme hatası ile yüzleşmeli. 

Yeni Soğuk Savaş’ın dört yılı 

Elbette ABD’nin gözünü kör eden sadece güç kibri ve bölgesel güçleri küçümseyen güç cahilliği değil. ABD 2015’den itibaren yeni, belli açılardan eski Soğuk Savaş’tan farklı (ABD’nin üstün konvansiyonel ve ekonomik gücü, tüm bölgelere müdahale etme kapasitesi ve bunu yapabileceğine duyduğu inanç yanında karşıt eksenlerin muğlaklığı ve nispeten oynaklığı ile şekillenen) bir Soğuk Savaş’ın geldiğini hissediyor. Yumurta-civciv hikayesine benzer bir biçimde kim kimi tetikledi, nasıl tetikledi, tetikleyip iyi mi yaptı soruları hala tartışıladursun, kanaatim odur ki ABD’yi bu mücadele konusunda uyandıran Rusya’nın Suriye’ye müdahale edip, hava savunma sistemlerini Akdeniz’e getirmesidir. Bu noktadan itibaren ABD için Akdeniz’de var olmanın yolu, Rusya’nın ve Moskova ile bağlantılı görülen İran ve unsurlarının (Hizbullah’tan Devrim Muhafızları’na) Akdeniz’den dışlanması fikrine dayanıyor. Son dönemde hızlanan ABD-Rusya rekabeti de zaten pek çok ayrı noktada Rusya ile dostlarının Akdeniz’den sürülme çabası ve buna karşı koyup Akdeniz’de kalma mücadelesi olma yolunda hızla ilerliyor. Hatta, Pompeo geçen aylarda ilan ettiği Yeni Akdeniz Stratejisi ile bu mücadelenin formülünü de verdi. Pompeo’ya göre Akdeniz ABD için artık stratejik bir cepheydi. Cephenin ne olduğunu bildiğimize göre ABD’nin Yeni Soğuk Savaş’ta Akdeniz’i Yalta’da olduğu gibi bölüşmediğini, rakipleri püskürtüp alanı savunacak bir hat olarak gördüğünü de anlayabiliriz. Bu doğrultuda, Washington uzun bir süredir Körfez’den Akdeniz’e inen, Akdeniz’den Güney Avrupa ve Yunanistan’a çıkan bir eksen hayal ediyor. Suudi Arabistan ve Mısır’a verilen destek, Suriye’nin kuzeyden olmayınca güneyden, Golan’dan parçalanması, Libya’daki olumsuz gelişmeler, East-Med ortaklığının gürültülü doğası, ortaya sürülen GKRY’ni NATO’ya alalım dilekleri ve en son ABD’li senatörler Rubio ve Menendez’in parlamentoya sundukları, Rumlara silah ambargosunun kaldırılmasının önünü açan “Doğu Akdeniz’de Güvenlik ve Enerji Ortaklığı Yasa Tasarısı”, son dönemde yaşanan tüm bu gelişmeler ABD-RF rekabetinin çok ciddi boyuta ulaştığını gösteriyor. Bu eksenin merkezi olarak İsrail’in görüldüğü, ABD’nin İsrail’i belli kapasitelere sahip bir aktör olarak ikna (!) edilebilir bulduğu, İsrail’in de lobi etkisinden, İran takıntısına, East-Med silahtarlığından, Avrupa’ya salladığı doğal gaz havucuna ABD’ye kendini “iyi bir aday” olarak tanıttığı görülüyor. Akdeniz’de İsrail hegemonyası bir hayal olsa da ve aslında kastedilen ABD hegemonyası olsa da şimdilik jeopolitik realite İsrail’e Golan’ı (ve büyük ihtimalle Batı Şeria’yı), Netanyahu’ya da başkanlığı kazandırdı. Bu yüzden hayal devam edecektir. 

