Kongre, hem AK Parti’nin kimliğini ortaya koymakta geliştirdiği özgüveni hem de Türkiye’nin değişen siyasal parametrelerini yansıttı.
HATEM ETE/SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü
AK Parti’nin dördüncü olağan kongresinin üzerinden bir hafta geçti. Kongre birkaç istisna dışında, çoğunlukla Erdoğan’ın konuşması üzerinden değerlendirildi. Zaten yüklenen aşırı anlam dolayısıyla beklentilerin karşılanması neredeyse imkânsızken, Erdoğan’ın da konuşmasında siyasi reformlara ilişkin maddelere yer vermemesi, konuşma ile özdeşleştirilen kongrenin olumsuz değerlendirmelere konu olmasına yol açtı.
Oysa kongre, geride kalan on yılda hem AK Parti’nin hem de Türkiye siyasetinin hangi yönde ilerleme kaydettiği hakkında önemli göstergelere sahipti. Bu çerçevede, kongre-konuşma özdeşliğine saplanan dar bir kongre analizinden kurtulmak adına, aynı anda konuşmada verilen mesajları, kongrede dağıtılan belgelerdeki siyasi vizyonu ve kongreye davet edilen liderlerin kompozisyonunu kapsayan bir değerlendirme yapmakta yarar var. Bu üç enstrümanın her birinin yüklendiği öncelikli misyonu tanımlamak mümkün. Örneğin, konuşma daha çok AK Parti’nin siyasal kimliğini tarif etmeye yoğunlaşırken, dağıtılan belgeler AK Parti’nin siyasi vizyonunu, çağrılan liderler ise Türkiye’nin bölgesel konumunu yansıtıyordu. Aynı şekilde, bu üç enstrümanın sayılan her üç misyona kendi zaviyelerinden katkıda bulundukları da söylenebilir. Kısacası, birçok enstrümanla ve birçok açıdan kongreyi analiz etmek mümkün. Kongrenin AK Parti’ye ve Türkiye siyasetine en önemli katkısı, AK Parti’nin kimliğini ve siyasetin yeni dinamiklerini tanımlamaya yönelik sunduğu ipuçlarıydı. Gerek Başbakan’ın konuşmasının içeriği ve kongrede dağıtılan belgeler, gerekse kongreye davet edilen ve kürsüye çıkma fırsatı tanınan liderlerin kompozisyonu ve konuşmaları, AK Parti’nin kimlik koordinatları ve AK Parti dolayımıyla Türkiye’nin siyasal yönelişleri üzerinde değerlendirme yapmak için zengin bir malzeme sundu.
Kendini tanımlama zorluğu
AK Parti, 28 Şubat sürecinde askeri bir darbe neticesinde hükümetten düşürülen, siyasi partileri kapatılan, etkili aktörlerin çoğunluğu tarafından dışlanan kişilerin, kimliği dolayısıyla hapis yatan bir lider etrafında bir araya gelmesiyle kuruldu. 1990’lardaki sosyolojik dinamikleri doğru okumayan rejimin kendisine yönelen talepleri ‘hainlik’ olarak kodlayıp topyekün savaş ilan ettiği bir dönemde, dışlanan-savaşılan aktör ve kesimlerin, ‘bir çıkış bulma’ arayışlarının neticesi olarak kurulan AK Parti, on dört ay sonra, tek başına iktidara geldi.
AK Parti, kuruluşundan itibaren kendisini tanımlamakta zorlandı. Kendisiyle ilgili tarif edici önermeler sunmak yerine kendisini tanımlamak için serdedilen önermeleri redderek yol aldı. AK Parti, başaramadığı işi tamamlamak üzere obsesif bir tutumla darbe tezgahlamaya devam eden 28 Şubat süreci aktörlerinin şerrinden korunmak, rejimin ideolojik aygıtlarının etkisinde kalarak kendisini ‘tehlikeli’ olarak kodlamış toplumsal kesimlerin endişelerini gidermek ve sistem tarafından marjinalleştirilmiş partilere sırtını çevirip ‘sağlam’ aktör arayışını bir siyasi tutuma dönüştürmüş büyük toplumsal çoğunluğun desteğini almak üzere, mesaisinin çoğunu, kendisine yönelik yanlış algıları düzeltmeye ayırmak durumunda kaldı.
