Yeni Türkiye’de sivil toplum: Bir özeleştiri

Mustafa Şen / Yazar
10.03.2018

Dünya tarihinde ilk kez gerçek anlamda bir çağ değişimi yaşanmaktadır. Bundan önce çağ dediğimiz olguların tamamı aslında tek bir çağdan ibaretti. Geçmiş çağın temel özelliği bilgi hiyerarşisinin yaş hiyerarşisi ile paralel olması, bilgiye erişimde avantajın büyüklerde olması ve bilgi akışının büyükten küçüğe doğru olmasıydı. Şimdi ise akış tersine döndü. Gençler bu çağın içine doğmuşken, büyükler ve büyüklerin yönettiği STK’lar çağ değişiminin farkında bile değiller.


Yeni Türkiye’de sivil toplum: Bir özeleştiri

Dünyada sivil toplumun önemi ve değeri her geçen gün daha da artmaktadır. Bu, hem ülkemiz hem de bizatihi sivil toplum için bir kazanımdır ve bu çerçevede sivil toplumun nitelik olarak da, nicelik olarak da daha yüksek bir düzey yakaladığını söyleyebiliriz. Ancak, bu, sivil toplumun muhtelif sorunlar içinde olmadığı anlamına gelmemelidir. Zira, sivil toplum dünyasının çeşitli sorunları vardır. Bu sorunları yedi başlık altında irdelemek mümkündür:

Sivillikten sapma sorunu: STK mı, SDK veya SSK mı?

Türkiye’de sivil toplum dünyasının kurumsal yapısını oluşturan STK’larımızın STK (sivil toplum kuruluşu) mı yoksa SDK (sivil devlet kuruluşu) mı veya SSK (sivil siyaset kuruluşu) mı olduğu artık bir tartışma konusudur. Bu bağlamda, sivil toplumu-muzun ve STK’larımızın sorunlu bir hal içerisinde bulunduğunu açıkça söylemek durumundayız. Kendi gerçeğinde sivil toplum ne olmalıdır ve fakat fiili durum nedir? Kendi gerçeğinde doğrudan siyaset yapmayan, siyaseten ve devletten beslenmeyen kurum olmalıyken; fiili durumda SDK’laşmak ve SSK’laşmak yani devletleşmek ve siyasallaşmak diye bir hal mevcuttur. Halbuki; en hafifinden, devletten besleniyor olmak asla sivillik değildir. Tam tersi sivillik, devlete rağmen (devlet karşıtı değil) var olabil-meyi başarabilmektir. Bu çerçevede; maalesef, devletten beslenmeden, devleti sağmaya kalkmadan var olabilme yolunda ciddi sapmalar gözlemlenmektedir.

Diğer taraftan; elbette ki, STK’ların siyasal duruşu olabilir. Hatta, STK yöneticileri ve üyeleri sivil toplum faaliyetleriyle eş-zamanlı olarak bir parti içinde siyasi faaliyet de yapabilirler. Ama siyasal faaliyet ve siyasal duruş demek, siyasetfüruş olmak demek değildir. Sivil toplum, kurumsal olarak siyasal topluma dönüşmemelidir ve kurum olarak politize olmamalıdır. Meselenin özü şu iki noktadır: Bir, devletleşmeyeceksin; iki, siyasallaşmayacaksın. Sivil toplum siyasetle var olmaya kalktığında, yarın, güttüğü siyasetin başına bir şey gelirse, sivil toplum olarak kendisi de çöker. Siyasetin tüm hataları onun menfi hanesine yazılır. Dolayısıyla, sivil toplumun ve STK’ların SDK’laşmaması, SSK’laşmaması, devletsiz ve siyasetsiz olarak ayakta durabilmeyi başarabilmesi gerekmektedir. Ancak, bu başlık ve aşağıdaki bazı başlıklardan hareketle hiç kimse FETÖ’ye karşı yürütülen mücadeleyi suiistimal ederek meseleyi İslamî cemaatler ve İslamî STK’lar düşmanlığına dönüştürmemelidir.

