Yeni Soğuk Savaş'ın ilk yıpratma harbi

Prof. Dr. Nurşin Güney/ Nişantaşı Üniversitesi
6.03.2022

Batı Rusya'yı izole ederken Rus halkını doğrudan cezalandırmanın, Rus kültürünü absürtlüğe varacak şekilde reddetmenin meşruiyetini yaratıyor, diğer yanda hedefin Tolstoy değil Pekin olduğu gizli gizli hatırlatılıyor.


Yeni Soğuk Savaş'ın ilk yıpratma harbi

Ukrayna krizi, ABD tarafından önceden ilan edilen bir tarihte olmasa da iki-üç günlük bir gecikmeyle Avrupa'nın ortasında bir savaşın patlak vermesi ile neticelendi. Böylece Yeni Soğuk Savaş'ın ilk sıcak cephesi açıldı. Rusya Devlet Başkanı Putin'in önceden kolay olacağına inandığı yıldırım harekâtı tarzındaki Ukrayna işgal planı ise bu yazının kaleme alındığı saldırının 8. gününde hala amacına ulaşabilmiş değil. Üstelik sorun sadece Moskova'nın Ukrayna ile ilgili maksimalist taleplerinin geleceği ile ilgili değil, bu savaş Ukrayna savaşı olmanın ötesinde Soğuk Savaş sonrası kurulan Avrupa güvenlik mimarisinin revizyonist Rusya tarafından sorgulandığı bir sürecin eyleme dönüşmesi aslında.

Lavrov, 'Bataklık' dedi...

Putin'in çelişkileri de burada başlıyor: Bir yanda Rusya Avrupa güvenlik mimarisini sorguluyor, diğer yanda Ukrayna saldırısını meşrulaştırmak için Luhansk ve Donesk'deki Rus ve Rusça konuşan nüfusa Ukrayna yönetiminin ayrımcılık yaptığından dem vuruyor ama müdahaleyi 2008 Gürcistan müdahalesinin aksine bir alan ile sınırlı tutmayıp tüm Ukrayna sathına uyguluyor. Böyle sınırlı güçle yapılmayan, sınırlı amaçları olmayan ama sınırlı bir meşruiyet zeminine sahip (hatta uluslararası hukuk açısından meşru olmayan) saldırıların hızlı bir şekilde tüm sahayı silahsızlandıramadığı durumlarda güçlü bir direnişle karşılaşması beklenir. 2022 Ukrayna Savaşı'nda da durum böyle tezahür ediyor. Ukrayna direnişi Rusya-Belarus ikilisini bir yıpratma harbi içerisine çekmeyi başarmış görünüyor. Elbette Ukrayna direnişini sadece Ukrayna direnişi olarak da göremeyiz.

ABD ve AB, gerek Moskova ve Minsk'e yönelik yaptırımlar aracılığıyla gerekse de Kiev'e yapılan Batı menşeili silah sevkiyatıyla Putin'in sürdürmekte olduğu bu işgal harekâtını Rusya'nın adım atmasının bin bir güçlükle gerçekleştiği bir sürece döndürme kararlılığındalar. Lavrov, çoktan "Ukrayna bataklığı" tanımlamasını kullandı bile. Bataklığın üzerinde kan kırmızısı güller açıyor ve füzelerin ışıltısı bataklığın üzerinde uçuşan ateşböceklerinin ışıltısı gibi karanlığı aydınlatıyor. Bir yıldırma harbinin Ukrayna'da yaşayan ve direnenlere ya da saldıran ve savaşanlara vaat ettiği yegâne güzellik bu.