Kuruluşunda, resmi bir kimlik olarak benimsediği ‘muhafazakâr demokrat’ etiketi bile, içinden geldiği Milli Görüş geleneğinden kopmasının, İslamcı olmayışının bir kanıtı olarak tedavüle sokuldu. Kuruluşunun ilk yıllarında, değiştiğini ispatlamakla mükellef tutulan AK Parti, iktidarını perçinlediği dönemlerde de, ısrarlı bir şekilde, ‘gizli ajanda’ sahibi olmakla, farklı yaşam tarzları üzerinde ‘mahalle baskısı’ kurmakla suçlandı. Cumhuriyet tarihinin en destansı demokrasi mücadelesini verdiği ve vesayet rejimi karşısında bugüne kadar hiçbir iktidarın elde edemediği demokratik kazanımları sağladığı dönemlerde bile, ‘otoriterlik’le, ‘muhafazakarlık’la veya en basitinden ‘zoraki demokratlık’la suçlandı/suçlanıyor. Kısacası, kimlik meselesi, AK Parti açısından sürekli bir imtihan alanı oldu.
Siyasetin normalleşmesi
11 yıl boyunca kendisine yönelen tehditlerle baş etmek için akla karayı seçen AK Parti’nin kongrede ortaya koyduğu siyasi profili nasıl değerlendirmek gerekir? Başbakan’ın konuşmasındaki dinsel-tarihsel göndermeler, düne kadar siyasi duruşları dolayısıyla kendi ülkelerinde, uluslararası platformlarda ve Türkiye’de gayri meşru addedilen siyasi aktörlerin kongrede kendi dillerinde yaptıkları siyasi konuşmalar, hem AK Parti’nin hem de Türkiye’nin siyasal serüveni hakkında çok değerli ipuçları barındırıyor. Bu değişimin boyutunu anlamak açısından, bundan sadece altı yıl önce, 2006’da Meşal’in gizlice Türkiye’ye getirilmesinin uyandırdığı yankıları veya daha birkaç yıl öncesine kadar Barzani hakkında atılan manşetleri hatırlamak yeterli. Bu çerçevede, kongrenin, AK Parti iktidarında Türkiye’nin katettiği demokratik gelişimin en özet ve bütünlüklü fotoğrafını ortaya koyduğunu söylemek mümkün. Kongre, hem AK Parti’nin kimliğini ortaya koymakta geliştirdiği özgüveni hem de Türkiye’nin değişen siyasal parametrelerini yansıttı. Bu, nasıl mümkün oldu?
AK Parti, vesayet rejiminin kendisine yönelik baskılarıyla başetmeye uğraşırken demokratik meşruiyete yaslanmaya özel bir önem atfetti. Siyasal performansını toplumsal dinamiklerin özgürleşme mücadelesiyle özdeşleştirmeyi başardığı ölçüde, hem siyasal gücünü arttırdı hem de siyasal sistemi demokratikleştirdi. Siyasal stratejisini toplumsal taleplerle kesiştirmesi, birçok siyasal-toplumsal kesimin AK Parti’ye destek vermesine yol açtı. AK Parti’nin siyasal etkinliğini ülkenin demokratikleşmesiyle ilişkilendirmesi, doğal seçmeni olmayan birçok farklı toplumsal kesimin de rejimin demokratikleşmesi adına kendisini desteklemesini sağladı. Nihayetinde on yıllık bir mücadele sürecinde vesayet rejimi geriletildiği gibi, mücadelenin dili ve stratejisi hem AK Parti’yi hem de Türkiye siyasetinin koordinatlarını büyük ölçüde değiştirdi.
AK Parti, kıran kırana geçen ve birçok riskli kararlar almayı gerektiren bir sürecin sonunda, siyasetin kodlarını değiştirdi. Vesayet rejimi tarafından dar bir alanda kalkınma-hizmet gibi faaliyetlerle sınırlanan siyasal alanı genişletmek üzere, hem vesayetçi aktörlerle hem de vesayetçi ideolojiyle hesaplaştı. Askeri ve sivil bürokrasinin siyaset üzerindeki tahakkümü geriledikçe, bu tahakkümün beslendiği vesayet ideolojisi de mevzi kaybetti. Tekçi bir ulus inşa hayali uğruna tanımlanan tehdit algıları ortadan kaldırılınca, dışlanan toplumsal-siyasal kesimlere meşru bir siyasal faaliyet alanı doğdu. Sivilleşen siyaset devlet aklının da demokratikleşmesini sağladı. İrtica ve bölücülük tehditlerinin devlet aklından sökülmesi, bu tehditlerle ilişkilendirilen iç toplumsal kesimlerin siyasal meşruiyetlerini sağladığı gibi, dışarıdaki gelişmelerin de algılanma biçimini değiştirdi. İçerideki dindar toplumsal-siyasal kesimlerin tehdit olmaktan çıkması Arap uyanışına öncülük eden İslamcı aktörlerin meşru halk temsilcileri olarak algılanmasına, içerideki Kürtlerin tehdit olmaktan çıkarılması da dışarıdaki demokratik süreçlere katılan Kürt aktör ve organizasyonların meşru siyasi ortaklar olarak addedilmelerini sağladı.