Bu resimde tüm puzzle parçaları yerine otururken, Türkiye’yi temsil eden parçanın ABD için bir türlü yerine oturmadığı bir gerçek. Öncelikle Türkiye orada değil, burada düşünüldü çünkü NATO müttefiki olarak sadece müttefik değil NATO içerisinde belli kartlara da (örneğin veto kartı) sahip bir ülkeydi, üstelik de Karadeniz ile Akdeniz, Balkanlar ile Ortadoğu arasında tam da Rusya’nın çıkış kapısında askeri bir güçtü ve ikna edilebilirse(!) eğer ne de güzel olurdu. Ancak Ankara darbe teşebbüssü, terör ve füze saldırılarında insanlarını kaybetmişken, terörle mücadelede eli kolu bağlanmaya çalışılırken, sınırlarının (Irak ve Suriye’nin bölünmesi, PKK, İsrail hegemonyası sonucu Akdeniz kıyılarına sıkıştırılmak, uzun vadede Ege’de sahip olduğu deniz üstünlüğünü kaybetmek vb) ve sinirlerinin (AB ve ABD’de PKK ve FETÖ’nün desteklenmesi, GKRY, Yunanistan ve İsrail’den gelen açıklamalar) denenmesine makul ama sert bir tepki verdi. Kısaca ABD’nin Türkiye’yi uydurmaya çalıştığı yap-boz resmine Ankara’nın sınırları ve kabiliyetleri izin vermedi. Ankara, ABD’nin elinden kayarken Suriye’de Astana-Soçi-İdlib işbirliğinin işlemesini sağladı, Akdeniz’de Rusya’nın uyguladığı kama stratejisi üzerinden ABD’nin dengelenmesi politikasının (policy of balancing by wedge) açtığı fırsat penceresinden geçerek S-400 Anlaşmasını gerçekleştirdi. Tahmin edileceği gibi, S-400’ler Türkiye’ye yerleştirildiğinde hem hava savunma sistemimizi güçlendirecek, hem de Türkiye’nin alanı kapatarak, kapattığı alanda (denizde, havada ve karada) çıkarlarına aykırı gelişmeleri caydırma, caydıramadığı noktalarda müdahale etme gücü verecek. Tel-Aviv, F-35 kabiliyetindeki uçakların Ankara’ya verilmemesi için (Akdeniz’deki stratejik dengenin Ankara lehine değişmemesi için) çok direnmişti. Bugün S-400 konusunda hiçbir geri dönüşün mümkün olmadığının açıklandığı (siyasi bedelinin de üstlenildiği) bu noktada oyunun bitmediğini görüyor. Daha çok Rusya menşeili S-400 Akdeniz’de. ABD için gerçekten yutulması zor, acı bir lokma bu. 

Moskova zirvesinde ne oldu? 

Türkiye, yanı başında cereyan eden ABD-Rus jeopolitik ve jeo-ekonomik rekabetinin ansızın kendisini nasıl vazgeçilmesi zor stratejik bir aktör haline getirdiğinin farkında. Ancak jeopolitiğin babalarının -örneğin Mahan’ın ya da Mackinder’in söylediği gibi, coğrafya ve getirileri ancak belli dereceye kadar önemlidir. Mevcut jeopolitiği doğru okuyarak oluşturulmuş bir stratejik akıl ve bu aklın öngörüleri doğrultusunda bedel ödemeye hazır olma kararlılığı esas önemli olandır. Bu noktada, ABD’nin iki şey yapmaya çalıştığı görülüyor: 1)- Rusya’yı durdurmak ve Akdeniz cephesini kazanmak; 2)- bunu yaparken mümkün olduğunca az bölgesel aktörü güçlendirip, mümkün olduğunca çok bölgesel aktörü zayıflatmak. Ve ABD, Türkiye konusunda zorlanıyor. Türkiye’nin sınırları ve sinirleri konusunda yanlış tahminde bulundu, Ankara ve Moskova’yı birbirine itti. Ankara’yı kaybetmek değil, Ankara’yı daha sınırlı, daha savunmasız, daha istikrarsız ama ABD’ye daha yakın bir Ankara haline getirmek, buna direnirken Ankara’nın neye ne kadar katlanacağını tespit etmek istiyor. Sonuçta, Türkiye’nin pazarlık gücünü ne kadar kırarsa o kadar iyi. Oysa Türkiye, ABD ile pazarlık gücü üzerinden didişirken Kremlin ile olan pazarlık gücünün artığını fark ediyor, Rusya’da şimdilik Ankara’nın fark etmesinin önemli olduğunun bilincinde Türkiye’nin elini güçlendirecek açıklamalar yapıyor. Nitekim son Moskova Zirvesi’nde Rusya Devlet Başkanı Putin, “uluslararası İlişkilerde ve küresel sorunlara ilgili olarak Kremlin’in Türkiye ile yoğun bir işbirliği sürdürmek kararlılığında olduğunu” açıkladı. Benzer bir tonda iki taraf da ikinci bir S-400 anlaşması yapıp, ikinci parti S-400 sistemi alabileceklerini dışişleri bakanları aracılığıyla ilan ettiler 