Yıpratma harbi

Bu noktaya gelinmesine rağmen şu ana kadar diplomatik açıdan kurulan görüşme masaları da bir netice vermedi. Taraflar birbirlerini görüşmeleri ciddiye almamakla suçluyorlar. Doğrusu Ukrayna meşru müdafaa hakkından ve bağımsızlığından geri adım atmayı düşünebileceği bir noktada elbette değil. Doğal olarak Kiev direnişi, Rus askerlerinin ve Rus stratejik dehasının bataklığa batmış olmasını hak edilmiş bir kazanç olarak görüyor. Öte yandan Putin, Dünya ve Rus kamuoyu önünde istediği başarıyı askeri olarak henüz sağlayamadı. Şu ana kadar temelde başardığı Rusya'nın Batılı dünya gözünde ötekileştirildiği günlere geri dönmek. Hatta bu ötekileşmeden Rus ruhunu inşa eden satırları nedeniyle Dostoyevski ve Tolstoy bile nasibini almış görünüyor. Doğal olarak kimse masada taviz vermeye hazır değil. Konunun uzmanları, saha gerçeklerini değerlendirdiklerinde Ukrayna halkının direnişinin önemine dikkat çekerlerken diğer yandan Rusya'nın Ukrayna sahasına sürmüş olduğu ateş gücünün büyüklüğünün de gözden kaçırılmaması gerektiğinin altını çiziyorlar. Bu nedenle kimse, bu yazının yazıldığı an itibariyle savaşın nasıl sonuçlanacağını bilmiyor. Farklı senaryolar var elbette, ancak bu senaryolardan hangisinin gerçeklik haline geleceğini başta Putin, AB ve ABD'nin gelecekteki adımları ve Ukrayna direnişinin savaş bir bataklık haline geldiğinde bu bataklıkta hareket kabiliyetine sahip olup olamadığı belirleyecek. O nedenle savaşın geleceği hakkında spekülasyon yapmaktan ziyade gelin Ukrayna harbinin şu an için kime ne kazandırıp kaybettirdiğine bakalım.

Trans-Atlantik dünya birleşiyor mu?

Uzun bir süredir Rusya lideri Putin'in AB'nin içerisindeki görüş ayrılıklarını çok iyi bir şekilde gözlemlediği hatta manipüle ettiği biliniyordu. Bu gönül çelme halinde bazı AB üyesi ülkelerin Brüksel'in yetersizlikleri ile ilgili şikayetleri kadar Trump zamanında Trans-Atlantik ilişkilerin dibe vurması da etkili olmuştu. Washington'a güvenemeyeceklerini düşünen, Brüksel bürokrasisinin hayal ve bunalım arasında çizdiği zikzaklardan yorulan bir kesim yüzünü Moskova'ya çevirmişti. Hatta Putin o dönemde SSCB zamanında Batı'yı bölmeye çalışıp başaramayan Komünist Rusya'nın yapamadığını yapan lider olarak alkışlanıyordu. Ancak geldiğimiz noktada Putin gerek Ulusa Sesleniş konuşmasındaki maksimalist tutumu ile gerek saldırgan işgal hamlesi ile tüm bu başarıyı heba etti ve Rusya Batı içerisinde Rusya ile ilişkileri önemseyen bir hat oluşturma fırsatını elinden kaçırdı. Bu durum başlı başına Rusya adına ciddi bir stratejik kayıptır. Düne kadar AB içinde Putin'in dostu olarak bilinen Macaristan Devlet Başkanı Organ'ın dahi Ukrayna işgali sonrası Batı kaynaklı Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılmış olması oldukça dikkat çekicidir. Anlaşılan Yeni Avrupa, Brüksel ve Moskova ile aynı anda iyi ilişkiler geliştirme politikalarının sonuna geldiklerini hissediyorlar.

Daha da önemlisi Rusya, Berlin ve Paris'i kaybetmiş görünüyor. Almanya Şansölyeleri Ukrayna işgali öncesi ABD Başkanlarının tüm baskılarına rağmen Kuzey Akım 2 projesine bağlı kalmaya devam etmişlerdi. Proje 11 milyar dolarlık bir proje olduğu için Berlin muhtemelen projeyi içinden bir damla gaz geçmeden gömme fikrine de katlanamıyordu. Fakat işgalle birlikte Berlin, bu projeyi hem askıya aldı hem de Rusya'ya yönelik Batılı yaptırımlara onay vererek Alman dış politikasında Soğuk Savaş'ın bitiminden bu yana gerçekleşen en radikal dönüşüme ön açtı. Almanya-Rusya ilişkilerinde yaşanan bu kırılma sonucu, Scholtz hükümeti ayrıca savunma için 100 milyar dolarlık bir ek bütçeye de yeşil ışık yakmıştır. Bu yeşil ışığın ve harcanacak Euroların Brüksel bürokrasisini çok heyecanlandırdığı muhakkak. Düne kadar, Macron gibi NATO'nun beyin ölümünden bahsedenler ve aynı zamanda AB'nin stratejik otonomisinin gerçekleştirilmesinin öncelikli bir şart olduğunu öne sürenler bugün gerek NATO içinde alınan yeni kuvvet yapılanmaları konusunda gerekse de yaptırımların uygulanması konusunda Washington ile aynı noktada buluşuyorlar. Sözün özü, Putin'in Ukrayna saldırısı sonucu, bugün Trans-Atlantik dünya Moskova'nın hiç arzu etmeyeceği bir biçimde birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş durumda.

