Yeni Türkiye’de üniversitelerin yönetsel kodları

Mahmut Aydın
11.06.2016

Kurumsallaşma sürecinde “mevzuattan önce zihniyet sorununu çözmek”, insan merkezli kurumsallaşma planları geliştirmek ve bunları hayata geçirmek, üniversiteler özelinde rektörlerin öncelikli politikaları olmalıdır.


Yeni Türkiye’de üniversitelerin yönetsel kodları

Prof. Dr. Mahmut Aydın / Ondokuz Mayıs Üniv. Öğr. Üyesi

Sayın Cumhurbaşkanımız’ın 10 Ağustos 2014’te halkın oylarıyla seçilmesi Türkiye’de artık yeni bir dönemin başladığının habercisiydi. Yeni Türkiye söylemi ile ifade edilen bu yeni dönem, Türkiye’de dış politikadan ekonomiye, sosyal politikalardan eğitime tüm alanlarda köklü yapısal değişikliklere gidileceğinin de işaretiydi. Eski Türkiye’nin en belirgin özelliği olan seçkinciliğin ve elitizmin yerini, artık halkın iradesinin hâkim olduğu ve her şeyin halkın çıkarları doğrultusunda yapılmaya çalışıldığı Yeni Türkiye’de üniversitelerin de “seçkinci bakış açılarını” terk ederek varlık nedenleri olan toplumu merkeze almaları gerekliliğini doğmuştur. Üniversitelerde bu zihniyet dönüşümünün gerçekleştirilebilmesi için en üst biriminden yani rektörlüklerden en alt birimlerine yani anabilim dalı başkanlıklarına kadar yeni bir zihinsel düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu yazının amacı; bilgiyi üretme, öğretme, sunma ve yayma şeklinde dört temel fonksiyonu olan üniversitelerin Yeni Türkiye’de nasıl bir yönetişime sahip olmaları gerektiği üzerinedir.

Bilindiği üzere son dönemde ülkemizde yükseköğretim alanı özellikle niceliksel olarak inanılmaz bir gelişme göstermiş ve 1980’lerde yüzde 6’larda olan brüt okullaşma oranı artan üniversite sayılarıyla 2014’lere gelindiğinde yüzde 80’lerin de üzerine çıkmıştır. Artan okullaşma oranına paralel olarak üniversitelerde öğrenim gören öğrenci sayısı da hızla artarak 350 binlerden 5,5 milyonun üzerine çıkmıştır. Yaşanan bu niceliksel gelişmede en büyük pay şüphesiz ki 14 yıldır Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarlarına ve bu partinin doğal lideri Erdoğan’a aittir. Bu noktadan bakıldığında hükümetler özellikle 2006 yılından sonra peş peşe kurduğu yeni devlet üniversiteleriyle 53 olan devlet üniversitesi sayısının 109’a çıkmasını sağlamıştır. Şimdi sıra üniversiteleri niteliksel olarak geliştirerek uluslararası ölçekte yapılan üniversite değerlendirme endekslerinde ilk 100’e en az birkaç Türk üniversitesi girmesini ve ilk 500 ile ilk bine giren üniversite sayısının artmasını sağlamak olmalıdır. Bunun için de üniversitelerimizin niceliksel büyümeyle yetinen üst idareciler yerine Yeni Türkiye konseptine uygun sorunları zamana bırakma yerine anında çözme iradesi gösteren, akademik ve idari tüm çalışanlarını kucaklayıp sisteme dahil eden ve üniversitelerin onların birikimlerinden azami ölçüde yararlanabilmesinin önünü açan lider ruhlu rektörlere ihtiyacı vardır.

Üst yönetim sorunu

Bilindiği üzere Temmuz 12-14 tarihlerinde 20, 26-28 tarihlerinde de 17 olmak üzere 37 üniversitede rektör adayı belirleme seçimleri gerçekleştirilecek ve yaşanacak süreçlerden sonra da Ağustos ayında da bazısı ikinci dönem için bazısı da yeni olmak üzere 37 rektör göreve başlayacak. Üniversitelerimizin üst yönetim ve bununla beraber kurumsallaşma sorunlarını aşmaları durumunda son yıllarda yükseköğretim alanında niceliksel alanda yaşanan büyümenin artık niteliksel olarak da görülmeye başlanacağı muhakkaktır. Bu olgudan hareketle bu yazıda üniversitelerin üst yönetim ve kurumsallaşma sorunları üzerinde bazı tespitlerde bulunulmaya çalışılacaktır.