Devlete sızma sorunu

Bu sorun alanı devlette kadrolaşma, devlete sızma, devlete musallat olma, devleti ele geçirme, paralel devlet oluşturma konusudur. Devlet nedir? Siyasal, sosyal, ekonomik, askeri vb. olarak en iyi teşkilatlanan varlık. Yani, birilerinin o yapmaya çalıştıkları şeyi yeryüzünde en iyi yapan kudret. Başkası becerebilseydi, o devlet olacaktı zaten. Yani belli ki devlet; kadrolaşmayı, teşkilatlanmayı, örgütlenmeyi, organizasyonu başkalarından daha iyi biliyor. 17-25 Aralık’ta ve 15 Temmuz’da bunu gördük. Bu, -seküler veya dindar- bütün cemaatlere, vakıflara, derneklere, yapılara vb. ibret olmalı ve hiç kimse böyle bir şeye kalkış-mamalı. Unutulmamalıdır ki, devlet ‘birkesin’ değil, ‘herkesin’ olduğu sürece ayakta kalır. Bu gerçeği hem devlet hem de sivil toplum bütün açıklığı ve tarihî şahitliği ile görmelidir.

Konumlanış sorunu

Konumlanış sorununun iki vechesi vardır: STK’nın devlete karşı konumlanışı ve devletin STK’ya karşı konumlanışı. Bu bağlamda, önce sivil toplum tarafından şu soruları kendimize sormak ve cevaplamak zorundayız: Devletleşmek midir yapma-mız gereken şey, yoksa devlete rağmen ayakta kalabilmeyi başarabilmek mi? Kendi ufkunu devletle kapatmak mıdır faydalı olan, yoksa devlete ufuk açmak ve sivillik, demokratikleşme, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü, katılımcılık, çoğulculuk, özgürlük, eğitim, çevre, sağlık, göç, göçmenlik, yerleşim, bağımlılık, güvenlik vs. gibi pek çok alanda devletin önünden gitmek mi? Kendi aklını devletle noktalamak mıdır sivil akıl, yoksa devletin aklına akıl katmak mı? Rakip mi, yol arkadaşı mı; karşıtlık mı, karşılılık mı; beslenme mi, eşgüdüm mü; bağımlılık mı, bağlılık mıdır doğru olan?

Devlet tarafından bakıldığında ise; olması gereken şey koruyucu, kollayıcı, hazıra alıştırıcı olmak mı; yoksa ön açıcı ol-mak mı diye sormak lazımdır. Doğru cevap elbette ki, sivil toplum kısmında da olması gerektiği gibi, ikincisidir. Devletin, STK’yı kendine rakip görmemesi gerektiği gibi, onu, beslemesi gereken çocuğu olarak da telakki etmemesi gerekir. Bunun aksini düşünen devlet ve STK’lar kendilerine en büyük zararı verirler. Diğer taraftan, bunun aksi Yeni Türkiye ruhu ile uyumlu değildir.

Sözgelimi, eğitim STK’ları… Tam bu bilinçte gençler yetiştirelim, yeter. Devletin bir yerlerine birilerini yerleştirmek, devleti yemek gerekmiyor. Biz insan yetiştirelim, devlet onu almasını bilir ve dahası, o da gideceği yeri bilir zaten.

Bir başka örneği insanî yardım kuruluşları üzerinden verebiliriz. Biz insanî yardım çalışmaları yapalım; devletin hariciye stratejilerini belirlemek, uygulamak ve uygulatmak bizim işimiz, görevimiz değildir. Tabii ki, devlet her şeye kendine göre karar vermemeli; sivil toplumdan akıl toplamalı ve elbette STK’lar devletin muhtelif konularda strateji belirlenmesine katkı sağlayabilmeli, o konuda onun gözünü ve ufkunu açmalı, yerinden bilgi ve tecrübe paylaşmalı; devlet de tüm bunlara açık bir kurumsal kültüre sahip olmalı; ama, işin sonunda devletin kurmay aklı devreye girmeli ve kendi kararını kendi vermelidir. Neticede; devlet devlettir, STK STK’dır. Devlet STK’ların alanını kapatmamalı, STK da sivil sınırdan öteye geçmemelidir. Tam sınır hattı üzerinde bir ilişki alanı oluşturulmalıdır.