Siyasal modernleşme
Siyasetin normalleşmesi, doğal olarak, siyasetin aktörlerini de terminolojisini de değiştirdi. Kongre’nin 12 Eylül referandumu ve 12 Haziran seçimleriyle perçinlenen normalleşmenin sonrasında gerçekleştirilen ilk kongre olması, bu yeni siyasal durumun birçok dinamiğinin birarada gözlemlenmesine imkân sağladı.
Kongreyi bu siyasal normalleşmenin bir sonucu ve göstergesi olarak okumak gerekir. Kongredeki dini vurgu da, tarihsel referanslar da, ortaya konulan demokratik program da Türkiye’de siyasetin normalleşmesinin bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir. Bu unsurların her biri, vesayetle sürdürülen on yıllık yoğun mücadele sonrasında gündeme gelen ‘yeni Türkiye’nin siyasal koordinatlarını ortaya koymaktadır. Yeni Türkiye, tarihsel ve dinsel geçimişiyle barışık, demokratik bir siyasal vizyona sahip, bölgedeki gelişmelere müdahil bir Türkiye olacaktır.
Siyasal normalleşmenin kongrede tezahür eden ilk dinamiği, bugüne kadar resmi tarih yazımı dışında bırakılan tarihsel-dinsel referanslara sahip çıkılmaya başlanacağıdır. Cumhuriyet, toplumun zengin tarihsel referanslarını bir kenara bırakıp pozitivist ve şekilci bir batıcılıkla tanımlanan bir kimlik formu dayatmıştı. Ulus inşa sürecinin doğurduğu sıkıntılarda da, toplumun rejime yabancılaşmasında da bu köksüz kimlik formunun dayatılmasının büyük bir etkisi vardı. Şimdi Türkiye, tarihsel-dinsel referanslarına geri dönüyor, çizdiği gelecek vizyonunun bu tarihsel referanslarla paralel olmasına özel bir anlam atfediyor. Bu yeni durumu eksik algılayanlar, kongrede Türk-İslam ideolojisiyle karşılaştığını zannedip endişeye kapıldılar. Oysa Türk-İslam ideolojisi olarak damgalanan şey, Türkiye’nin tarihsel-dinsel referanslarına sahip çıkmaya başlamasından başka bir şey değil.
Siyasal normalleşmenin kongrede görünürleşen ikinci dinamiği, demokratik siyasi vizyonun hız kesmeden devam edeceğidir. Bugüne kadar mesaisinin önemli bir kısmını vesayet rejimiyle mücadele etmeye hasreden Türkiye, sivilleşme sürecini vesayet rejiminin neredeyse bütün kurumlara sirayet eden kalıntılarını kazıyarak sürdürecektir. AK Parti’nin basına dağıttığı 63 maddelik demokratik paketin en önemli yönü, geniş bir yelpazede demokratik siyasete uygun bir siyasal alanın inşasına hız verileceğidir.
Siyasal normalleşmenin kongrede belirginleşen son dinamiği bölgedeki aktörlerle ilişkilidir. Vesayet rejiminin kodladığı irtica ve bölücülük tehditleriyle sürdürülen mücadele neticesinde Kürtlüğün ve İslam’ın tehdit olarak algılanmasından vazgeçilmesi, toplumsal barışın sağlanmasına hizmet ettiği ölçüde, bölgesel aktörlerle ilişkilerimizin normalleşmesini de sağladı. Bu normalleşme sürdükçe, tersinden iç toplumsal barışımızın da teminatı olmaya adaydır. Başka bir deyişle, Türkiye’nin Barzani ve Mursi-Meşal’le kurduğu ilişkilerin kökeninde nasıl vesayet rejiminin bölücülük ve irtica paranoyalarından vazgeçilmesi yatıyorsa, bu ilişkilerin derinleşmesi de, tersinden, Türkiyenin muhayyel bir gelecekte bu paranoyalara geri dönmeyişinin teminatı olacaktır. Türkiye’nin bölgesel aktörlerle kurduğu ilişkiler ve Arap uyanışına gösterdiği yakın ilgi, hem politikalarını hem de siyasal terminolojisini değiştirecektir. İç ve dış dinamiklerin birbirini beslemesiyle, Türkiye dindarlıkla da Kürtlükle de daha barışık bir Türkiye olacaktır.
Bütün bu dinamikleriyle kongre, AK Parti’nin kimlik koordinatlarını açığa çıkardığı gibi, yeni Türkiye’nin siyasal kodlarını da ortaya koymuştur. Bu kodların herhangi birini diğerine tercih etmek, biri lehine diğerlerinden vazgeçmek mümkün değildir. Bu kodların eşzamanlı birlikteliği sürdüğü ölçüde, AK Parti desteğini ve iktidarını sürdürecek, siyasal normalleşme devam edecektir.