Üniversitelerin yönetimsel sorunları bağlamında gündeme gelen ilk soru, en üst idareci konumundaki rektörün nasıl bir profile sahip olması gerektiği hususudur. Darbe anayasasının ürünü, merkeziyetçi YÖK yapılanmasının ve onun üniversitelerdeki uzantısı olan ve tüm yetkileri elinde bulunduran, profil olarak genellikle “her şeyi bilirim ve yaptığım her şey de doğrudur” mantığıyla üniversiteleri yöneten rektör anlayışının bugüne kadar getirdikleri ortadadır. Yeni Türkiye’de bu anlayışa uygun bir zemin söz konusu değildir. Bunun için elbette özgürlükleri azami ölçüde genişleten yeni bir anayasaya ve bu yeni anayasa çerçevesinde hazırlanacak esnek bir yükseköğretim yasasına ihtiyaç vardır. Bu konuda hem yasa yapıcılar hem de konunun uzmanları çalışmalarını sürdürse de Temmuz’da gerçekleştirilecek olan rektör atamalarının büyük olasılıkla mevcut yasal düzenleme bağlamında yapılacak olmasından hareketle Yeni Türkiye’nin ideal üniversite yönetiminin nasıl olması sorusundan ziyade mevcut şartlar altında üniversite yönetimleri hangi kodlar üzerinde oluşursa Yeni Türkiye’nin inşasında daha etkin ve yapıcı rol oynarlar hususu üzerinde durulmalıdır.

Yeni Türkiye’nin inşasında öncü rol oynayacak iyi yetişmiş, donanımlı genç kuşaklara ihtiyaç olduğu izahtan varestedir. Ancak bu nesillerin vesayet odaklarından kurtularak yönetim sorununu aşmış ve tüm enerjisini eğitim, araştırma ve ARGE’ye tahsis etmiş üniversitelerce yetiştirilmesi mümkündür. Sadece bu olgusal gerçeklik bile Yeni Türkiye’nin yeni rektör profilinin Eski Türkiye’den farklı olması gerektiğini kendiliğinden ortaya koymaktadır.

Peki üniversitelerde yapılan rektörlük seçim süreçleri nasıl işliyor? Bu süreçlerde “Nasıl bir rektör” sorusundan ziyade “Kim rektör olsun” ya da “Hangi grubun adayı rektör olsun” şeklinde bir beklentiden hareket edildiğini görmekteyiz. Hâlbuki tüm dünyada özelde ise ülkemizde, yükseköğretim alanında önemli değişimlerin yaşandığı dikkate alındığında, üniversitelerin en üst idarecileri olan rektörlerin yaşanan değişime liderlik etme kabiliyetine sahip olması, üniversitenin stratejik hedeflerini gerçekleştirmesini sağlaması gerekmektedir. Üniversitelerde yaşanan rektörlük seçim süreçlerinde vesayetçi Eski Türkiye’nin bir alışkanlığı olan “Kim rektör olsun” sorusu yerine vesayetçi anlayışın tarihin çöp sepetine atıldığı Yeni Türkiye’de “Nasıl bir rektör olmalı” sorusunun yüksek sesle dillendirilmesinin daha doğru olacağı muhakkaktır. Çünkü topluma yön veren ve sosyal değişimin unsurları olan üniversiteler, liderin çizmiş olduğu vizyona ulaşabilmek için konmuş ilkeleri ve kuralları uygulayan yöneticilere değil, vizyon ortaya koyan liderlere ihtiyaç duymaktadır.