Yerli ve milli oluş sorunu

Açık söylemek gerekirse, bu ülkede STK’ların yerli ve milli olması ya da olmaması gibi bir sorun vardır. Şunu hepimiz biliyoruz: Türkiye’de yerli ve milli STK’lar olduğu gibi, yıkıcı faaliyetler sürdüren yabancı STK’lar ve de yabancı STK’larla ve başka yabancı kurumlarla emir komuta zinciri içinde olan buralı ama yerli ve milli olmayan STK’lar var.

Bazı STK’lar ya doğrudan kendisi bölücü faaliyetlerde bulunuyor ya da yabancı devletlerin veya kuruluşların taşeronluğu görevini yürütüyor. Biz bunu Gezi olaylarında, 17-25 Aralık, ‘çukur siyaseti’ ve 15 Temmuz süreçlerinde gördük.

Gezi olaylarında şöyle bir sorun da vardı: AK Parti kendi büyüttüğü gençlerin ve kendi oluşturduğu değişim ufkunun gerisin-de kaldı. Bu bir sosyolojik gerçek. Ama bu, bazı STK’ların yabancı ülkelerin kurumlarıyla iş tutmalarını meşrulaştırmaz; bu apaçık bir ihanettir.

STK’ların evrensel ilkeleri benimsemiş olması gerekir. Ancak, en az bunun kadar önemli bir şart da, yerli ve milli olmalarıdır. Bu ülkenin doğusundaki-batısındaki, kuzeyindeki-güneyindeki, uzağındaki-yakınındaki hiçbir devletle, hiç bir siyasi partiyle, hiç bir istihbarat kuruluşuyla ilişkisi olmamalıdır. (Bunun istisnası yalnızca, başka STK’larla bağlılık ve bağımlılık olarak okunmayacak ‘işbirliği’ olabilir.) Her STK’nın bu toprakların STK’sı olması istilzam eder. O yüzden, STK’ların yalnızca ve yalnızca bir adet göbek bağı olmalıdır: O da bu topraklardır.

Mesela, Türk milleti ve Türk devleti teröristlere karşı büyük bir mücadele içindedir ve toplumun büyük bir kısmı bu mücadeleyi desteklemektedir. Burada STK’lar çok önemli bir konumdadır. Çünkü, STK’ların bir etki alanı var. Bu etki alanında mekanizma terse işlemeye başladığında, vatan tehlikeye girer. STK’ların aynı zamanda bir karşı sivil operasyon gücü halinde olması gerekir. Bu devletleşmek, askerîleşmek, siyasallaşmak anlamına gelmez. Bu sadece 15 Temmuzlaşmak anlamına gelir. O yüz-den, STK’ların sivil bilinci koruyup geliştirirken, vatan söz konusu olduğunda sivillik budalası olarak kenarda izlemek gibi bir lüksü olamaz. Yerlilik, millilik ve vatanseverlik bunu gerektirir.

Eşgüdümlü çalışmama sorunu

İnsanların çoğu şehirlerde yaşamakta ve STK’lar da genellikle şehirlerde kurulmaktadır. Lakin görüyoruz ki, STK’lar arasın-da bir eşgüdüm, birliktelik, dayanışma ve işbirliği yoktur. Halbuki, şehirli olmak örgütlü ve eşgüdümlü hareket etmeyi gerektirir. Şehirler devletlerden daha uzun ömürlüdür. Bunu kendi içlerindeki yüksek düzeyli eşgüdüme borçludurlar. Şehir böyle bir organizasyondur ve bu organizasyon içinde STK’lar da kendi aralarında organizasyon ve koordinasyon halinde olmalıdır ki, ortaya çıkan sinerjiden daha büyük verimlilikler elde edilebilsin. Bunun bir diğer boyutu da devletle eşgüdüm içinde olmaktır. Yani, STK’lar hem kendi aralarında hem de devletle eşgüdüm içinde olmalıdırlar. Ancak bu, devletten beslenmeye ve devletlû olmaya dönüşmemelidir.