Üstelik hem Washington hem de AB yetkilileri, bir ağızdan "Ukrayna Savaşını demokrasilerin- yani hür Dünyanın- otokrasiler karşısında meşru müdafaa savaşı olarak" ilan etti bile. Böylece Yeni Soğuk Savaş'ının karşıt tarafları arasındaki "izm" mücadelesine de böylece bir ad koyuldu. Bu da Batı'nın da müdafaada sınırlı kalmayacağı izlenimini yaratıyor. Şimdilik Ukrayna üzerinden Avrupa'ya yönelik algılanan güvenlik tehdidini otokrasiye karşı mücadele söylemi ile tüm Dünya'ya yaymanın yolu böylece açılıyor. Bir yanda Batı Rusya'yı izole ederken Rus halkını doğrudan cezalandırmanın, Rus kültürünü absürtlüğe varacak şekilde reddetmenin meşruiyetini yaratıyor, diğer yanda bir hedefin Tolstoy değil Pekin olduğu gizli gizli hatırlatılıyor.

ABD ne hedeflemekte?

ABD'nin en önemli kazancı Batı ittifakını yanında birleştirmesi. Ancak bundan daha çarpıcı bir kazancı da var: Büyük bir konvansiyonel güç olan Rus ordusunun nükleer bir güç dahi olmayan Ukrayna direnişi karşısında bir hafta içerisinde bataklıktan bahsetme kıvamına gelmiş olduğunu dosta düşmana göstermiş olması. ABD ve Avrupalıların Ukrayna krizi sonrası terk ettikleri "Rusya'ya Öncelik" politikasının yerini artık Moskova'nın sınırlandırılması politikası alıyor. Muhtemelen Putin Rusya'sı hem ağır yaptırımlar hem de tabi olduğu izolasyon nedeniyle Ukrayna saldırılarının şiddetini arttırarak en azından Kiev gibi büyük bir şehri ele geçirip masaya oturmak planı içindedir ama çoktan Rus ordusunun savaşma meziyeti ile ilgili imajı zarar gördü bile.

Rus ordusunun caydırıcılığının ve korku üretme kapasitesinin görmüş olduğu zarar Rusya'nın gelecek hesapları açısından o kadar ciddi ki Putin'den her türlü çılgınlığı yapmasını bekleyen, düşünülmeyeni düşünen bir kesim de var. "Nükleer savaş" senaryosu ciddi ciddi zikredildi. Bir Tarkovsky filminin içerisine sıkıştık, çay içerek ve Rus ruhunun çılgınlığı hakkında konuşarak ufukta görünecek mantar bulutlarını sakince bekliyoruz. Tarkovsky filmlerinde göremeyeceğimiz bir ayrıntı, sürekli artan grafikler eşliğinde petrol fiyatlarını takip etmek. Bu çılgınlığı gidermenin yolu tabi eğer istiyorlarsa Batının Putin'e diplomatik bir çözüm çıkışı önermesi. Bu Ukrayna'daki savaşın daha trajik bir hal almadan ve tabii daha fazla Ukraynalı ölmeden durdurulması anlamına da gelir. Ama, şu ana kadar Batı'dan gelen sinyaller bunun aksini göstermekte. Bunun "haklı" olmaktan kaynaklı toplu bir çılgınlık hali mi olduğu yoksa Batı'nın Rusya'yı caydırmak için işgal başlamadan alabileceği tedbirleri almadığı gerçeğini saklamak için bir suçluluk hali mi olduğu sorusu ile şu anda ne yazık ki kimse ilgilenmiyor.