Bilindiği üzere mevcut uygulamaya göre üniversitelerde “rektör adayı belirleme seçimleri” yapılmakta, belirlenen adaylar arasından atama gerçekleştirilmektedir. Ancak atanan rektörün “herkesin rektörü” olamaması, üniversitelerin iyi yönetilememesine zemin oluşturur. Bunun temel nedeni, yönetimlerin bir şekilde kendi egolarının, çıkar gruplarının veya “legal görümlü illegal” oluşumların etkisinde kalmasıdır. Bu durum pek çok bilim insanının sistemin dışına itilmesine neden olmaktadır. Bu süreçte rektörlere düşen görev, kendilerinden beklenen misyonun farkında olarak Yeni Türkiye’nin “Aydınlık kadro”larını yetiştirecek irade ve idari ehliyete sahip olması ve herkesi kucaklayarak sisteme dahil etmesidir. Bunun için de rektörün farklılıkları ötekileştirme ve çatışma aracı değil, bir zenginlik olarak görerek onları faydaya dönüştürebilen bir yönetim anlayışına sahip olmazı elzemdir. Dahası rektör olarak atanacak öğretim üyesinin, idari becerisi ve kurumsal liderlik yeteneği yanında yönettiği üniversiteyi gizli gündemi olan illegal oluşumlardan temizleyebilecek sağlam bir irade ve kararlı bir duruş sahibi olması gerekmektedir. Çünkü irade gösteremeyen, inisiyatif kullanamayan, risk alamayan ve aldığı kararların arkasında duramayan bir rektörün, değil çıkar ve menfaat gruplarını bertaraf etmesi, tam tersine onların hizmetine girmesi kaçınılmaz olacaktır. Yeni Türkiye’nin “Yeni Zihniyeti”nin kurucu kurumu olması gereken üniversiteler böylece ‘Eski Türkiye’ heveslilerinin kalesi olmaya devam edecektir.

Kurumsallaşma sorunu

Yönetim sorununun ardından inşa ve gelişim sürecini sürdüren Türk yükseköğretiminin karşı karşıya olduğu temel sorunlardan bir diğeri de kurumsallaşmadır. İş akışı bağlamında yapı ve süreçlerin oluşturularak, kişi odaklılığın en asgari düzeye indirgenmesini ifade eden kurumsallaşmanın temel amacı, sistemin kişilere bağımlılığını ortadan kaldırarak kurumsal işleyiş yöntemlerinin geliştirilmesi ve bunun sonucunda da yönetim sürecinin sorumlularının şahsi tercihlerinden bağımsız biçimde işlemesi ve yönetsel sürekliliğinin temin edilmesidir. Kısaca kurumsallaşma üniversitelerde hem kaynak kullanımında etkinliğin hem de yüksek sinerjinin önünü açacak en önemli dinamik olarak görülmelidir.  Fakat kurumsallaşmanın “mevzuat merkezli değil”, “insan merkezli” bir yönetim anlayışı ile gerçekleştirilmesi gerekir. Nitekim kurumsallaşma vizyonunun öngördüğü temel ölçütlerden birisi de bu insan-merkezliliğin en önemli göstergesi olan esnekliktir. Esneklik, hem kurumsal yapının çevresel gelişmelere hızlı biçimde uyum kapasitesini ve kabiliyetini artırır hem de mevzuatın yanı sıra yaşama yön veren etik ve kültürel değerler ile “suçun” yanı sıra ayıp ve günah gibi kavramların da varlığını bizlere hatırlatır. Bunları dikkate almadan sadece yasal/yasal değil ayrımı ile iş yapmak doğru olmaz. Zira yasaların her şeyi bütünüyle öngörmesini beklemek baştan yapılmış hata olur. Bu nedenle, artık ülkemizde hakim kılınması gereken anlayışın sayın Cumhurbaşkanımız’ın da çeşitli konuşmalarında öne çıkardığı ve ısrarla vurguladığı “insan merkezli yönetim” olduğuna inanmaktayız. Dolayısıyla kurumsallaşma sürecinde “mevzuattan önce zihniyet sorununu çözmek”, insan merkezli kurumsallaşma planları geliştirmek ve bunları hayata geçirmek, üniversiteler özelinde rektörlerin öncelikli politikaları olmalıdır.

 

[email protected]