Yaygınlık ve etkinlik çelişkisi sorunu

STK’ların bazıları yaygın, bazıları değil; bazıları etkin, bazıları değil. Yaygınlık ve etkinlik açısından STK’lar dört gruba ay-rılabilir: Yaygın ve etkin, yaygın değil ama etkin, yaygın da değil etkin de değil, yaygın ama etkin değil. Bazı STK’lar ülkenin her tarafında şube açıyorlar ama etkin değiller ve ülke gündeminde neredeyse hiç yoklar. Bazıları ise bir ya da bir kaç yerdeler ama etkinler, ülke hatta dünya gündemini belirleyebiliyorlar. Burada esas olarak yaygın ama etkin olmayan STK’lar üzerine dikkat çekmek istiyoruz. Yaygın ama etkisiz STK’ların kendilerine ‘biz gerçekte bunu mu hedeflemiştik’ diye sormaları gerekmektedir. Eğer, başta belirlenen hedef buysa, sorun yok. Ama, gözlemlerimiz öyle olmadığı yönündedir. Yani, pek çok STK bir baskı grubu ya da çıkar grubu maksadıyla örgütlenmeye giderken ülkenin her yerinde varlık göstermeyi etkili olmak telakki etme hatasına düşmektedir. Belki, daha az yaygın ama daha etkin olmak daha doğru olacaktır. Buna, kısaca örgütlenmede verimlilik de diyebiliriz.

Çağda yaşamak ama çağı yaşamamak sorunu

Bu son bahis özellikle gençlere dair çalışmalar yapan STK’larla ilgilidir. STK’ların gençlik faaliyetleri bağlamında içinde ol-dukları ama farkında olmadıkları bir sorun var: STK yöneticileri eski çağda, gençler ise yeni çağda yaşıyor. Bu durum gençlerle ortak bir dilde buluşmayı engellemektedir. Meseleyi biraz açacak olursak şöyle diyebiliriz:

Dünya tarihinde ilk kez gerçek anlamda bir çağ değişimi yaşanmaktadır. Bundan önce çağ dediğimiz olguların tamamı as-lında tek bir çağdan ibaretti. Geçmiş çağın (ya da çağların) temel özelliği bilgi hiyerarşisinin yaş hiyerarşisi ile paralel olması, bilgi-ye erişimde avantajın büyüklerde olması ve bilgi akışının büyükten küçüğe doğru olmasıydı (burada bilgiyi veri ve malumat seviyesinde alıyoruz; yoksa ilim, irfan ve hikmet mertebelerinden bahsetmiyoruz). Şimdi ise; akış tersine dönmüş, bilgi gençlerde-dir. Büyükler eski çağın araçlarını kullanarak bilgiye erişmeye devam etme eğilimindeyken ve yeni çağın araçlarını etkin bir şekilde kullanamazken, hatta çoğu buna karşı çıkarken; gençler her türlü bilgiyi hemen şuracıkta, parmak ucu mesafesinde tut-maktadırlar. Gençler bu çağın içine doğmuşken, büyükler ve büyüklerin yönettiği STK’lar çağ değişiminin farkında bile değiller.

Bundan dolayı, STK’lar (yani büyükler) yeni çağın içinden konuşan bir dil kuramıyorlar. Sahip oldukları dil eski çağa ait ve bu dilin kodları genç dilin kodlarını desteklemiyor. STK’ların çoğunun bu sorundan haberi yok. Onlar, gençleri suçlamakla meş-guller. Bu mesele açıldığında, büyükler, ‘çağa ve dijital hegemonyaya teslim mi olacağız’ diyorlar. Senin yapman gereken şey teslim olmak değil, dönüştürmek; kendinden başlayarak dönüştürmek. Bu, çağın ağına takılmak anlamına gelmiyor. Belki, bu yolla gençlerle aynı evrende, aynı çağı yaşama imkanı bulunur ve onlarla konuşulabilir. Yoksa, STK’ların bu durumu gençlerin umurunda değil zaten.

Sivil toplum sadedinde, STK’lar ve devlet olarak hâl-i pür melâlimiz budur. Bir yeğenimin harika çocukluk Türkçesiyle söyle-yecek olursak, ‘güzeltmek’ de bizim elimizde, berbat etmek de. Seçim bizim!

[email protected]