Putin Rusya'sı Ukrayna saldırısını başlatarak kendi toprağı saydığı Ukrayna'yı kısa bir zaman zarfında ele geçirerek hem NATO genişlemesine dur diyecek hem de Sovyetler dönemi düzenine bir geri dönüş için kapıyı aralamış olacaktı. Bu, şu ana kadar sınırlı alanları kapatma becerisi gösteren Rusya'nın gerçek anlamda büyük güç statüsüne geri dönmesi için bir ilk adım olacaktı. Hem milliyetçi hem realist bir zafer. Moskova bir taşla birkaç kuş vuracaktı. Şimdilik, evdeki hesabın çarşıya uymadığı gözüküyor. Yıpratma harbi ve bataklığa saplanmak ya da Ukrayna'nın Afganistanlaşması bir şeyi hatırlatıyorsa Rusya'ya büyük güç statüsünden düştüğü Soğuk Savaş'ın son yıllarını hatırlatıyordur.

Ancak Rusya'nın büyük askeri gücüyle Avrupa'nın ortasında ne tür hasarlar yaratabileceği sorusu hala cevap bekleyen bir soru. Yaptırımların hedefinin Rusya'nın savaş yapma kapasitesini hem iyileşme yeteneği hem moral destek açısından öldürmek olduğu biliniyor. Ama Rusya da direnç gücüne sahip bir aktör, hemen yarın bu ölüm gerçekleşmeyecektir. Dolayısıyla, günümüz Avrupa güvenlik mimarisi için artık ciddi ve somut bir soru olarak şu ortaya çıkıyor: Rus saldırganlığı kısa dönemde yeni bir güvenlik sorunu olarak nasıl bir forma bürünecektir? Bu soru, şu anki saha ve masa arasındaki uyumsuzluk sebebiyle bir cevaba ulaşmış değil. Çatışan tarafların bu yönde aşırı taleplerinden geri adım atmamış olmaları masa konusundaki ümitleri kısır bırakmakta. Putin'in Ukrayna Savaşı nedeniyle içine düştüğü Batı menşeili iktisadi ve siyasi kıstırılma- ve sınırlandırılma- halinden kurtulması için ciddi ve daha büyük çaplı bir zarar verici hamle yapması da olası. Nükleer opsiyon dışında Rusya'nın başka zarar verici adımlar atması da mümkün. Üstelik nasıl Rus askeri yeteneklerinin caydırıcılığı konusunda şüphe içindeysek Batı sağduyusu ve siyasi caydırma kapasitesi konusunda da şüphe içindeyiz. Batı başarılı olsaydı Ukrayna Savaşı caydırılabilirdi. Şimdi Batı, eğer saf bir cezalandırma anı yaşamıyorsak, Rusya bünyesinde tüm ötekileştirdiği gerçek ve hayali rakiplerini terbiye etmeye çalışıyor. Batı maksimalist düşleri zaten hep sıkıcıdır, şimdi üstelik tehlikeli bir aktör karşısında hem sıkıcı hem tehlikeli olmayı deniyor. Sözün özü, Batı Ukrayna'yı da gerekirse feda ederek Rusya'yı uluslararası toplum önünde yargılamak ve güçsüz bırakmak için karar vermiş görünmekte.

Şüphesiz Rus saldırısı bataklığın üzerinde kan çiçekleri açtırdı. Ukrayna Savaşı'nda evini barkını savaş nedeniyle terk edip göç etmek zorunda kalanlar, ölenler ve 21. yy Avrupası'nda konfor ve estetik yerine savaşın soğukluğunu yaşamak zorunda kalanlar oldu. Batı şimdi bu saldırının yaratmış olduğu dehşet ile kendisine bir savaşçı kisvesi çiziyor, bir amaç ve kimlik buluyor, dahası bir haklılık hiyerarşisi yaratıyor. Rusya bu hiyerarşi de en alt sırada, saldırganlığın doğal cezası. Ancak Batı'nın kendini hiyerarşinin tepesine yerleştirmek için Ukrayna'yı aldattığını da gören gözler görüyor.