Bu açıklamaların belki de en önemli sonucu, İdlib meselesi görüşülürken Suriye’deki normalleşme ile ilgili olarak Anayasa Komisyonuna seçilecek altı isim üzerinde Türkiye ve Rusya’nın anlaştığının duyurulmasıdır. Bilindiği gibi Anayasa Komisyonu Suriye muhalefetine yaşam hakkı vermesi bakımından çok önemli. Türkiye ve Rusya’nın uzlaşı çabaları hem Esed rejimini hem de Suriye’de oyunun daha bitmesini istemeyen Avrupalı güçler dahil Batılıları rahatsız ediyordu. Ankara ve Moskova, bu zirvede sağladıkları uzlaşı ile iki şeyi göstermiş oldular: 1)- Bir gün Cenevre süreci tekrar başlarsa, Suriye’nin geleceği konusunda aralarında farklılık da olsa Astana üçlüsü masaya fikir birliği içerinde oturacaklar. 2)- İdlib’de Rusya’nın özelikle bazı gruplarla ilgili olarak itirazlarının devam ettiği biliniyor, ayrıca Moskova ve Ankara Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmakla beraber Suriye için farklı gelecekler tahayyül ediyorlar. Bu ayrılıklara rağmen İdlib süreci sürüyor hatta Ankara, gerekli görüldüğü noktalarda Rusya güvenlik kuvvetlerinin uyarıldığı yani İdlib’de istihbarat paylaşımının yapıldığını belirtiyor. Kısaca her iki taraf da iki tarafın arasındaki hassasiyet ve farklılıkların farkında olsa da en sorunlu konulardan biri olan İdlib meselesinde dahi işbirliğini sürdürmeyi tercih ediyor ve birbirlerine, işbirliği sürecine yatırım yapmaya devam ediyorlar. 

Yakın gelecekte ne olur? 

Yeni Soğuk Savaş başlamıştır. En önemli cephe, Pompeo’ya göre, Akdeniz’de açılmıştır. Yakın gelecekte bu yeni Soğuk Savaşın hatlarının özellikle Rusya’nın Alan kapatma/Alan kontrol (A2/AD) kapasitelerine sahip olduğu bölgelerde yani Baltıklar ve Akdeniz’de keskinleşmesini beklemek gerekir. Bu mücadelede ABD tavrını değiştirip, manasız sınır ve sinir testlerini bir kenara bırakmadıkça Türkiye-Rusya ilişkileri yakınlaşarak devam edecek, stratejik olarak hatta askeri olarak daha da derinleşecektir. 

Ancak, ABD ile soğuk Rusya ile sıcak ilişkilerine rağmen Ankara, iki rakip büyük güç arasında bir tercih yapmayı, yeni Soğuk Savaşı bu tercihle yaşamayı düşünmüyor. Bu nedenle de kendi savunma reflekslerini geliştirmeye mecbur. Bu duruş Türkiye için artık bir tercih değil, bir zorunluluktur. Bu bağlamda, Ankara’nın son yıllarda Moskova ile geliştirdiği inisiyatiflere (Türk Akımı, Akkuyu Nükleer Reaktörü, S-400’ler ve Astana işbirliği) sadece ikili ilişkilerin derinleşmesi ve Moskova kartının akıllıca oynanması olarak bakmamak gerekir. Bu inisiyatiflerle Ankara bölgede ve sahada bazı çok önemli stratejik edinimler elde etmiştir, elde etme yolundadır. Eski Soğuk Savaş’ta de Gaulle Fransa’sının hikayesini imrenerek okuyanlar, Yeni Soğuk Savaş’ta Ankara’nın hikayesini çok iyi izlemeli.             

@nursinguney