Muhtemelen Batılı alkışları duyarken Zelensky de bu gerçeği şimdilik sessizce kendi kendine fısıldıyordur. Biliyorsunuz; Zelensky'nin tüm ısrarlarına rağmen Brüksel, kendisine hızlı bir AB üyeliği konusunda henüz olumlu bir yanıt vermiş değil. Elbette yer yerinden oynayabilir, Ukrayna'da binlerce insan ölebilir ama Allah korusun Brüksel bürokrasisinin tek bir dokümanında tek bir virgül bile atlanamaz. Yine Ukrayna'nın uçuşa yasak bölge talebi Batılıların Rusya ile doğrudan bir çatışmaya girmek istememeleri nedeniyle kabul görmüyor. ABD ve NATO'nun Ukrayna'da savaşmak üzere asker göndermeyecekleri yönündeki açıklamalar da olası bir 3. Dünya Savaşı ihtimalini önlemek için Batı'nın Ukrayna'ya karşı öne sürdüğü bir başka argüman. Zamanın ruhu, "ölen Ukraynalıları alkışlayalım, onlar delirmiş, barbar Rusya'nın zinciri, prangası oldular" haykırışları. Büyük güç rekabetinde Rusya ile kozlarını paylaşmak üzere mücadele eden ABD-AB ikilisinin Ukrayna'yı bu amaçla kullandıkları acı bir gerçek. Zira, Batı'nın askeri olarak Ukrayna yanında hareket etmeyeceği eskisi gibi şu an içinde değişmeyen bir kural. Dolayısıyla, bugün değişen tek şey Batı'nın Rusya'ya uyguladığı ağır yaptırımlar ve askeri teçhizat desteğidir.

Türkiye'nin mücadelesi

Türkiye, işgal öncesi Ukrayna ve Rusya ile yakın ilişkilere sahip bir ülke olmanın avantajıyla diplomatik kanalları zorlamış ve çatışmaların önlenmesi için büyük çaba göstermiştir. Halihazırda, Ankara bölge ve Dünya barışının gidişatında radikal etkisi olacak Ukrayna Savaşı'nın sonlanması için çözüm odaklı yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımın bir ayağında Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü savunmaya devam etmek ve Rus işgalini kınamak yer almaktadır. Diğer taraftan Montrö Boğazlar Sözleşmesi sorumlulukları dahilinde Ankara, Boğazların savaş durumunu düzenleyen 19. Maddesinin uygulanacağını uluslararası kamuoyuna bildirmiş, Karadeniz'de yaşanacak olası bir savaş olasılığını engellemek için kendi adına düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Ankara uluslararası toplumun sorumlu ve saygın bir aktörü olarak taraflar arasında, halihazırda bir denge politikasını uygulamaya devam etmektedir. Bu zorlu politika Türkiye'nin Ukrayna krizi ve savaşına bulaşmış tüm taraflarca içine çekilmek istenen her türlü tuzağa karşı bir panzehir niteliğindedir.

Bu politikanın devamlılığı adına, bir an evvel en azından bir ateşkes sağlanmalı ve ardından da Ukraynalıların yaşamlarını garanti altına alacak bağlayıcı bir anlaşma ile mümkünse sonlandırılmalıdır. Bunun aksi yıpratma savaşı, bataklık politikası, ekonomik savaş, en kötü ve en çılgın senaryolara hazır olmak anlamına gelir. Rusya'nın saldırgan açlığı nedeniyle yeşeren bataklık Batı'nın normatif açlığı nedeniyle daha çok Ukraynalı ve daha çok Rus yutmaya devam eder. Bu karamsar tabloyu çatışma çözümü uzmanı William Zartman Karşılıklı Acıtma Çıkmazı (Mutually Hurting Stalamate) olarak tanımlar. Dileriz taraflar tansiyonu düşürmek ve çatışmayı çözmek için karşılıklı acıtma çıkmazına ulaşılana kadar beklemezler. Karamsar senaryolara oynamanın bedeli herkes için çok ağır olabilir zira.

[email protected]